Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2004 01:51
Süleymaniye Camii’nin yapımı konusundaki ilginç söylencelerden biri, Mücevherli Minare söylencesidir. Söylenceye göre:
Önce temel kazımına başlandı. Kazmacılar durup dinlenmek bilmiyordu. Gece gündüz demeden çalışıyordu. Sinan: ‘‘Daha derine, daha derine!’’ diyordu.
Temeller, iyice derine indikten sonra kazım işlemi durduruldu ve duvarcılar temeli kesme taşlarla örmeye başladılar. Kışın gelmesi ile Sinan işi durdurdu ve ustalarla işçilere paralarını vererek memleketlerine gönderdi.
Bu sırada, İran Şahı Tahmasb Han'a yapımının bir süre durdurulması caminin yapımından vazgeçildiği biçiminde duyuruldu. Şah, yapımın durmasını, Kanuni'nin parasının tükenmesine yordu. Hemen çok değerli mallarla değerli taşlardan oluşan bir sandık dolusu mücevher hazırlattı. Bunları bir elçi eşliğinde İstanbul'a armağan olarak gönderdi. Padişaha bir de mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu Şah:
‘‘Duyduk ki camiyi tamamlamaya gücünüz yetmeyip vazgeçmişsiniz. Size, dostluğumuza dayanarak mal ve para ve mücevher gönderdik. Böylece bizim de hayratınızda katkımız olsun.’’
Kanuni, mektuba da armağanlara da çok kızdı. Mimarbaşını çağırtarak değerli taşlarla dolu mücevher sandığını ona verdi. Elçiye dönerek şunları söyledi:
‘‘Senin Şahının ne böyle büyük bir camiyi yaptıracak gücü, ne de böyle bir camiyi yapacak mimarı vardır. Ben her ikisine de sahibim. Şahına söyle, onun değerli taşları benim camimin taşları yanında bir hiçtir.’’
Kanuni elçiye bunları söyledikten sonra Mimarbaşı Sinan'a döndü:
‘‘Sana verdiğim bu mücevherleri tez yapım alanına götür. Hepsini öteki taşların arasına katıp caminin yapımında kullan.’’
Ertesi gün elçi, yapım alanına geldi. Mimarbaşı da oradaydı. Elçinin yapıyı gezmeye geldiğini görünce, mücevher sandığını ortaya getirtti. Kapağını açıp içinden iki avuç mücevher aldı. Büyük bir taş havanına koydu ve havan işçileri mücevherleri unufak ettiler. Mimar Sinan, elçinin hayretten irileşmiş gözlerinin içine baka baka havandaki mücevher parçacıklarını bir avuç kum gibi, işçilerin kardığı harcın içine attı. Bunu gören elçi orada daha fazla duramadı. O gün de memleketine dönmek için yola çıktı.
Derler ki, Sinan, gelen mücevherlerden kimilerini minarelerden birinin taşları arasına süs olarak yerleştirdi. Bu yüzden o minare her güneş vurduğunda pırıl pırıl ışıldamaya başladı ve mücevherli minare adını aldı.