Oluşturulma Tarihi: Mayıs 08, 2005 00:00
Adını ilk kez 1981 yılında, Dev-Sol davasında idamla yargılanırken, Metris Cezaevi’nden yazdığı ÅŸiirler ödül kazanıp kitabı ikinci haftada en çok satanlar listesinin başına oturduÄŸunda duyurdu. O zamanlar 21 yaşında cılız bir delikanlıydı ve cezaevinden bir daha hiç çıkamayacağını düşünüyordu.Dört ÅŸiirini Ahmet Kaya besteleyip milyonlarca kiÅŸiye ulaÅŸtırınca iyice ünlendi ancak bir yandan da adı, ‘Devrimci Åžair’e çıktı. Bu tanımlamayı kimi yüceltmek, kimi küçümsemek için kullanıyordu. Ancak ‘Hapishane Åžairi’ genelde ÅŸiirini beÄŸenmeyenlerin kullandığı bir tanım oldu. 1987’de cezaevinden inanılmaz deÄŸiÅŸmiÅŸ bir dünyaya çıktığında ÅŸaÅŸkındı. En çok da imza günlerindeki izdiham ÅŸaşırttı onu, bir de kız kardeÅŸinin artık futbolla ilgileniyor olması... Üç ÅŸiir kitabı daha yazdı ve sonra ortadan kayboldu. SöylediÄŸine göre, üzerine yapışan imajdan kurtulmaya çalışıyordu. Herkes ondan bir ÅŸeyler bekliyordu; kimi daha sol, daha radikal ÅŸeyler yazmasını, kimi de yazmamasını! Nevzat Çelik altı yedi yıllık bir aradan sonra Epsilon’dan yayınlanan Bağışlanmış Hüzün adlı romanıyla ortaya çıktı. Soru hemen patlatıldı tabii: Devrimci bir ÅŸair aÅŸk romanı yazar mı? Hele de Nevzat Çelik’inki gibi farklı tercihlerden iliÅŸkilerin, erotik sahnelerin olduÄŸu bir aÅŸk romanı! Yazarmış, yazdı. Zaten asıl soruyu hayatında olup bitene sormak gerekmez miydi?Annesi onu ‘iki damla çığlık katışık büyücek bir bakır leÄŸen içinde’ doÄŸurduÄŸunda, bir ihtilal arifesidir; 15 Mayıs 1960. Yer, Karadeniz’de, Boyabat’ın Damlıca köyü. BeÅŸ yaşına kadar bu orman köyünde, üç kardeÅŸiyle, yeÅŸil ve toprakla içiçe yaÅŸayacak; sonra bir baÅŸka ihtilal arifesinde hayatı deÄŸiÅŸmek üzere, ailesiyle birlikte Ä°stanbul’a doÄŸru yola çıkacaktır. Ä°stanbul yolları uzun cezaevi yıllarına çıkar ya, Ä°stanbul’a gitmelerinin nedeni de bir cezaevi hikayesidir. Babası, biraz yoksulluktansa, daha çok bir tarla geniÅŸletme olayından aldığı ceza nedeniyle göçer.Ä°stanbul’un ilk gecekondu mahallelerinden Gültepe’de, babası Kağıthane’de bir plastik fabrikasına işçi, annesi bir laboratuvara temizlik görevlisi, o da Gültepe Ä°lkokulu’na öğrenci olarak girer.Miskette hep ‘üten’, okuduÄŸu Teksas Tommiks’lerden, artist-futbolcu kartlarından yaptığı koleksiyonları paraya çevirebilen yetenekli bir çocuktur. Daha baÅŸlamadan okuma yazmayı öğrendiÄŸi okulda hep en küçük ama beÅŸ yıl boyunca sınıf baÅŸkanıdır. Daha sonra, cezaevinde ‘şiir adında bir kız’ tanıyıp çok sevecektir ama ilk ÅŸiirini o zaman yazar, ilkokulda, ilk aşık olduÄŸunda. Ä°yi bir yöntemdir; o zamandan beri, ÅŸiire hayır diyen bir kadına hiç rastlamamıştır!Okumayı sever, ortaokul bitmeden tüm klasikleri bitirmiÅŸtir. Ama o yıllarda Gültepe’nin sokakları, sadece ÅŸiirle, edebiyatla arşınlanamaz. Hayat genç çocukları yapacak daha önemli iÅŸleri olduÄŸuna, güzel günlerin görüleceÄŸi ‘devrim’in çok yakınlığına ikna etmiÅŸtir. Deniz GezmiÅŸ ve arkadaÅŸlarının idamı o zamanlara rastlar. 12 yaşındaki Nevzat, pek kavrayamadığı bu haksızlığa üzülmesi gerektiÄŸini hissettiÄŸi için üzülür, ertesi gün öğretmeniyle göz göze gelip konuÅŸmadan anlaÅŸtığında emin olur üzüntüsünden.KIZLAR YERÄ°NE İŞÇİLERÄ°TAVLAYAN ŞİİRLERArtık bir yandan mahalle maçları ve delikanlı serserilikleri yaparken, bir yandan da dünyayı deÄŸiÅŸtirme telaşındadır. Zordur deÄŸiÅŸtirmek tabii. Ãœlkücülerle devrimciler kıyasıya dövüşür, bol bol dayak atılır, yenir, kan akar, evi kurÅŸunlanır, arkadaÅŸları ölür, cenazelerde yine kan akar. ‘On sekizinde beÅŸ silah birden kusar üstüne/ kayıp düşer boynundan el örmesi atkısı/ dokuzuncu gün ayaÄŸa kalkar/ delik bir akciÄŸerle.’ Ä°stanbul’da ilk saÄŸ-sol çatışmalarının olduÄŸu Yeni Levent Lisesi’ne girer, atılır. ÅžiÅŸli Lisesi’nde bir karnesi vardır, sadece sıfırlar, birler deÄŸil, eksiler, hatta soru iÅŸaretleriyle doludur. Ama o zamanlar kimi okullar ‘onların denetiminde’dir, bütünleme sınavına girip Dev-Genç marşını okuyunca sınıf geçilir. Dev-Sol ve Dev-Yol ayrımının yaÅŸandığı dönemde, o ikisinden de ayrı Otonom ya da Üçüncü Yol adı verilen küçük bir grupla hareket eder. Yine ÅŸiir vardır hayatında ama artık ‘iÅŸlevsel’ ÅŸiirler, Nazım Hikmet’in meydanlarda okunmaya müsait ÅŸiirleri. Dostoyevski gibi klasiklerin yerini ise partizan romanları alır. Artık kızları deÄŸil işçileri ve köylüleri tavlamaya çalışmaktadır.Hayatındaki üçüncü ihtilalin olduÄŸu 1980’de Ä°stanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Endüstriyel Sanatlar Grafik Bölümü’ne ve ardından cezaevine girer. Gültepe’deki kahvede tam damaya çıkacaktır ki... Yine kanlı ve acılı geçen polis sorgusunda, Dev-Sol adına gerçekleÅŸtirilmiÅŸ eylemleri üstlenmesi için zorlanır, bir ifade imzalamadan ‘keyifli bir ıslıkla’ çıkar nezaretten, aÅŸkları yarım yamalak yaÅŸamış, bir kızın elini doÄŸru düzgün tutamamış diÄŸer arkadaÅŸları gibi cezaevine yollanır. Onlar gibi, 20 yaşında bile deÄŸildir.Tutukluların her sayımda kıyasıya dövüldüğü, Ä°stiklal Marşı’nın copla söyletildiÄŸi, tek tip giysiyi kabul etmeyenlerin daha çok dövülüp duruÅŸmalara bile don ve atletle çıktığı, kitabın, kağıdın, kalemin yasaklandığı, yasaklara karşı çıkınca dayakların daha da arttığı günler, aylar ve yıllar baÅŸlar. 1981 yılında ciddi olarak ilgilenmeye baÅŸlar ÅŸiirle. Hemen ÅŸaire çıkar adı, çünkü o sıralar ÅŸiir içerdekilerin mektuplarına ‘bir saÄŸanak gibi’ yaÄŸmaktadır. Kimbilir hangi Rus romanından hatırladığı Korçagin adıyla yazar ÅŸiirlerini; içerdekiler kim olduÄŸunu bilmeden Korçagin ÅŸiirlerini de diÄŸer ÅŸairlerin ÅŸiirleri arasında listeler. Pelür kağıt yasaklanınca, kağıt mendilleri zar zar ayırarak kullanır. O da olmadığında ÅŸiirleri birkaç arkadaşıyla ezberleyerek korumaya çalışırlar. Herkesin bir yerlerinde ÅŸiir vardır, hepsi toplansa bir antoloji oluÅŸturacak kadar...HAYRANLARINI HAYATTAOLDUÄžUNA ZOR Ä°NANDIRDIYasak yazışmalar gibi onun ÅŸiirleri de koÄŸuÅŸtan koÄŸuÅŸa ‘teleferik’ sistemiyle, havalandırmadan havalandırmaya ağır bir cisme sarıp fırlatarak, pantolon kemerinde, gömlek yakasında, A bloktan E bloÄŸa kadar dolaşıma çıkar. O kadar zor koÅŸullarda güçlendirici, zenginleÅŸtirici, bir silah gibidir ÅŸiir. O yüzden ‘yasak yazışmalar gibi’ yasaklanır. Bir dolu ÅŸiiri koÄŸuÅŸ baskınları sırasında kaybolur. Ama iki kitaplık malzeme çıkacaktır; bir ÅŸiiri Edebiyat 81 dergisinde yayınlanıp, A. Kadir’den çok güzel eleÅŸtiri alıp, sonraki sayıda bir dizesi kapak olunca...1984 Akademi Kitabevi Ödülü, ilk kez cezaevinde yatan birine, ‘Şafak Türküsü’ adlı ÅŸiir kitabıyla ona verilir. Ä°lk baskısı sansürlü de olsa ikinci haftada listebaşı olur; gazetelerde fotoÄŸrafları, söyleÅŸileri çıkmaya, böylece cezaevinde de özel bir ilgi görmeye baÅŸlar. Ama tersten bir ilgi. Tam bir buçuk yıl ne mektubu verilir, ne gönderilir. Tek başına baÅŸladığı açlık grevinin 22. gününde mektuplarına kavuÅŸacaktır. Bu arada yine listebaşı olacak ikinci kitabı ‘Müebbet Türküsü’nü bitirir. O da Hollanda’da Poetry International ve Türkiye’de Hasan Hüseyin ÅŸiir ödüllerini alır. 1987’de, tam yedi yıl sekiz ay sonra, bıraktığına hiç benzemeyen bir dünyaya, üstelik de ünlü biri olarak çıkar. Sokakta görenlerin yaÅŸadığına inanmayacağı kadar ‘kahramanlaÅŸtırılmıştır’ bir kesim tarafından; yaÅŸayan kahraman olmaz çünkü, onun asıldığına inanır onlar (BeyoÄŸlu’nda bir anketçiyi inandıramayınca, kimliÄŸini gösterir, sonra onun ‘Adam abartmış, kimlik bile çıkarmış’ dediÄŸini duyar). Ama diÄŸer taraftan ona hapishane ÅŸairi diyenlere itiraz eder, ÅŸiirin mekanı olmadığını düşündüğünden ve orada yazılsalar da ÅŸiirlerini slogansız bulmasından. Devrimci lakabına ise itirazı yoktur; itirazlarını daha bilinçli sürdürdüğünden daha devrimci sayar kendini ÅŸimdi...‘Dışarıda’ yazdığı iki ÅŸiir kitabını, Suda Seken Hayat ve YaÄŸmur YaÄŸmasaydı’yı da sever (1990). Ama sessizlikle karşılandığını düşünür. Belki ‘nasılsa çıkınca yazamaz’ diyenlerin sessizliÄŸidir bu. 1998’de yayınlanan ve ‘Hayatımıza sevgili bir eleÅŸtiri’ dediÄŸi ‘Sevgili YoldaÅŸ KurbaÄŸalar’la birlikte yeni ÅŸiir alanlarına açıldığı yorumu yapılır. Kitap adını bir Çin atasözünden almaktadır: ‘KurbaÄŸalar gökyüzünü kuyunun aÄŸzı kadar sanır.’ Sonra geri çekilir, yine yazı çizi iÅŸleriyle uÄŸraşır, öykü, roman denemeleri yapar ve Bağışlanmış Hüzün adlı romanla yeniden ortaya çıkar.ROMAN ADINI BÄ°R ŞİİRDEN ALDIPeki onu kahramanlaÅŸtıranların, ‘bunlar sola yakışır mı?’ diyebileceklerin seveceÄŸi bir roman mıdır bu? Bir kısmı sevmeyecektir elbette ama ona göre ÅŸiiri sevenler sevecektir. Ya da sevecek ama benim ÅŸairimin romanı deÄŸil diyecektir. Yapacağı bir ÅŸey yoktur; çünkü yeni Åžafak Türküleri yazmak istemez. Peki niye ‘bağışlanmış hüzün’ der aÅŸka? Çünkü aÅŸk sert bir ÅŸeydir; aÅŸka mülkiyetçilik girdiÄŸinde, insanlar benim sevgilim, benim kocam dediÄŸinde, aÅŸk yıpranır, eskir (Dolayısıyla deÄŸiÅŸtirmek gerekir). Bundan da sert sonuçlar çıkar: ‘Severken nefret ettiÄŸin bir ÅŸeye dönüşüyor, benimken güzel, deÄŸilken çok kötü! O yüzden bu kadar vahÅŸi iliÅŸkiler yaÅŸanıyor etrafımızda. Mülki bakmasak belki bu kadar kanamalı olmayacak iliÅŸkiler.’ Yine bir ütopyayı yazar yani... Bir ÅŸiirinde dile getirdiÄŸi gibi (AÅŸk en örgütlü devlet hayatımızda), mülksüz bir iliÅŸkiyi nasıl kuracağımıza dair onun da ciddi şüpheleri vardır. Yine de önerir, aÅŸk böyle olsun diye:‘Al git/ÅŸehla yürüyüşünü/yaz deme/kış deme/üşürüm deme/aylardan baharsa/ay doÄŸarsa/hiçbir ÅŸey deme/bu senin/kuÅŸlardan önce kalkan yüzündür/al git/sevgili/aÅŸk bağışlanmış hüzündür’... Â
button