Güncelleme Tarihi:
İnsanın değerli taşlara duyduğu ilginin nedeni çözülemedi. İçgüdüsel olarak, onları elde tutmak, seyretmek, takı olarak kullanmak, atalardan bu yana devam eden belki bir arayışın, belki de eski bir dostluğun yansıması. Türkiye'de de her geçen gün daha çok alıcı bulan kristaller ve değerli taşların kanserden astıma, stresten başağrısına kadar birçok hastalığa iyi geldiğini inancı gitgide büyüyor. Bu yazıda, kristaller ve insan arasında yüzyıllardır devam eden bu ilginç iletişimin hikayesini okuyacaksınız.
Topraktan gelen ve gökkuşağının tüm renklerini içinde barındıran kristaller, şifa dağıttığına inanılan taşların belki de en önemlileri. Birer enerji yumağı olduklarına inanılan kristallerin en ilginç özelliği, içinde bulundukları ortamda yaşanılan her türlü duyguyu, düşünceyi kaydedebilmeleri... Uzay teknolojisinden alternatif tıbba kadar bilimin birçok alanında, insanların yanlarında yerlerini sıkça almaya başlayan kristaller, ‘‘Şifa dağıtan bir dünyevi sihir’’ olarak da anılıyor.
Kristallerle çalışmalar yapan birçok insanın ortak görüşü, bunların müzikli, sakin ortamlarda son derece olumlu tepki verdikleri yönünde. Yazar ve sinema sanatçısı Shirley McLaine, kuvarsların, bulundukları ortamdaki manevi duyguları kaydedip sakladıklarını söylüyor. Nasıl bir insan yılların birikimini bilinçaltına aktarıyor ve saklıyorsa, kristaller de bulundukları çevrelerdeki enerji akımlarından etkilenerek ‘duygusal’ yönden kirlenebiliyorlar. Ancak bu kirliliğin koşulsuz sevgi karşısında kalıcı olamayacağını savunuyor McLaine: Ona göre bu karşılıklı, hatta kârlı bir alışveriş; kendinize ait kristal için birkaç dakika harcamanız, hayat boyu sürebilecek bir beraberlik getiriyor size.
TEDAVİ EDİYOR MU?
Kristallerin kullanıcı bulduğu bir başka alan ise bilim. Özellikle sağlık problemleri ile ilgili konularda kullanılmaya başlanan kristaller, her ne kadar belli kesimler tarafından şüpheyle karşılansa da, alternatif tıpta, hergün biraz daha yaygınlaşıyor. Fiyatları 250 bin liradan başlayarak, 200 milyona kadar varabilen bu taşları ‘tedavi’ için kullanan birçok kişi, çağdaş yaşamın stresinden ve beden üstündeki yan etkilerinden kurtulmanın daha elverişli bir yolu olamayacağını savunuyorlar.
Ancak, kristallerle yapılacak tedavi amaçlı seanslarda dikkatli olmak gerekiyor: Herşeyden önce, tedaviyi üstlenen kişinin, bu taşları tanıması, enerjilerini yönlendirebilecek teknikleri bilmesi şart. ‘‘Kristal Mucizesi’’ adlı kitabın yazarı Edmund Harold'a göre, ‘‘Her ne için kristal kullanmak isteniliyorsa, iş, ona bunu söylemek ve hedefe ulaşmak için enerji vermesini dilemekle başlıyor.’’
Ancak, bu kadar özveri isteyen kristaller gerçekten insanı hedefine giden yolda aydınlatabilecek kadar güçlü mü? Yaşanan bazı ilginç olaylar, dünya yüzeyinin yüzde 25'ini kaplayan bu taşlarla ilgili sorulara biraz da olsa açıklık getiriyor. Örneğin, bilim adamlarının son yıllarda yaptıkları araştırmalar, başta uzakdoğu olmak üzere birçok tapınağın ve önemli mimari yapıtların kristal yatakları üzerine kurulmuş olduğunu kanıtladı. Bir başka önemli gelişme ise Florida kıyılarında bundan birkaç yıl yaşandı. Olayı, Harold şöyle aktarıyor:
‘‘Bir fırtınadan sonra Florida kıyısının deniz yatağını araştıran bir grup balıkadam, deniz altında birkaç yapı keşfettiler; aralarında bir piramit de vardı. Havanın tekrar bozması, bu yerin daha fazla araştırılmasını engelledi. Piramit, kum ve çamur yığınları altında yine gözden kayboldu. Araştırmacılar iki yıl sonra tekrar dalarak, piramit harabelerden, üç hayalet gibi kristal küre çıkardılar. O zamandan bu yana Bermuda Üçgeni olarak bilinen bölgede herhangi bir garip olay meydana gelmedi.’’
Birçok insan, ‘‘bir taş parçası için ne büyük gürültü’’ diye düşünebilir. Ancak yapılan bunca deneyden alınmış sonuçlar var ve Harold ‘‘Kristaller, insanı olumlu düşünmeye ve hareket etmeye de teşvik ediyor’’ diyor.
CİNSİYETİ VAR
Bugün birçok insan, kuvarslarını boyunlarına, bileklerine takıyor ve üzerlerindeki bu enerjinin başkalarına da akmasını arzuluyor. Gerçekten de, kristaller, doğru takıldıkları zaman son derece etkili olabiliyor. Örneğin, stresli bir ortamda kristalin fasetalı ucunu aşağı bakacak şekilde boyna takmak öneriliyor; bunun tüm kötü duyguların bedene ulaşmadan toprağa akmasını sağlayacağı savunuluyor. Bunun tersi durumlarda ise, ucu yukarı doğru gelecek şekilde takmak öneriliyor; bunun da insana enerji, sağlık ve neşe verdiği belirtiliyor.
Araştırmacılar her bir kristal parçasının başka bir kişiliği olduğunu ve bu kişiliğin kristalin büyüklüğü ya da küçüklüğü ile değil, ona sahip olacak kişinin duyguları ile faaliyet gösterdiğini belirtiyor. Ancak, yine de kristalleri birbirinden ayıran bazı temel noktalar da yok değil:
Erkek kristaller, berraklıkları ile en çok dikkati çekenler. Yoğun bir enerji yayıyorlar ve zihinleri karışmış olan ve sıkıntılı insanlar üzerinde olumlu bir etki bırakıyorlar.
Dişi kristaller, erkek kristallere göre daha puslu bir görüntüleri var. Çirkin görünmelerine rağmen, duygusal ya da fiziksel sıkıntılardan kaynaklanan her türlü ağrıyı giderebildiklerine inanılıyor.
Kurşun kristali, kurşunla kumun eritilip birbirine karıştırılması ile elde ediliyor. Genelde avizelerde ve takılarda kullanılıyor ancak doğal oluşum sürecinden geçen diğer kristaller gibi bir özellik taşımıyorlar.
Dulmanlı kuvars, çok etkili bir kaya kuvarsı ve onu tutarken çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü, oluşum süreçlerinde etraflarında bulunan tüm enerji düzeylerini emiyorlar. Zihinsel ve duygusal gerilimden kurtulmaya ve şifa vermeye yaradıklarına inanılıyor.
Ametist kuvars, sinir sistemi üzerinde çok önemli ve pozitif bir etki bıraktığına inanılıyor. Şifacılığı yanısıra korku ve endişe giderici özelliği de bulunuyor.
NASIL TEMİZLEMELİ
Kristallerin temizliğini sağlamak ise neredeyse ayrı bir seremoni. Kristallerin etraflarındaki her türlü duygu ve düşünceden etkilendikleri göz önünde bulundurulursa, çarşıdan alınan bir kristalin duygusal kirliliğinden arındırılması gerekiyor!
Bu temizlik operasyonunun hemen hemen en kolayı, kristali toprağa gömmek. Doğanın en becerikli ‘kir sökücüsü’ olan toprağın içindeki minerallerin, kristalin üzerindeki negatif enerjinin boşalmasına ve nötr hale geri dönmesine yardımcı olabileceği iddia ediliyor. Ancak bir bardak suya karıştırılacak, az miktarda elmalı sirke ve deniz tuzu da, kristalin tekrar eski pırıltısına kavuşmasını sağlayabiliyor. Bu arada, ‘kirli’ olan kristali çıplak elle tutmak yerine, yumuşak bir bezle kavramak ve temizleme işlemi sona erdikten sonra bir daha hiç kimsenin onu tutmasına izin vermemek gerekiyor. Önemli bir başka nokta ise bu işlemi birkaç haftada bir tekrarlamak çünkü ne de olsa kristallerin de, insanlar gibi dinlenmeye ve güç toplamaya ihtiyaçları var.
Atlantis'de keşfedildi
Kristallerin işlevlerini ilk keşfedenlerin Atlantis'de yaşayan Toltek kavmi olduğunu savunan yazar Edmund Harold, burada rahiplerin ‘yaşayan taşlarla’ insanın fiziksel ve ruhsal aleminde olumlu değişimler gerçekleştirebildiklerini anlatıyor. ‘‘Şifa odaları’’ adı verilen kristal mağaralarında, suçluların ıslah edildiğine değinen Harold, kristal ile insan arasındaki bu alışverişin günümüzde depressif vakalarda da önemli bir rol oynayabildiğini hatırlatıyor. Atlantis'te kadınlar tarafından korunduğuna inanılan kuvars kristallerinin enerjisinden yararlanarak telepatik haberleşme sanatının da geliştirildiğini ekliyor.
Ancak, kristallerinin kullanımı sadece Atlantis Uygarlığı ile sınırlı değil. Örneğin, 1924 yılında Honduras ormanlarında keşfedilen Maya Tapınağı'nda Anna Mitchell-Hedges tarafından ortaya çıkarılan pürüzsüz kristal kafatası, mistik öğretilere inanan Maya, Aztek uygarlıklarında, bu renkli taşların önemli bir yer tuttuğunu kanıtladı.
Kristallerin şifasına ve bereketine inanan bir diğer uyguralık ise, daha iyi mahsül almak için ekinlerinin arasına kristal tozları serpen Kuzey Amerika Kızılderilileri oldu. Ancak, kristaller en önemli başarılarını, bu taşların içinde kutsal ruhların yaşadığına inanılan ve meditasyonlarda kullanılan Çin ve Japonya'da kazandılar.
Eski Mısır Uygarlığı'nda da kristaller yadsınmayacak kadar önemli bir yere sahipti. Özellikle firavunlar için özel olarak yontulan kristallerle tedaviler geliştirilir ve insan vücudunda yedi merkezde bulunduğuna inanılan sinir uçlarına ya da diğer adıyla çakralara şifa verilirdi. Örneğin; yakut, sırtta bulunan, kırmızı kök çakrasının alanına giren korkuya dayalı sorunlarda, topaz ve kırmızımsı akik taşı, portakal renkle anılan kasık bölgesindeki cinsel ve yaratıcıktan kaynaklanan sorunlarda, sarı safir ve kuvars, mide bölgesinde bulunan ve güneş sinirağı olarak adlandırılan bölgede, kişiyi özellikle sinirsel sıkıntılardan arındırmada, zümrüt, yeşil renkli kalp çakrasının üzerinde odaklanan kalp, dolaşım, bağışıklık ve iç salgı bezlerinden kaynaklanan sıkıntılarda kullanılıyordu.