Hangi seçim politik olarak doğrudur ki!

Her büyük şehrin yükseklerinde kirlilikler, siyahlar, hatta kara delikler vardır.
Bazen yukarı baktıkça aydınlanacağına kararır manzara.
Böyle bir şehre en önemli örnek hangisi diye düşünüldüğünde New York ilk akla gelen oluyor tabii.
Doğal olarak belediye, polis, işadamları ile ilgili entrika ve kötülük dolu filmlerin çoğu da burada geçiyor.
Bitik Şehir de bunlardan biri.

YÖNETMEN KARDEŞLER AYRILINCA

Allen Hughes’un yönettiği ve Russell Crowe, Mark Wahlberg, Catherine Zeta Jones ile Barry Pepper’ın oynadığı film, başkanlık seçimleri öncesinde iki adayın çekişmesinin ardında yatan ayak oyunlarını perdeye taşıyor.
Filmin yönetmen koltuğunda kısa filmler ve müzik videoları ile adlarını duyurduktan sonra, yeni bir yorumla izleyiciyle buluşturdukları Cehennemden Gelen (From Hell) ve Tanrının Kitabı (The Book of Eli) gibi önemli filmler çeken ikizler, Albert ve Allen Hughes kardeşlerin Allen’ı var.

KLASİK ANLAMDA BİR NEW YORK FİLMİ

Filmin çoğunluğu New York’ta çekilmiş ancak belli bir kısmı da New Orleans’ta tamamlanmış.
Allen Hughes’un dediğine göre Bitik Şehir, New York’un açık alanlarında çekilen sahneleriyle klasik anlamda bir New York filmi. Sanat yönetmeni Tom Duffield ise “Filmin bir sahnesinde Palace Otel’in çatı katından hem Empire State Binasını hem de Chrysler Binasını tek bir karede çekebildiklerini, bu sahneler sayesinde filme bambaşka bir hava verdiklerini söylüyor.

BAŞKANLIK SEÇİMLERİNDEKİ AYAK OYUNLARI

Başkan adayları arasındaki çekişme, arka planda oyunu yöneten başkanın adamlarının kirli oyunlarını ve arada piyon olarak kullanılan madur tiplemesini bu tarz filmlerde bolca izlemişliğimiz var.
Bu filmin piyonu, uyumayan şehrin polislerinden.
Billy Taggart (Mark Wahlberg) bir suçluyu öldürdüğü gecenin ardından çıkarıldığı mahkemede serbest bırakılıyor ama rozetini de teslim etmek zorunda kalıyor.
Özel dedektiflik yapmaya başlayan Taggart, yedi yıl sonra eski patronu, New York belediye başkanı Hostetler (Russell Crowe) tarafından başka bir görev için çağrılıyor.
Hostetler, karısının kendisini aldatığını düşünüyor ve hakkında araştırma yapılmasını istiyor.
Taggart, araştırmalarını derinleştirdikçe kendisini başkanlık seçimlerine kadar uzanan büyük bir skandalın içinde buluyor. Birlikte olduğu güzel oyuncuyla da bağlantıları olan geçmişi tabii ki yine peşinde.

MARK WAHLBERG VE RUSSELL CROWE DÜELLOSU

Senaryo her ne kadar bugüne dek defalarca benzerlerini izlediğimiz türden olsa da yönetmenin özel dokunuşunun filme katkısı büyük.
Allen Hughes estetik çekimlerin göz okşadığı stilize bir politik film çekmiş.
Ama bence Bitik Şehir’in en kuvvetli olduğu konu oyuncuları.
Aslında iki Oscar adaylığı, 10 Altın Küre adaylığı ve beş Emmy adaylığı olan Mark Wahlberg’in neredeyse hiç boşu yok. Ve dönemin en iyi oyuncularından olduğunu burada da kanıtlıyor. Wahlberg her zamanki gibi iyi oynamış demek yanlış olmaz.
Russell Crowe ile birlikte sahneleri güçlü.
Filmin heba ettiği oyuncu ise iyi kullanılamadığını düşündüğüm Catherine Zeta Jones. Bu rol için bu kadar büyük bir isme gerek yokmuş gerçekten de.
Bitik Şehir, türe getirdiği bir yenilik olmasa da, keyifle izlenen bir politik gerilim filmi.
Sırf Mark Wahlberg ve Russell Crowe’un kedi fare oyunu için bile izlenebilir.

CELAL İLE CEREN

Şahan Gökbakar’ın sıkı takipçileri onun sadece Recep İvedik’ten ibaret olmadığını gayet iyi bilirler. Recep İvedik çok izlendi, kimileri çok sevdi, kimileri çok eleştirdi. Şahan Gökbakar da “yeter artık” diyerek Recep’i üç filmlik maceranın ardından bir kenara bırakarak içinde aşk olan bir komediyle çıktı karşımıza. Birbirlerini seven bir çiftin arkadaş dolduruşlarıyla gelen ayrılığının ardından yaşananları anlatan Celal ile Ceren’de Şahan Gökbakar’a Ezgi Mola eşlik ediyor. Kamera arkasında yine Togan Gökbakar var. Ortada altı yıllık ilişkinin ardından yaşanan bir ayrılığın taraflara ettikleri var. Ama, muhtemelen gişe için, Celal’in arada İvedik’leştiği olmuyor değil tabii. Gaz çıkarması, altına yapması, bolca tükürmesi ve kabadayılıkları ile Recep İvedik’i hatırlatıyor. Filmin senaryo yazarının bir komedyen ve aynı zamanda başrol olmasının pek çok faydası var. Bunlardan en önemlisi diyalogları ezberlenmiş yerine doğaçlama havası vermesi. Şahan’ın rahat ve doğal tiplemesi filme taramış. Bu kez tek kişilik şova biraz nefes aldırmış Şahan. Yan karakterler, özellikle de Gözde rolündeki Dilşah Demir’i ve Kubilay rolündeki Gökçen Gökçebağ’ı gayet başarılı buldum. Ceren rolündeki Ezgi Mola güçlü bir oyuncu. Şahsi fikrim keşke kendisinden daha fazla yararlanılsaydı yönünde. Bu filmde kaba komedinin dışında, Celal ile Ceren’in metne dayalı komedisi ve akıllı diyaloglarından da hoşlanacağınızı düşünüyorum.

MAMA

Annenin hayaleti

Mama’yla ilk tanışmamız o gayet başarılı ve ürkütücü kısa filmle olmuştu. Andy Muschietti’nin yönettiği üç oyunculu, üç dakikalık kısa, iki kız kardeşin annelerinin hayaletinden kaçma hikâyesini anlatıyordu. Aradan dört yıl geçtikten sonra fenomen haline gelen bu kısa filmin uzun metrajı çekildi. Uzun metraj için yeni bir hikâye yaratıldı ve karakterlere kısa filmde akılda kalan soru işaretlerini giderecek roller yazıldı. Mama’nın arkasındaki isim Guillermo del Toro. Başrollerde Jessica Chastain, Nikolaj Coster Waldau, Megan Charpentier ile Isabelle Nelisse var. Victoria ve Lilly adlı kız kardeşler, iz bırakmadan kayboluyorlar. Amcaları Lucas ve kız arkadaşı Annabel çocukları buluyorlar fakat bir süre sonra küçük kızlarla birlikte başkalarını da mı misafir aldıklarını merak etmeye başlıyorlar. Duydukları fısıltıların kaynağının ölümcül bir varlık olduğunu keşfetmeleriyle korku dolu dakikalar başlıyor.