Güncelleme Tarihi:
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Kafanıza göre insan uydurmaya uğraşmayın. O çocuktan, dindar da çıkar, Kemalist de. Kalamarı seven de çıkar, karidesi mekruh sayan da. Alnı secdeye varan da çıkar, ateist de. Başörtü takanı da çıkar, mini etek giyeni de. Çıkar ama siz istediniz diye sizin tornanızdan ille de istediğiniz insan çıkmaz.
ENİS BERBEROĞLU: Malum her kuşak kendisine bayılır. Elindeki her imkânla benzerini yaratır. Sadece çocuğuyla yetinse iyi. Otomobil fabrikası misali okullar kurar. Üretim bandıyla tek tip genç yetiştirir. Ama bence bu eğitimin standart kafası değil... Defolusu, hatta aykırı düşüneni makbuldür.
SEDAT ERGİN: Herhangi bir otoritenin mutlak iradesini olduğu gibi kabullenmeyen bir gençlik olmalı. Her türlü Ortodoks düşünce yapısının üstüne gidecek, bu yapıları ters yüz edebilecek bir cesarete sahip olabilmeli.
AHMET HAKAN: 'Gençlik' denilen esaslı bir kategori yoktur. Gençlik, modern zamanların uydurması. Kadim inanışlarda 'çocuk' ve 'yetişkin' diye iki temel kategori dışında başka bir kategoriye rastlayamazsınız. Kadim inanışlar gençlik diye bir sınıflandırmaya yüz vermez. Kendini bir parça kadim inanışlara kaptırarak ne gençliğini abart ne de gençlik denilen kategoriyi...
Zamanı geriye alabilseydiniz nasıl bir genç olurdunuz?
ENİS BERBEROĞLU: Gençliği kalıcı bir hal olarak asla algılamadım. Gençlik bir dönemdir, kişisel pozisyonlar, o tarihteki şartların eseridir, sonucudur. O yüzden zamanı geriye alsam yine kendi gençliğime dönerim diye düşünüyorum... Ama sorduğunuz “Yeniden başlasan neyi farklı yapardın?” anlamındaysa, hemen söyleyeyim, hiçbir pişmanlığım yok.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Demokratik bir ülkede “Şöyle nesil yetiştireceğim” diye bir tarif duymadım. Buna karşılık Stalin döneminde 'Komünist gençliği', Hitler döneminde 'Nazi gençliği' duydum. Bir de tek partili dönemlerde böyle tarifler yapılır. Böyle girişimleri genç insanın 'kafasını yontmaya tam teşebbüs' olarak görüyorum.
SEDAT ERGİN: Zamanı geriye almak ve yeniden gençliğe dönmek istemiyorum. Yaşımdan çok hoşnutum. Ama geriye almış olsaydım, zamanımı o yıllara kıyasla çok daha verimli ve akılcı bir şekilde kullanırdım diye düşünüyorum. 'Dinci, kinci gençlik' tartışmasına gelince, gençliğin kinci söylemlere itibar etmeyeceğini, kindarlığın kutsandığı bir siyasi kültürden kendisini uzak tutacağını ümit ediyorum.
AHMET HAKAN: Gençliğimi doyasıya yaşadığımı söyleyemem. Hep özlem, hep radikalizm, hep köktenci inat, hep fazla kontrol, hep anlaşılamamanın yol açtığı acılar, hep parasızlık, hep sırtımda bir büyük misyonun ağırlığı... Durum buydu. Ama yine de “İyi ki böyle bir gençlik yaşamışım” diyorum. Çünkü bugün biraz 'eyvallahsız' isem, biraz kendimi güngörmüş hissediyorsam, biraz anlayışlıysam bunu gençliğimde yaşadıklarıma borçluyum. Gençliğimden gereken dersi aldım yani.
Duvarda bir tuğla olmayı reddeden mi yoksa duvarda bir tuğla olmayı seçen bir gençlik mi? Yani birey olmak mı yoksa kolektif içinde erimek mi?
E. BERBEROĞLU: Tek çocuğum, öyle kalmak istedim hep.
E. ÖZKÖK: Bunu çeşitli yazılarımda yazdım. Fethullah Gülen, Cemaat’i bir duvar, mensuplarını da o duvarı oluşturan tuğlalar olarak tarif ediyor. Ona göre, bir gencin duvar tuğlalarından biri gibi hissetmesi, mutlu olması için yeterli. Ben de tam tersini düşünüyor ve hissediyorum. “Duvardaki herhangi bir tuğla olmaktansa, oradan kopup, kendimi bırakacağım boşlukla tarif etmeyi tercih ederim. O boşluk, her halükârda, tuğlanın kendisinden daha iyi fark edilir.
S. ERGİN: Tabii ki bireysel gelişme önde olmalı. Ama içinde yaşadığınız toplumdaki eşitsizliklere, haksızlıklara, hukuksuzluğa karşı çıkmak için bir takım sağlam duvarlar da inşa etmek gerekecek. Burada bir duvara destek vermekle birlikte, kendi kimliğinizi, bireyselliğinizi ve hükümranlığınızı da koruyabildiğiniz bir denge bulmak ihtiyacı var. Ama kendinizi yalnızca duvar aidiyeti içinde tanımlamanın emniyetli sularına bırakmak istiyorsanız o sizin bileceğiniz bir şey...
A. HAKAN: İkisini de denemek lazım: Duvarda tuğla olurken bile birey olmanın bilincinde olmak ya da birey olmanın bilincinde olurken bile duvarda tuğla olmak. Biliyorum, bu kıvamı tutturmak çok zor. Ama yine de bir genç, ikisinin de keyfini tatmalı. Hep sıkılmış yumruklarla slogan atmayı denemek de sıkıcı, hep takımdan ayrı düz koşu yapmaya kalkmak da...
Gençliğin bünyesi nasıldır? Nelere alerjiktir, hassastır, neleri kabul eder? Adanmış bir gençliğin ruh ve beden sağlığı nasıl olur?
E. BERBEROĞLU: Bence genç dediğin kendi yolunu, dünyasını arar... Bünye fazla emir, talimat kaldırmaz.
E. ÖZKÖK: Böyle sorulara verilecek her cevap şahsi. Kendi payıma, beni cemaat üyesi haline getirecek her türlü dayatmaya alerjiktim. O yüzden saçımı uzattım. O yüzden parka giydim. O yüzden bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti kazanamadı. Çünkü farklı olmak istedim. Meydan okumak, biat etmemek istedim. O yüzden başkalarının bana miras bıraktığı kinin davasını sürmedim. Adanmışlık, bazı insana iyi gelir, bazısı içinse felaket. Bir ideolojinin veya inancın dava adamı olmak beni mutsuz eder. Ama tanıdığım birçok insan da adanmışlık uğruna canını bile vermeye hazırdı. Benim bünyeme uymaz.
S. ERGİN: Bu soruya “Gençliğin bünyesi şöyledir” şeklinde verilebilecek kategorik yanıtlar olduğunu zannetmiyorum. Ancak gerçeğin birden çok yüzü olabileceği zamanla kavranacak. Adanmış gençler en doğru şeyi yaptıklarına inandıkları için bunun verdiği mutlak haklılık duygusunu yaşarlar. Bu da ruh sağlığına iyi gelen bir şeydir. Adanmışlıkla beden sağlığı arasındaki etkileşim hakkında bir bilgim yok.
A. HAKAN: 'Gençlik' adını verdiğimiz kategoriye mensup insanlar, yekpare değil. Dolayısıyla bu konuda bir genelleme yapamayacağım. Adanmışlığın da ölçüleri var. Adanmış ama nasıl adanmış? Adanmışlık, hep insanın kendini adadığı camiadaki kötülükleri tevil etmeye mi yol açıyor? Hep kendine yontmaya mı neden oluyor? Adanınca hakkaniyet terk ediliyor mu? Bunlara bakmak lazım... Yani her adanmışı 'kesin inançlı' diye mahkûm etmemek gerek. Buna karşılık her “Ben birey oluşumun bilincindeyim” diyene de 'eyyamcı' dememek gerek. Yani her konuda olduğu gibi bu konuda da ince eleyip sık dokuyalım.
Gençlik kil, mermer olsaydı ve siz de heykeltıraş; nasıl bir genç yaratırdınız? Neleri yontar, neleri eklerdiniz?
E. BERBEROĞLU: Hamuruna bolca merak ve kuşku eklerdim.
E. ÖZKÖK: Ben kimseyi yaratmaya kalkmazdım. Nitekim kızıma böyle bir şey yapmadım. Ona verebileceğim bazı değerler olabilirdi. Mesela, "Kin davası gütme" derdim. Mesela, "Hoşgörülü ol" derdim. Mesela, "Demokratik davran" derdim. Mesela, kişilikli olmasını isterdim. "Duvarda herhangi bir tuğla olma" derdim. Başka ne diyebilirdim ki... Ben çok ideal biri miyim ki, kızımdan kendime benzeyen bir heykel yaratmaya kalkayım? Çocuğu kendine benzetme arzusu bana göre eğitim falan değil, despot bir egonun tatmininden ibaret.
S. ERGİN: Devamlı soru soran, sorgulayan, doğruları bulmaya çalışan, kendisini geliştirmeyi en önemli önceliği olarak gören, dogmalara kafa tutmaktan çekinmeyen, bir bu kadar önemlisi toplumsal sorumluluklarını da ön planda tutan bir genç yaratmaya çalışırdım herhalde.
A. HAKAN: Böyle bir işe girişmezdim.
STÜDYODA PİNK FLOYD'DAN THE WALL ÇALIYOR
Hürriyet Gazetesi'nin stüdyosu... Fotoğraf editörü Sebati Karakurt deklanşöre bastıkça paraflaşlar patlıyor. Enis Berberoğlu, Ertuğrul Özkök ve Sedat Ergin heykeltıraş olmuş. Güzel sanatlar atölyesinin en titiz ve yetenekli öğrencileri gibiler. Çekiçler inip kalkıyor, keskiler yeni kıvrımlar yaratıyor. Gözlerini korumak için taktıkları gözlüklerden en dikkat çekici olanı, Ertuğrul Özkök'te. Geniş mavi kenarlıkları yüzünden bir an şnorkel sanıyorum. Özkök, bu benzetmeden hoşlanmayıp gözlüğü çıkarıyor.
Enis Berberoğlu, muzip bir gülüşle heykelin tepesini oyuyor. Sedat Ergin, Sebati'nin talimatlarına riayet etse de mimikleri, "Bitse de gitsem" diyor. Heykeli eğelerken gösterdiği özen, sanatçı titizliğini ele veriyor. Çekim bitmek üzere ama Ahmet Hakan hâlâ yok. Merak ediyorum. Meğer 4 Yüz'ün tüm çekimlerine geç gelirmiş. Ergin, "Atiye Sokak'tan çıkamıyor ki" diyor. Duvar dekoruyla poz verirken fonda Pink Floyd'un 'Another Brick In The Wall'u çalıyor: Eğitime ihtiyacımız yok / Düşüncelerin kontrolüne ihtiyacımız yok / Öğretmenler! Çocukları yalnız bırakın / Hey hoca! Çocukları yalnız bırak...
ENİS BERBEROĞLU
Her genç orta yaşlı doğar
Dindar gençlik, devrimci gençlik, futbolcu gençlik, popçu gençlik, falan filan... Hepsi kitlesel üretim kalıbından ibaret. Asimetrik eksende, bir uçtan diğerine, aslında gence yön veren, korkusuyla, hayali arasında savrulmasıdır
Genç arkadaşım...
Benjamin Button filmini izledin mi?
Daha ilk sahnede bin yaşında doğan...
Son sahnede kundakta ölen karaktere dair.
Rahatsız edici durum komedisi...
Çocuk ruhlu moruk, ihtiyar bebek.
Format ve öz tutmuyor.
Zarfla mazruf tamamen uyumsuz.
KAFANIN DEFOLUSU MAKBUL
Malum her kuşak kendisine bayılır.
Elindeki her imkânla benzerini yaratır.
Sadece çocuğuyla yetinse iyi...
Otomobil fabrikası misali okullar kurar.
Üretim bandıyla tek tip genç yetiştirir.
(Bence bu eğitimin standart kafası değil...
Defolusu, hatta aykırı düşüneni makbuldür!)
BU DÜNYADA PEŞİN CEHENNEM
Dindar gençlik, devrimci gençlik.
Futbolcu gençlik, popçu gençlik.
Falan filan...
Hepsi kitlesel üretim kalıbından ibaret.
Aslında gence yön veren...
Asimetrik eksende, bir uçtan diğerine...
Korkusuyla, hayali arasında savrulmasıdır.
Nasıl ki dindarlar, cennet hayali kadar...
Cehennem korkusuyla ibadet eder.
Bizim çocuklar da;
* Daha ilköğretimde liseye kilitlenir.
* Lise zaten üniversite hazırlığıyla geçer.
* Üniversitede iş bulma telaşı başlar.
Ya diplomayı kapan talihliler...
Alışkanlıktan ama daha çok korkudan...
“40’ında ne olacağım?” sarmalına girer.
Teşbihte hata olmaz.
Dindar öbür dünyaya sevdalı.
Benim tarif ettiklerimse...
Yeryüzü cenneti peşinde.
Ama bugünden vazgeçtikleri için...
Cehennemi bu dünyada ve peşin yaşıyor.
BUTTON'A ÜZÜLDÜN MÜ
Tekrar soruyorum...
Genç arkadaşım,
Benjamin Button filmini izledin mi?
Hayatını tersten yaşayan adamı...
Sevdin mi, kıskandın mı...
Yoksa çoğu yaşıtın gibi üzüldün mü?
İçin acıdı mı?
Peki, orta yaş ruhlu genç arkadaşım...
Kendine neden acımıyorsun?
Nasıl bir gençtim
GÜZEL KIZIMLA FARKIM
Televizyon karşısında uzanırken, elindeki i-Pad’i karıştıran, arada cep mesajlarını cevaplayan genç kızımı izliyorum. Siber ortamda, kanepeden kalkmadan sosyalleşiyor, bilgi alıp veriyor, eğleniyor zahmetsizce... Şartları, hayatını sokaklarda kuran / yaşayan bizim kuşağa göre çok daha steril, ehven ve evcil. Ama acaba o da geleceğinden korkuyor mu? Sanırım öyle...
Peki, biz neden farklıydık?
Biz derken...
68 ve 78 kuşağını kastediyorum.
Sanırım geleceği düşünecek vakit yoktu!
Kar fırtınası gibi üzerimize çökmüştü ortam.
Herkes bir şekilde ve miktarda...
Az veya çok etkilendi.
Ortak payda; yarını düşünmeden yaşamaktı.
Daha açık söyleyeyim.
Çoğu genç, bırakın 40’ını, 50’sini...
30’unu göreceğine inanmazdı.
O yüzden günün hakkını verirdi.
Kavgasını, sevdasını...
Gençliğini yaşardı.
Darısı her yaştaki gençlerin başına...
Nasıl gençlik istiyorum
MELEK GİBİ ŞEYTAN
Baştan söyleyeyim, 'melek gibi çocuk' sevmem.
Şeytanına (ki o da melekti) daha bir meyyalim.
Ama asıl tercihim...
Melekle şeytan arasında tercih yapabilendir.
Korkudan melek gibi davranan tabii ki işime gelir.
(Ama unutmayın içinden gelen kötülüğü saçan da hakikidir.)
Cavlak derviş misali...
İçindeki kötülüğü yenebilen en makbulüdür.
Öylesi için ne imam hatip, ne de kolej gerekir.
Cihadın, ihlâsın, çabanın, hizmetin okulu olmaz.
Bir hatırlatayım dedim.
KURBANI BELLİ
İyilik, doğruluk, vicdan, din veya nihilizm...
Fark etmez...
Eğitim adı altında...
Hangisi dayatılırsa kurbanı bellidir:
Merak ve kuşku bastırılır.
Oysa ancak merakla öğrenilir.
Kuşkuyla doğruya uzanılır.
AHMET HAKAN
Gençlere 10 altın öğüt
Sadece Mehmet Akif’in 'Asım’ın Nesli' diye nitelendirdiği ideal nesli öğrenmekle yetinme, Tevfik Fikret’in 'Haluk’un Defteri'ne yazdıklarını da oku. Sadece Atatürk’ün 'Gençliğe Hitabe'sini bilmekle yetinme, Necip Fazıl’ın 'Gençliğe Hitabe'sine de göz at. Sadece Fethullah Gülen’in 'Altın Nesil' idealine odaklanma, Ali Şeriati’nin 'Kendini Devrimci Yetiştirmek' kitabına da odaklan
1- Ey genç! Unutma ki adına 'gençlik' denilen esaslı ve temelli bir kategori yoktur. Gençlik, modern zamanların uydurmasıdır. Kadim inanışlara bir bak. Orada 'çocuk' ve 'yetişkin' diye iki temel kategori dışında başka bir kategoriye rastlayamazsın. Kadim inanışlar gençlik diye bir sınıflandırmaya yüz vermez. Kendini bir parça kadim inanışlara kaptırarak ne gençliğini abart, ne de gençlik denilen kategoriyi...
2- Ey genç! Sadece Mehmet Akif’in 'Asım’ın Nesli' diye nitelendirdiği ideal nesli öğrenmekle yetinme, Tevfik Fikret’in 'Haluk’un Defteri'ne yazdıklarını da oku. Sadece Atatürk’ün 'Gençliğe Hitabe'sini bilmekle yetinme, Necip Fazıl’ın 'Gençliğe Hitabe'sine de göz at. Sadece Fethullah Gülen’in 'Altın Nesil' idealine odaklanma, Ali Şeriati’nin 'Kendini Devrimci Yetiştirmek' kitabına da odaklan. Kısacası senin için yazılmış hitabelerin hepsine kulak ver, içlerinden kafana uyanı seç.
3- Ey genç! Kendini bir misyona, bir davaya, bir ideolojiye, bir dine adayabilirsin. Bu senin en doğal hakkın. Ancak adanmışlığın ne kadar keskin, ne kadar delice, ne kadar serdengeçtice olursa olsun asla hakkaniyetten ve adalet duygusundan uzaklaşma. Hakkaniyeti olmayan bir adanmışlık, insana türlü zalimlikler yaptırabilir. Adalet duygusuna yer vermeyen bir adanmışlık, insanı insanlığından çıkarır.
4- Ey genç! Düşene vurma... Sana karşılık veremeyecek durumda olana tekme tokat girişme. Pusu kurma. Arkadan yaklaşma. Aman dileyene el kaldırma. Kavganın ortasında 'abi' çağırma. Muktediri arkana alarak cesaret gösterisi çekmeye kalkışma. Eli kolu bağlı olana girişme. Büyük dururken küçüğe, güçlü dururken güçsüze, haksız dururken haklıya saldırma.
5- Ey genç! Gittiğin mektebe, seni okutan öğretmenlerine, seni yetiştiren ailene karşı iyilikbilir ol. Onları sev, say... Onlara karşı kendini minnettar hisset. Ancak onların senin için çizdikleri çerçeveye teslim olma. Onları tekrar etme, onları aş. Onlardan bellediklerine 'şaşmaz doğrular' muamelesi çekme. Unutma: Bir insanın gelişimini durduran yegâne cümle şudur: “Biz atamızdan böyle gördük adamım”. Bu cümleye asla yüz verme.
6- Ey genç! Nitelikli romanlar oku, iyi çekilmiş filmler seyret, güzel yazılmış anılara göz at. Unutma: Sadece tek bir hayat yaşayabilirsin. Ama okuduğun her nitelikli roman, seyrettiğin her iyi çekilmiş film ve göz attığın güzel yazılmış her anı kitabı, sana bin türlü hayatın kapısını açar. Hayatını zenginleştirmenin bu eşsiz imkânlarından sonuna kadar yararlan.
7- Ey genç! Kimseyi üstat belleme... Ama hadi diyelim ki belledin... Hiç değilse koşulsuz teslim olma. Üstat bellediğin şahsiyetlerin de hatalar yapabileceği ihtimalini yabana atma. Biliyorum, bir üstada teslim olmak insana müthiş bir kafa konforu sağlar. Biliyorum, bir üstada teslim olmak rahatlık verir. Ama şunu da biliyorum: Bir üstada teslim olmak, insanın akıl ve vicdanını köreltir. Konfor ve rahatlık uğruna akıl ve vicdanını körelme.
8- Ey genç! Bir grubun, bir örgütün, bir cemaatin, bir camianın, bir kliğin içine girebilirsin. Bunda bir sakınca yok. Bu konuda tek bir ölçün olmalı: Kendini o grubun, o örgütün, o cemaatin, o camianın, o kliğin içinde eriterek yok etme. Bir grubun içinde yer alman seni adaletten sapmaya itmemeli. Bir örgütün içinde yer alman seni hakkaniyetten uzaklaştırmamalı. Bir kliğin içinde yer alman senin başka kliklerde yer alanlara karşı haksızlık yapmanı meşrulaştırmamalı.
9- Ey genç! Birinci vazifen empatidir. Kendini senin gibi düşünmeyenlerin, senin gibi inanmayanların, senin gibi anlamayanların yerine koy. Bunu bir milli spor gibi yap. Eğer milliyetçiysen, senden başkalarının vatansever olamayacaklarına kendini kaptırma. Eğer Müslümansan, senden başkalarının inanışlarını küçümseme ve aşağılama. Eğer liberalsen, mesela sınıf mücadelesi peşinde koşanları küçümseme. Eğer komünistsen, kibirli ve bencil bir şekilde 'tek özgürlükçü benim' tavrını koyma. Yani ne olursan ol, yeter ki sekter, hoyrat ve nobran olma.
10- Ey genç! Bir insanı, mazlumluk dönemlerinde ne yaptığına ve nasıl davrandığına bakarak tanıyamazsın. Bir insan, ancak zalimlik yapabilme imkânlarını eline geçirdiği zamanlardaki davranışlarıyla tanınabilir. Bir insanı 'mesai arkadaşın' olduğu zamanlarda tanıyamazsın, 'müdür' olduğunda tanıyabilirsin. Bir insanı yoksulken tanıyamazsın, zengin olduğunda tanıyabilirsin. Bir insanı yalnız ve bedbaht olduğu zamanlarda tanıyamazsın, popüler ve önü açık olduğu zamanlarda tanıyabilirsin. Yani biri hakkında “iyidir iyi” demeden önce, o insanın konumuna, pozisyonuna falan odaklanarak bir ihtiyat payı bırakmalısın.
ERTUĞRUL ÖZKÖK
İki çocuğun devrialemi
Selim X ve Hasan Y ayrı dünyaların çocuklarıydı. Biri; babası rakı içen, kız kardeşleri mini etek giyen bir ailede büyüdü. Öteki müftü bir babanın evinde. Her ikisinin de çevresi onlardan bir şey imal etmeye çalıştı.Neticede ortaya iki 'dönek' çıktı
Kemalist yapmak istediler o, kalamar yemeyi tercih etti
BİR NUMARALI ÇOCUK
Selim X, İzmir’in yoksul bir mahallesinde doğdu. Babası işçiydi. Annesi ev kadınıydı.
Yıllar sonra hayranlıkla dinleyeceği Elton John, Ian Anderson ve Carlos Santana da o yıl doğmuştu.
Bir de, 1972’de birlikte asılan Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş.
İlkokulu İzmir’de devlet okulunda okumuştu. Pazartesi sabahları İstiklal Marşı okumuş, her sabah olmasa da sık sık “Türküm, doğruyum” diye güne başlamış, cuma akşamları bayrak çekme törenine katılmıştı. 23 Nisan’da Alsancak Stadı'nda törenin bir an önce bitmesini beklemiş, 29 Ekim’de kısa pantalonlu izci kıyafetiyle törene gelen jimnastik hocasına güldüğü için ceza almıştı.
OKUMAYA PEKOS BILL VE TOMMIKS’LE BAŞLADI
Annesinin başı Ege usulü örtülüydü. Beş vakit namaz kılardı. Babaannesiyse baştan aşağı siyah giyinirdi. Aynı odada 10 yıl birlikte uyumuşlar ama saçlarını hiç görmemişti.
Babası günde bir buçuk şişe rakı, dört paket sigara içerdi. Ama Cuma'yı ve bayram namazını kaçırmaz; bütün Ramazan oruç tutardı. Her kurban bayramında mutlaka kurban kestirir, başında dururdu.
İlk namazını ilkokul dördüncü sınıftayken bayramda kılmıştı. Koltuğunun altında seccade namaza giderken, en büyük korkusu, yeni ayakkabılarını çaldırmaktı.
Lise ikinci sınıfa kadar, zaman zaman oruç tutmuştu. Birkaç teravihte takke takmışlığı bile vardı.
Dedesi, anneannesi ve babaannesi hacıydı.
İlk okuduğu kitaplar Pekos Bill, Tommiks, Teksas’tı. Babası, sırf bir şey okusun diye ona Tommiks parası verirdi.
Okuduğu ilk romansa 'İki Çocuğun Devrialemi'ydi.
Lisede okuduğu ilk kitap Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'inkilerdi. Onu Camus, Sartre, Erich Maria Remarque, Gide izledi.
İLK DUYGUSAL EĞİTİMİNİ İZMİR FUAR’INDA ALDI
İlk porno kitabı olan 'Kaymak Tabağı'nı, lise ikinci sınıfta, toplu halde okudu.
İlk platonik aşkını, mahallesindeki bir kıza karşı hissetti. İlk duygusal eğitimini, lise son sınıftayken İzmir Fuarı’nda bir kızla öpüşerek yaptı.
Bütün lise hayatı boyunca futbol oynadı. Boş zamanlarında İkinci Kordon’da yeni açılan tilt salonuna gitti. Parasının çoğunu 45'lik çalan jukebox’ta harcadı. Rolling Stones ve Beatles dinledi.
Evlerinde müzik dolabı vardı. İlk aldığı 78’lik plaklar Erol Büyükburç, Paul Anka ve Neil Sedaka’nınkilerdi.
Her yılbaşı evlerinde eğlendiler. Muz yediler, tombala oynadılar, fırdöndü çevirdiler.
Üniversitede solcu oldu. 'Tütün' ve 'Kızıl Süvariler'i okudu.
Mülkiye’nin sapına kadar Cumhuriyetçi hocalarından, Cumhuriyetçi ve devletçi bir eğitim aldı.
Edebiyat dergisi deyince Türk Dili, A, Oluşum derdi. Cumhuriyet okurdu, okumasa bile mutlaka kolunun altında taşırdı.
Tabii Cumhuriyet logosu dışa gelecek şekilde.
ÖZAL’LA SOLCULUK BİTTİ DÖNEK OLDU
Mezun olunca TRT’de muhabirlik yaptı. Sonra devlet bursuyla yurtdışına gitti. Dönünce öğretim üyeliği yaptı, doçent oldu.
Sonra her şey birbirine girdi. Özal'la tanıştı, sol düşünceleri bıraktı, liberal bir insan oldu.
Babası oruç tutardı, o tutmuyor. Babası sigara içerdi, o içmiyor. Babası rakı içerdi, o şarap içiyor. Babası kabak tatlısı severdi o ağzına koymuyor.
Ama kalamarı ona babası öğretti... İlk birayı da o içirdi.
Bir de kız kardeşlerine karşı eşit davranmayı...
Selim X de zaman zaman kendine soruyor:
“Acaba ben bir imalat hatası mıyım?”
Onun dönemi, Cumhuriyet’in ilk kuşağıydı. 'Çıktık açık alınla' neslinin bir neferiydi. Doğduğunda Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden henüz 30 yıl bile geçmemişti.
Cehennemler yaratan bir ırkın ahvadıydı.
Lakin, ondan bir Kemalist imal etmek istemişlerdi. Çıka çıka, uzun saçlı bir beatnik çıkmıştı.
Üniversiteyi bitirdiği gün odasının duvarında iki poster vardı.
Karl Marx ve Mick Jagger...
İkisi bir arada ne alaka diye soranlara verecek bir cevap bile aramamıştı.
Acaba o gerçekten bir imalat hatası mıydı?
Hasan Y hiç tombala oynamadı 'birinci çinko'yu hiç duymadı
İKİ NUMARALI ÇOCUK
Hasan Y, bir Anadolu çocuğuydu. Yozgat’ta doğmuştu.
O yıl Türkiye, ilk Anadol otomobili yapmıştı. Yunanistan’da askerler darbe yapıp iktidarı ele geçirmişti.
'Altı Gün Savaşı' başlamış, İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’e girmişti. O yıl Müslümanların içi ezikti.
Nirvana'nın efsane solisti Kurt Cobain de o yıl doğmuştu. İkisinin yolları çok ayrıydı.
Playboy kızı Anne Nicole Smith akranıydı. Onunla da yolları hiç kesişmemişti.
O yıl bir de Naim Süleymanoğlu doğmuştu. Sonradan onunla çok gurur duymuştu.
Che Guevara o yıl öldürülmüştü. Hasan Y hiç solcu olmamıştı, İslam'a yakındı; Ama nedense Che'yi gizli gizli hep sevmişti.
BABASI MÜFTÜYDÜ, KENDİSİ ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMAN
Babası öğretmendi. Türkiye’nin her yerinde olmuşlar, her yerinde okumuştu. Önce İzmir Bayındır, sonra Doğubeyazıt, Ağrı, Amasya ve Silivri.
Babası devlet görevine öğretmenlikle başlamış, müftülükle bitirmişti.
Bütün aile 'Elhamdülillah Müslüman’dı ama öyle 'Cuma Müslümanı' değil, evde herkes beş vakit namaza dururdu.
O da, çok küçükken durmaya başladı. Cuma ve bayram namazları hiç kaçmadı. Uzun yıllar oruç hiç sekmedi, hiç kazaya bırakılmadı.
Yılbaşını hiç bilmedi. Tombala kelimesini hiç bilmediği için, tabiatıyla birinci çinko tamlamasındaki çinko kelimesi onun için Zn kısaltmalı elementten başka hiçbir şey ifade etmedi.
Orta ve liseyi çeşitli imam hatip okullarında okudu. Arapça öğrendi, Kur’an’ı kaç kere hatim indirdiğini o gün saymadı, bugün sorsanız hatırlamıyor. Üniversiteyi İlahiyat Fakültesinde okudu. Vaaz verecek kadar dinine vukuftu.
Tabiatıyla ilk aşklarını tamamen platonik yaşadı. Mahalleden bir kız işte... Neresi diye sormayın, mütedeyyin çevredendir, şehrini bile söylemek istemez.
HİDAYET ROMANLARIYLA BAŞLADI DOSTOYEVSKİ İLE DEVAM ETTİ
Önce her kavruk Anadolu çocuğu gibi Namaz Hocası kitaplarıyla başladı. Sonra sırasıyla Kemalettin Kamu'nun buram buram çocuk hicranı kokan romanları geldi. Ömer Seyfettin'i ve 'Diyet'i saymıyorum, o, her Türk çocuğu için bankoydu zaten.
Biraz yıllar geçince, her dindar çocuk gibi, sıra Hidayet romanlarına geldi. 'Huzur Sokağı’nı, 'Yanık Buğdaylar'ı izledi.
Ama biraz serpilince, bu defa Rus klasiklerine merak sardı.
Bulunduğu muhit, kafe değil kahvehanelere müsaitti. Tabiatıyla oralara devam etti. İslami çevredeki her okumuş çocuk gibi, edebiyat susuzluğunu Mavera ve Dergâh gibi dergilerde kana kana giderdi. Siyaset dersen, banko İslam ve Tevhid dergileriydi.
Sonra TGRT’de muhabir oldu.
Hasan Y de zaman zaman kendine soruyor:
“Yoksa ben de bir imalat hatası mıyım?”
Aldığı eğitim ondan bir imam nesli yaratmak istedi, o ise House Cafe’yi tercih etti.
Selim X ve Hasan Y kim
PAZAR GÜNÜ BULMACASI
Selim X ve Hasan Y ayrı dünyaların çocuklarıydı.
İkisi de, Cumhuriyet’in resmi okullarında okudu. Biri devletin normal okullarında okudu, öteki yine bu devletin kabul ettiği müfredat programıyla eğitim yapan imam hatip okullarında.
Biri, babası rakı içen, kız kardeşleri mini etek giyen bir ailede büyüdü.
Öteki müftü bir babanın evinde.
Her ikisinin de çevresi onlardan bir şey imal etmeye çalıştı.
Şimdi her ikisi de aynı gazetede köşe yazarı olarak çalışıyor.
Dünya görüşleri, hala birbirinin aynısı değil.
Ama hayat tarzları arasındaki makas o kadar kapanmış ki...
X ve Y kromozomlarından çıkarılacak kıssadan bir hisse mi istiyorsunuz?
“Boşuna uğraşmayın beyler, o çocuk var ya, o boynu bükük çocuk;
Ondan kafanıza göre insan uydurmaya uğraşmayın.”
O çocuktan, dindar da çıkar, Kemalist te...
Kalamarı seven de çıkar, karidesi mekruh sayan da...
Alnı secdeye varan da çıkar, ateisti de...
Başörtü takanı da çıkar, mini etek giyeni de...
Çıkar ama, siz istediniz diye sizin tornanızdan ille de istediğiniz insan çıkmaz...
Çok bastırırsanız, "Tamam yaptık" dediğiniz anda bir bakarsınız, neticede iki 'dönek' çıkmış.
* MERAK EDENE NOT: Selim X ve Hasan Y kim mi?
Etrafta o kadar çok ki? Ama ille de merak ediyorsanız, salı günkü yazımda isimlerini de veririm.
Ama biraz düşünürseniz salıyı beklemeden kolaylıkla bulursunuz.
SEDAT ERGİN
“Nasıl bir gençlik istiyoruz?” sorusuna kendi zaviyemden şu yanıtları verebilirim
Madde madde ideal gençlik
1. SORGULAYICI: Öncelikle kendine güvenen, sorgulayan bir gençlik hedeflememiz gerekiyor. Önüne konan her bilgiye itibar etmeyen, analitik düşünebilen, aynı olaya değişik açılardan yaklaşabilen bir gençlik olmalı. Düşüncelerini söylemekten, inandığı görüşler doğrultusunda tartışmaya girmekten çekinmeyen bir gençlikten söz ediyoruz.
2. BİLİME İNANAN: Bilimin yol göstericiliğinden şaşmayan, insanlığın tarih boyunca ilerlemesinin büyük ölçüde bilimdeki gelişmenin bir türevi olduğunun bilincine sahip, bilginin peşinden koşan bir gençlik olmalı.
3. BİAT ETMEYEN: Herhangi bir otoritenin mutlak iradesini olduğu gibi kabullenmeyen bir gençlik olmalı. Her türlü ortodoks düşünce yapısının üstüne gidecek, bu yapıları ters yüz edebilecek bir cesarete sahip olabilmeli.
4. BİREYSELLİĞİNE ÖNEM VEREN: Her bireyin kendi gücünü önemsediği, bireyselliğini vurgulamaktan kaçınmadığı bir gençlik olmalı. Bu çerçevede bireysel gelişme çabasının ön planda tutulması şart.
5. TOPLUMSAL SORUMLULUK SAHİBİ: Bireysellik vurgusu, içinde yaşanılan toplumun sorunlarına yabancılaşma pahasına olmamalı. Tanık olduğu eşitsizlikler, haksızlıklar karşısında tavır alan, bu dengesizlikleri değiştirme talep ve iddiasını taşıyan bir gençlik olmalı. Keza diğerkamlık, başkalarının iyiliğini isteme, bunun için çaba sarf etme duygusunun da güçlü olması gerekiyor.
6. DEMOKRAT: Demokrasi kültürünü özümsemiş bir gençlik olmalı. Demokrasinin özünde farklı görüşlere, aykırı seslere tahammül etmek olduğunu içselleştirmiş olmalı. Farklı görüşlere kızmak, onları etkisiz kılmaya, yok etmeye çalışmak yerine bu görüşleri sabırla dinleme olgunluğuna sahip olmalı. Yaşadığı ülkede toplumsal barışın yolunun da farklı görüşleri, kimlikleri kabulden geçtiğini bilmeli. Keza, yaşam tarzlarındaki tercihlere, farklılıklara da saygıyla yaklaşmalı.
7. CUMHURİYET'İ SAHİPLENMELİ: Yaşadığı ülkeyi seven, yurtseverliği her şeyin üstünde tutan bir gençlik olmalı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bulunduğu coğrafyada bütün eksikliklerine ve kusurlarına rağmen moderniteyi kucaklamış tek model olduğunu gören, Cumhuriyet’in kurucularının burada oynadıkları tarihi rolün hakkını teslim eden, onlara saygı duyan bir gençlik olmalı. Ama Cumhuriyet’e de zamanı donduran statik bir olay olarak bakmamalı, onu sürekli evrim içinde kendini değişen koşullara uyarlayan dinamik bir süreç olarak görmeli, onu demokrasiyle taçlandırmayı hedeflemeli.
8. TARİHİYLE BARIŞIK: Nereye giderse gitsin tarih peşini bırakmayacak, pek çok güncel sorunda tarihin izlerini karşısında bulacak, çok zor ve karmaşık bir tarihin yükünü hep omuzlarında hissedecektir. Bu çerçevede Türkiye’nin tarihiyle barışık bir gençlik olmalı. Ama tarihe bakarken başı dönmemeli, geçmişin başarılarını, başarısızlıklarını, günahlarını, sevaplarını gerçek boyutları içinde bir bütün halinde görebilmeli.
9. DİNE SAYGILI: Dindar olup olmamak gençlerin kendi tercihine bırakılacak bir konu. Gençlik kendisine dindar olması yolunda dayatılan tercihleri kabul etmek zorunda değil. Gelgelelim dindar olmamayı tercih etse bile yaşadığı toplumda dinin taşıdığı önemin bilincinde, onun toplumsal kültürdeki ağırlığının da farkında olmalı. Dindar olmasa da en azından genel kültürünün bir parçası olarak dini alanı ve referansları iyi bilmek durumunda.
10. KÖTÜLÜKTEN UZAK DURAN: Kendini kötülükten koruyan bir gençlik olmalı. Bu kainattaki en büyük tehlikelerden birinin kötülük olduğunu bilerek, onu kalbinden uzak tutmalı, ruh dünyasından defetmeli.