İhsan YILMAZ / Pazar
Oluşturulma Tarihi: Aralık 05, 2004 01:35
Sevdiği şeyi iyi yaparak başarılı olunabileceğinin kanıtı sanki Mehmet Günsür. Tabii ki kendine güvenli bir kişiliğin bunu tamamlaması ve şansın da yaver gitmesi gerekiyor.
Kendisini en başta şanslı olarak kabul ediyor zaten. Ferzan Özpetek’in yönettiği ilk filmi Hamam’la Cannes Film Festivali’ne katılması da ona göre büyük bir şans. Bu film Günsür’e İtalya kapısını açmış ve hemen arkasından İtalyan bir tiyatro yönetmeninin başrol teklifini kabul etmiş. Beş yıl önce başlayan macera halen Roma’da devam ediyor. Şimdi hem Türkiye’de hem İtalya’da aranan bir aktör Mehmet Günsür. Burada iki hafta önce vizyona giren İtalyan yapımı L’Italiano’da bir Arnavut göçmen olarak izledik kendisini. Beş ayrı yönetmenin çektiği Anlat İstanbul’da Ümit Ünal’ın yönettiği ilk hikayenin başrolünde yine o var ve film 11 Mart 2005’te vizyona girecek. Ünlü olmayı yaptığı işin doğal bir sonucu olarak görse de popüler olmayı bilinçli olarak reddediyor. Kendi halinde yaşamayı tercih ediyor. Türkiye’de özellik genç kızların arasında her geçen gün artan bir ünü var. Hatta ondan habersiz bir fun clup bile kurmuşlar. Günsür’ün tesadüfen başlayıp onu İtalya’ya kadar götüren oyunculuk serüvenini ve gelecek için projelerini Roma’da bir öğlen yemeğinde konuştuk.
Şu ana kadar 6-7 kere iyi aşık oldum diyebilirim
Türkiye’de kızlar şu ara herhalde en çok sizi merak ediyor. Mehmet Günsür nasıl bir aşıktır?
- Bence aşk, karşındaki insanın yaptığı her şeye aşık olmaktır. Paketten sigara çıkarışından peçeteyi tutuşana, verdiği kararlara kadar. 24 saatin yetmemesidir onunla birlikteyken, keşke gün 48 saat olsa demektir. Ben her ilişkinin bir evrim olduğunu düşünürüm. Bir sonraki ilişkini daha iyi yaşarsın. Bu açıdan aslında çok şanslıyım. Çok fazla aşık olurum çünkü. Şu ana kadar altı yedi kere iyi aşık oldum diyebilirim. İnsanın hayatta bir kere aşık olacağına da asla inanmıyorum. İlişkilerim de uzun sürelidir. En kısası bir buçuk yıl sürdü. 3 buçuk sene Paris-İstanbul arası bir ilişki yaşadım mesela. Herhalde ben aşık olmaya aşığım.
Hamam filminde canlandırdığınız karakter eşcinsel bir ilişki yaşıyordu. Türkiye’de adettir, filmlerde canlandırılan roller, oyuncuların hep gerçek hayatına da uyarlanmaya çalışılır.
- Evet Hamam’dan sonra gay olduğum yönünde dedikodular çıkmıştı. Ama şimdi duyduğuma göre terfi etmişim, biseksüel diyorlarmış. Halbuki ben kadınlara taparım.
İtalyan Lisesi’ni bitirdiğinizi biliyorum ama oyunculuk eğitimi almadınız sanırım. Nasıl başladı oyunculuk serüveniniz?
- Oyunculuk benim için Hamam filmine kadar sadece bir hobiydi. Eğitimini de almadım zaten. Evimde gitarımı tıngırdatmak gibi bir şey. 7 yaşında Sana reklamında oynadım ama tamamen bir tesadüftü. Nilgün Halam’ın bir arkadaşı reklam prodüktörüydü. Halam beni ona götürdü ve o reklamda oynadım. Sonra birkaç reklamda daha oynadım ve bir şekilde beni ikisi de rahmetli olan Onat Kutlar ve Okan Uysaler buldu. 12 yaşında Geçmiş Bahar Mimozaları adlı dizide Filiz Akın’ın oğlunu oynadım. Gerçek anlamda set tozunu orada yuttum sanıyorum.
Yuttuğunuz o toz, oyunculuk okumaya yöneltmedi mi sizi?
- Hayır, üniversite olarak Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne devam ettim. Tezimi falan verdim ama ikinci sınıftan kalan bir dersim yüzünden okulu bitiremedim. Spora ve müziğe merak saldım. Bir müzik grubumuz vardı. Bir de tenis oynuyordum. Hatta Enka’nın takımındaydım ve milli takıma gitmek üzereydim ki vazgeçtim.
Hayatınızın dönüm noktası sanırım Ferzan Özpetek ile tanışmak oldu.
- Ferzan ile Roxy sayesinde tanıştım. Roxy’nin restoranını işletiyordum. Oradan tanıdığım insanlardan biri Hamam’ın figürasyon işlerini ayarlıyordu. Benim de İtalyan liseli olduğumu, bir zamanlar oyunculuk yaptığımı falan biliyor. Bana Ferzan’dan bahsetti, Türkiye’de film çekmek istediğini, başroldeki oyuncunun yanına birini aradığını söyledi. Ferzan’la tanıştık bir iki deneme çekiminden sonra rolü bana verdi. Ama ben o zamanlar müzik de yapıyorum ve tam bir rocker durumundayım, saçlarım uzun, küpeler falan... Ama dedi bu rol için saçlarını kesmen lazım. Tam bir hafta düşündüm saçlarımı kesip kesmemeyi. Sonra rockerlık saçta değil baştadır deyip saçı kestim ve oyunculuğa daldım, filmi çektik.
CANNES’A KIZ ARKADAŞIMIN BABASININ SMOKİNİYLE GİTTİM
Ve daha ilk filminle Cannes Film Festivali’ne katılma şansını elde ettin.
- O inanılmaz bir şeydi. İlk filmim ve onunla Cannes’a gidiyorum. Kız arkadaşımın babasının smokinini ödünç aldım. Hálá bende durur. Saçları kestirmişim ama serde rockerlık var ya, smokinin altına spor ayakkabı giydim. Bir şekilde aykırılık yapacağım. Heyecanım resmen tavan yaptı. Yemekte doğru dürüst bir şey yiyemedim ama tam bir şişe Martini Bianco içtim, yine de cin gibiydim.
Daha sonra Ferzan Özpetek’in herhangi bir filminde oynamadınız ama?
- Ferzan hep yeni insanlar denemek istiyor. Cahil Periler filminde Koray’ın oynadığı, Serra Yılmaz’ın kardeşi rolünü üstlenecektim ama olmadı. İlla ben oynayacağım diye bir şey yok. O da hislerine göre davranan bir insan ben de. Hálá görüşüyoruz, konuşuyoruz.
Hamam’dan sonra İtalya macerası nasıl başladı?
- 1998 yılında Hamam’da görüp beğenen bir tiyatro yönetmeni Ferzan vasıtasıyla bana ulaştı ve bir oyun teksti gönderdi. Oyun İtalyanca ve benim İtalyancam lise düzeyinde. Dört yıldır da konuşmamışım. Kulağım iyidir çabuk kaparım ve kolay unutmam ama teklif edilen başroldü. Tekst çok hoşuma gitti, insan haklarıyla ilgiliydi. Modena’ya geldim bu oyun için. Zaten hayatımın bir döneminde İtalya’da yaşama isteği hep vardı içimde. Bir de sevdiğim bir işi yaparak kalacaktım. Sevinçten havalara uçtum tabii. Geldim ve provalara başladım hemen. 45 gün kadar bir prova sürecinden sonra oyunu oynamaya başladık. 2.5 sene süren bir turne yaptık İtalya’da o oyunla. Ama o anda bu oyunun 2.5 sene süreceğini bilmiyordum, öylesine yerleştim buraya.
Başta şu kadar kalır geri dönerim diye mi düşünmüştünüz?
- Hiç düşünmedim açıkçası. Yepyeni bir ortam, farklı insanlar, çok hoşuma gitti. İlk defa profesyonel anlamda tiyatro yapıyordum. Ve İtalyanca başrol. Sürekli İtalyanca konuşuyorum ve bir buçuk saat kadar sahnede kalıyorum. Oyun bittiğinde resmen ben de bitiyordum. Ama mükemmel bir deneyim oldu benim için.
Sonrası nasıl gelişti?
- İtalya’ya gelişimin bir yıl sonrasında falan Roma’ya taşındım. Yine Hamam filminin referansıyla iyi bir menajerlik ajansıyla anlaşma imzaladım. Hamam diye bir filmde rol almışım ama her şey için deneme çekimi yapıyorlar. Kim olursan ol geçerli bu. Yani seni o karakterin ayakkabılarının içinde görmek istiyorlar. Şansım yaver gitti ve hemen çalışmaya başladım. 2000 yılının ocak sonunda taşındım Roma’ya ve şubatın ortasında bir reklam filminde rol aldım. İlk işim o oldu. Onun ardından beş aylığına Fas’a gittim film çekimi için. Sonrası geldi işte.
SARIYER’DEN EMİRGAN’A MİNİBÜSLE GİDERİM, GAYET RAHATIM BU KONUDA
Şöhret benim için baştan çıkarıcı bir şey değil. İşini iyi yaptığın zaman doğal olarak geldiğin yer orası. Zaten meşhur olmak için çabalarsan olamazsın. Zorla olmuyor bu. Hülya Avşar Şov’a ya da o tür yerlere çıksam daha fazla meşhur olabilirdim belki ama beni ilgilendiren şey o değil. İlgi insana hoş geliyor tabii ama sürekli gözetlendiğini bilmene rağmen olabildiğince rahat olmak önemli benim için. Mesleğimin bir avantajı belki, ben çok iyi gizlenebiliyorum. Ailem Sarıyer sırtlarında oturuyor, oradan minübüsle Emirgan’a falan gidebiliyorum. Gayet rahatım bu konuda.
TÜRK DİZİLERİNDEN HER GÜN TEKLİF ALIYORUM
Türkiye ile ilişkin ne durumda?
- İş açısından ilişkim tamamen kesildi. Buraya konsantre oldum çünkü. Bir de kötü bir dönemde geldim İtalya’ya. Hamam’dan sonra Türkiye’den de teklifler gelmeye başladı ama hepsi birbirinden kötüydü. Ben ise Hamam gibi bir filmden sonra daha kaliteli şeyler yapmak istiyordum. Taylan Biraderler’le Sır Dosyası diye çok güzel bir diziye başlamıştık ama ekonomik kriz nedeniyle beşinci bölümden sonra kaldırıldı.
Şu sıra çok fazla dizi çekiliyor Türkiye’de. Onlardan hiç teklif gelmiyor mu?
- Gelmez olur mu, hem de hemen her gün. Her teklifteki klasik laf da şu: ‘Şimdiye kadar yapılmamış bir şey, diğerlerinden farklı olacak.’ Herhalde dünyada bir tek Türkiye’de vardır bir yeni yayın döneminde 104 dizinin birden yayına girmesi. İnanılmaz bir şey. Bu ne demek biliyor musunuz? Türkiye’de 100 tane yönetmen, yardımcı yönetmen ve teknik ekip var demek. Ama yok böyle bir şey. Bir kişi beş diziyi birden götürüyor. Birinin dördüncü asistanı, diğerinde yönetmen oluyor.
Peki hiç yok mu yeni bir proje?
- Fransa’dan gelen üç dört teklif var şu anda. Türk polisiye yazarı Osman Aysu’nun bir romanının film haklarını satın almışlar ve yakında o başlayacak sanırım. Bunun dışında İtalya’da Floransa’da Serra Yılmaz’la yapacağımız bir tiyatro projesi var. Ocak sonunda sahnelemeye başlayacağız. İtalya’da tanınmış bir yönetmen sahneye koyacak. Türkiye’de konuşulan ama şu an kesinleşmemiş başka işler de var.
Kung Fu filmi çekeceğim
Çok yakında ilk yönetmenlik denememi yapmak istiyorum Türkiye’de. Son dönemlerde çok iyi sinemacılar çıkmaya başladı. Nuri Bilge Ceylan’ı, Fatih Akın’ı çok beğeniyorum. Mehmet Kurtuluş’la bir Kung Fu filmi projemiz var mesela. Ama şimdilik bu kadarını söyleyeyim.
Favorim Akdeniz kadınları
İtalya’nın kuzeyi ile güneyindeki insanlar çok farklı. Biz Türkler İtalya sözlüğünde bayağı güneyliyiz. Hemen hemen bütün arkadaşlarım tesadüfen güneyli. Şimdiki kız arkadaşım da öyle. Çizmenin topuğunun olduğu bölümden, Lecce’den. Türk ya da İtalyan diye ayırmayayım insanları ama ben Akdeniz kadınlarını çok seviyorum. Anaçlık duygusu olan, daha doğayla iç içe olan kadınları. Ne bileyim kerevizin iyisini bilsin istiyorum. Bir domates üzerine bir saat konuşabileyim onunla. Tabii bölgeye bağlı bir şey değil bu. Bir Kanadalı da Akdenizlilik ruhunu taşıyabilir.