Güncelleme Tarihi:
ADRENALİN MANYAĞI BİR ADAMIM
* Genç kızların çoğu sana hayran. Kliplerindeki kızları bile bir kaşık suda boğmak isteyen fanatiklerin var. Ne olacak bu işin sonu sorusuna geçmeden önce hikayeni dinlemek isterim. Buralara nerelerden geldin?
- 5 Haziran 1985’te Trabzon’da doğdum. 12 yaşındayken ailemle birlikte İngiltere’ye taşındık.
* Nasıl bir çocuktun? Kaşında bir yara izi görüyorum, yaramaz mıydın?
- Hem de nasıl, kafamda kırılmadık yer kalmadı. Başımda 22 dikiş var, okulun üçüncü katından düşmüştüm.
* Nasıl yani, kim itti seni?
- Kimse. Çıktım ve atladım macera olsun diye, iddia üzerine. Ayağa kalktım bir şey olmadı ki diye ama kafadan kanlar akıyordu, yarılmış! Hiçbir şey yapmasam sıraların üzerine çıkıp atlardım. Eve girmezdim, dip köşe yerlerde arayıp bulurlardı beni.
* Bir lakabın var mıydı?
- “Kara” derlerdi bana. O zaman daha da esmerdim. Trabzonlu’yum ama köklerimi araştırınca baba tarafından Azerbaycan göçmeni olduğumuzu öğrendim.
HAMALLIK DA YAPTIM KAMYON ŞOFÖRLÜĞÜ DE
* 12 yaşında İngiltere’ye gitmişsin. Nasıl adapte oldun?
- İlk senem “Ben neredeyim, burası neresi, Allah’ım bizi kurtar buradan” diyerek geçti. İngilizce bilmiyor ve anlaşamıyorsun, başkalarına muhtaçsın. Sonra benim özgüven olayı işe yaradı, Londra metrosunu keşfettim, otobüsleri keşfettim, koleje başladım, dil kursuna yazıldım. Ama o İngilizce ile okumak zordu. Kendi paramı kendim kazanayım istedim, kebapçıya girdim. Sonra fabrikada ürünleri kamyonlara yüklemeye başladım, yani hamallık yaptım. Mal dağıtımı yapan kamyoncularla muhabbet ede ede kamyon şoförü oldum. Sonra çalıştığım fabrikalardaki vinç operatörü ile konuşa konuşa vinç operatörü oldum. Ondan sonra gencim, ne işim var burada, gidip temiz bir iş bulayım dedim, bir İtalyan restoranında bulaşıkçı olarak çalışmaya başladım. Bir yıl içinde mutfağı öğrendim. Şef asla öğretmiyor, inadına her şeyin notunu alıp cebime koyuyorum. Sonra İtalyan şefi oldum. Ek iş olarak da baklavacılık yaptım.
* Yeter, dinlerken ben yoruldum! Yapmadığın iş kalmamış.
- Bitmedi ama (gülüyor). Hep içimde kalmıştı bir şirkette çalışmak. Kamyon şoförlüğü yaptığım şirketin pazarlama departmanında açık vardı, ben de işi gücü bırakıp gittim, orada çalışmaya başladım. Zaman geçti, sonunda koca şirketin müdürü yaptılar beni.
* Peki o arada aşk hayatın nasıl gidiyordu?
- Sevdiğim bir kız vardı. Tüm şarkılarımı onun için yazardım. “Aşk-ı Virane”nin kızı işte, “heder oldum” kızı, “aşkım aşklarından bulasın” kızı.
* Bak ben şarkıdaki o lafa bayılıyorum. Bir ilişkide beddua etmek istiyorsan bundan iyisi yok.
- Bela okumaya karşıyım, okuyanın başına gelir. Arkadaş senden sonra başkasıyla oluyor, e o zaman ondan bulsun demek geldi aklıma. “Aşkım aşklarından bulasın, yüreğinin götürdüğü yerlerde son deminde kaynayasın”... Bu sözleri hep yollarda onun için yazardım.
* Uzun süren bir ilişki miydi? Şimdi ne yapıyor?
- Uzun bir ilişkiydi. Görüşmüyoruz şimdi, evlenmiş sanırım.
* Bir sürü iş yapmışsın. Bir gün şarkıcılığı bırakırsan hangisine dönmek istersin?
- İtalyan restoranında kalırım. Böyle bir hayalim var zaten, bir gün lokanta açacağım.
RAFET EL ROMAN’IN YANINA GAZETECİYİM DİYE GİRDİM
* Gelelim şansının döndüğü Rafet El Roman konserine ve onunla tanışma hikayene. Kulise izleyici alınmaz, sen nasıl girdin?
- Aynı bugün olduğu gibi o gün de 5 Haziran, yani doğum günüm. Arkadaşlarım çok sevdiğimi bildikleri için sürpriz olsun diye Rafet El Roman konserine bilet almış. Arkadaşımın basın kartını ve kamerasını aldım, girdim içeriye. Kamerayı bıraktım ve “Durum bu abi, bir şarkı yazdım” dedim. Onun da tabii hoşuna gitti. Orada, o kargaşanın içinde “Otur bir söyle” dedi, canlı dinledi, hoşuna gitti, “Gel albüm yapalım” dedi.
* Şanslı buluyor musun kendini?
- Son sekiz yıldır çok şanslıyım. İngiltere’de son zamanlarda yaşadığım şeyler çok zordu. 18’ime geldiğimizde ülke dışına yollamaya bile kalktılar bizi. İşimden oldum, sokağa çıkamıyordum yolda polis yakalayıp götürür diye. Sonunda şansım döndü neyse ki...
* Zor zamanlarmış gerçekten...
- Hayatımdaki en ilginç olayı da anlatayım. Fransa’da polisler bizi yakaladı, üç gün aç susuz kaldık bir parkta. İngiltere’ye kaçak gitmeye çalışıyorduk o zaman. Sonra yıllar geçti ve ben Fransa’da o şehirde konser verdim. Resmen ağladım o konseri verirken. Hayat gerçekten de sürprizlerle dolu.
HAYRANLARIM YANIMDA KADIN GÖRMEK İSTEMİYOR
* Şöhret ne getirdi ne götürdü senden?
- İnanılmaz güzel şeyler getirdi. En hoşuma giden şey, beni hiç tanımayan insanların beni görünce elinin ayağının titremesi. İnsan akrabası için öyle tepki vermez. Sevmediğim şey, özellikle internette saçma şeyler yazılması, şöhretimin başkaları tarafından kullanılması; ben onun akrabasıyım, kuzeniyim diyorlar.
* Hayranların o kadar fanatik ki yanında kadın görmek istemiyorlar. Bu birlikte olduğun insanlara haksızlık değil mi?
- Haksızlık. Ama ben en baştan söylüyorum durumun böyle olduğunu zaten.
* Böyle yaşanılır mı peki? Ya da nereye kadar?
- Bir döneme kadar yaşıyorsun, sonra yaşayamıyorsun. Biraz büyüyecek hayranlarım, her şey normale dönecek. Şimdilik çok sevdiklerinden dolayı paylaşmak istemiyorlar kimseyle. Birbirleriyle bile kavga ediyorlar, “senin torpilin ne ki yanına gidip fotoğraf çektirebildin” diye.
* Hayatına gerçekten hayır diyemeyeceğin biri girse, yine böyle davranmaya devam edebilir misin?
- Zor olur, davranamayabilirim.
* “Hayranlarım evlenmeden ben evlenmeyeceğim” demişsin. Dedin mi böyle bir şey gerçekten de?
- Aynen... Şu an evlilik sorularına öyle cevap veriyorum. 5-10 yıl daha var benim evlenmeme...
AŞIKSAM ACAYİP SADIK BİR ERKEK OLURUM
* “Bu meslekten biriyle evlenmem” de demişsin? Neden?
- O cümlem yanlış anlaşıldı aslında. Bir ilişkide bir ünlü yeter, iki ünlü olursa çok zor oluyor hele hele biri oyuncu biri şarkıcı olunca çok daha zor...
* Beren Saat ve Kenan Doğulu’yu tarif ediyor gibisin...
- Belli birilerini kastetmiyorum, genel konuşuyorum. Doya doya, dobra dobra yaşayamıyorsun hayatı. Hele evlendikten sonra bu tamamen imkansız. Saygı duyacaksın ama nereye kadar? Sen konserden geleceksin, o çekime gidecek. Bunları yaşamak bana göre değil. Evlendikten sonra evlilik yaşamak istiyorum.
* “Maço ve hırçınım” demişsin.
- Her geçen sene Yusuf değişiyor. Şu an çok daha modern bir Yusuf var ama önceden maçoydum ciddi ciddi, delirirdim.
* En çok ne kadar delirdin?
- Çok delirip yanlış yaptığım zamanlar hâlâ var. Trafikte çıldırıyorum mesela, arabadan indiğim zamanlar oluyor.
* Sana karışılmasını sever misin?
- Hiç sevmem. Fikir almayı seviyorum ama beni zorlamamaları gerek.
* Kıskançlık desem...
- Aslında kıskaçlık tek taraflı bir şeydir. Kıskandırmak için yapılan şeyleri anlıyorum ve o zaman kıskanmıyorum.
* Meslekte kıskandığın biri var mı?
- Yok. Herkesi takdir ve takip ediyorum.
* Güven konusunda sıkıntı yaşıyormuşsun bir de...
- Doğru. Bir aldatma veya aldatılma yaşamadım ama etrafta yaşananları görünce güvenmek zor diye düşünüyorum.
* Sen güvenilir misin ilişkide?
- Seviyorsam, aşıksam acayip sadığımdır. Yalnızsan, hayatında kimse yoksa çapkınlık yapabilirsin; onun dışında çirkin bir şey bu...
* Şeytan tüyü var galiba sende...
- Öyle söylüyorlar. Ben konuşurken gözlere bakarım, bu çok etkili sanırım.
* Müzik yapmadığın zamanlarda neler yaparsın? Çılgınlıklar var mı?
- Kötü alışkanlığım yok, sigara ve alkol kullanmıyorum, madde almıyorum. Müzik dışında uçak tutkum devam ediyor. Adrenalin manyağı bir adamım. Dokuz defa paraşütle atladım. Öbür tarafa gidip geliyorsun bir kere. O an her şeyin boş olduğunu, gelip geçici olduğunu, hayatın değerini anlıyorsun.
SAKAL GİDİNCE BEN OLDUĞUMA İNANMADILAR
* İlk kez bir filmde rol aldın, hem de başrol. Levent Akçay’ın yönettiği, Çanakkale Savaşı yıllarında geçen “Sarı Siyah”ta 16 yaşında bir genci canlandırıyorsun. Bu filmde oynamayı kabul etmende en büyük etken neydi?
- Milliyetçi duygularım ağır bastı, senaryo beni etkiledi. Levent “Vatan, millet, Sakarya” deyip kandırdı beni.
* Filmde sakalsız bir Yusuf Güney var. Sakalın olmadan nasıl hissettin kendini?
- Bu, hayatım boyunca sakalımı ikinci kesişim. İlki askerdeydi, ikincisi de bu film için oldu. Sakal ve bıyık kesme olayına bir türlü alışamadım. Köylü ablalar bize çay getiriyor, “Bu Yusuf Güney mi, televizyondaki hallerine hiç benzemiyor” diyorlardı. Şarkı bile söyledim onları inandırmak için.
* Çekimler nasıldı? Yaşadığın ilginç bir şey oldu mu?
- Çekimler zordu. Kış şartlarında savaş filmi çekiyorduk sonuçta. Sondaki çatışma sahnesini -10 derecede çektik, bele kadar çamur içindeydik. Hastalandım tabii.
GEZİ, PARK OLARAK KALMALI
* Tatil planın var mı?
- Her yıl Türkiye içinde fiks bir tatilim vardır. Her yaz İngiltere’den atlar otomobile, Türkiye’ye gelirim. Uçakla gidip otomobille dönüyorum, kışın tekrar götürüyorum. Gelip gittiğim yolları görsen inanamazsın. İsviçre, İtalya muhteşem. Ben doğayı seven biriyim, deşarj oluyorum.
* Doğayı sevdiğini söyledin, peki Gezi Parkı için ne diyeceksin?
- İnsanların nefes alması için parkların çoğaltılması gerekiyor. Ben Londra’da yaşadım, orası adım başı park. Bu parkların üzerine gidip çivi çakın, olay çıkar. Gerçekten Gezi’ye AVM mi yapılacaktı, onu da net bilmiyoruz tabii. Ama parkı tercih ederim.
* Park için başlayan olaylar hakkında ne düşünüyorsun?
- Eylem, yürüyüş yapılır, konuşulur ama çatışmaya karşıyım.
Prof.Dr. M. Özkan Pektaş (Psikiyatr): Risk almayı seviyor
28 yıla ne kadar çok yaşanmışlıklar sığdırmış; hikayesinde yok yok. Bu durum gözlem kabiliyetini çok artırmış. Risk almayı seviyor, kolay vedalaşıyor her şeyle, türlü türlü kimliklere bürünüyor. Bu durumu profesyonel yaşantısına taşıması isabet olmuş. Zaman zaman tepkilerini kontrol etmekte zorluk çekse de geldiği toprağın hakkını veriyor.