OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 07, 2004 00:00
Masal gibi, roman gibi yaşanan hayatlar, aşklar ve olaylar. Ersin Kalkan'ın Aşkın İçinde Aşk Var kitabında yer alan hikayeleri ancak bu şekilde tanımlamak mümkün. Hikáye diyorum ama anlatılanlar kurgu değil, tamamen gerçek. Kimi gazetede yayımlanmış, kimiyse ilk defa kitapta okurla buluşan gerçek hayat hikayeleri. Bir macera filmini aratmayacak türden hayatlar, değme aşk romanına taş çıkartacak cinsten hikayeler. Akıp giden hayatın içinde yanı başımızda yaşanan ama bizim görmediğimiz, göremediğimiz hayatlara, aşklara dikkat çekiyor Ersin Kalkan. Ve kitap hayatın ve aşkın, en usta kurmacaları, en büyük hayalleri aştığının bir belgesi adeta.n Kurgu olarak okunabilecek hikayeler bunlar ama hepsi de gerçek. Bu kitabın türü için ne diyebiliriz?- Aslında Zeki Coşkun bunları ‘‘yaşantı’’ diye bir başlık altında topladı. Yani, ne kurgu ne de hayatın ta kendisi. Şöyle sınıflayabiliriz; hayat üstü az hikaye... Bunlar benim gazeteci olarak gezindiğim hayatların içinde rastladığım, yanından geçerken dokunduğum, uzaktan izlerken rüzgarından etkilendiğim hakiki hayat hikayeleri. Şunca zaman sonra inandım ki, hayat hayallere sığmayacak kadar olağandışı hikayelerle dolu. Ben bunları topladım. Bir kurgu yaparak, daha doğrusu bir kronik oluşturarak okuyucuya sundum.n Kitapta yer alan öykülerin tamamı gazetede
haber olarak yayınlandı mı?- Hayır, bazı hikayeler ilk defa okuyucunun karşısına çıkıyor. Çünkü uzundu, gündeme denk düşmüyordu, yaşanan ve itibar edilen olayların dışında kalıyordu. Aslında bu kitapta toplanan öykülerin büyük bir bölümü gündem denilen muammanın dışında kalıyor. Ama bir şekilde gazete sayfalarına girmeyi başarıyordu.n Bazı hikayelerde isim vermeyi, kahramanların fotoğraflarını uluorta kullanmayı reddetmişsin. Bu hikayeler içinde yer alan ‘‘Dehşet Sokaklarında Yaşanan Aşk’’, ‘‘Badem Çiçeğinin ve Suyun ve Aşkın Sırrı’’ adlı hikayelerde kahramanları takma isimlerle sundum okuyucuya. Fotoğraf yerine de Sabahattin Demiray'ın çizgilerini kullandık. 2002'nin 14 Şubat Sevgilililer Günü öncesiydi. Haber toplantısı yapıyorduk. Adet olduğunca herkes günün anlam ve önemi üzerine öneriler sunuyordu. Ben de tanıklık ettiğim bir hikayeyi naklettim arkadaşlara. Yazalım diye karar verdik. Ne var ki anlatan kişilerin gerçek isimlerini kullanmamız, fotoğraflarını basmamız mümkün değildi. Gerçek olayı fotoroman gibi çizgiyle anlatmaya karar verdik. Hem özel yaşamların didik didik edildiği gazetecilik furyasında çok farklı bir yöntem kullanmış olduk hem de hikayeye çok denk düşen bir sayfa sunduk okuyucuya.BİRİ
FÄ°LM OLACAKn Bu kitapta neredeyse doÄŸaüstü rastlantılarla örülü hayatlar yaÅŸamış kahramanlarla karşılaşıyoruz...- Evet. ÖrneÄŸin yaÅŸayan son casus, soÄŸuk savaÅŸ döneminin gizemli kahramanlarından biri olan Hüseyin Yıldırım. Ben bu hikayeyi 1997'de Gazete Pazar'da yazdım. Yıldırım o sırada ABD'de hapisteydi. Bir baÅŸka hikaye ise, Özbekistan Ana Muhalefet Partisi lideri, büyük ÅŸair Muhammet Salih'in hayatıyla ilgili. Ä°ki cihan bir araya gelse mümkün olmayacak tesadüflerle dolu bir olay örgüsüyle karşılaşıyoruz.n Hatırlıyorum, bu hikayeler yayınlandığında çok ses getirmiÅŸti. Bir de kitapta yer alan ‘‘Dicle Kıyısında AÅŸ ve Ölüm’’ baÅŸlıklı hikayenin yankıları aylarca sürmüş ve uzun metrajlı bir senaryoya da konu olmuÅŸtu.- Söz konusu hikaye de 1997'de yayınlanmıştı. Ali Sürmeli, Yılmaz ErdoÄŸan ve Erkan Can, oturmuÅŸlar dokuz ay boyunca çalışarak bir senaryo ortaya çıkarmışlardı. Dicle kıyısında bir köyde bulunan, bir gül bahçesinin çevresinde yarım asır boyunca yaÅŸanan bu hikaye çok etkileyici. Ama o dönem 'konjonktür' uygun olmadığı için film çekilemedi. Önümüzdeki yıl proje hayata geçecek. Ä°LK HOCAM CEMAL SÃœREYAn Yüzlerce haber yaptın ama kitaba sadece bunları koydun. Senin için bu hikayelerin özelliÄŸi, bu aÅŸkları ve hayatları farklı kılan neydi?- Meslek yaÅŸamıma aÅŸkın ve sıkıntının büyük ÅŸairinin, Cemal Süreya’nın yanında baÅŸlamak benim için bir ÅŸanstı. O bana hep bir Çin atasözünü tekrarlardı: KurbaÄŸanın biri kuyunun dibinden yukarıya baktığı zaman gökyüzünü kuyunun aÄŸzı kadar zannedermiÅŸ. ‘‘İnsanların çoÄŸu biraz bu kurbaÄŸaya benzer’’ derdi, ‘‘her fani, içinde bulunduÄŸu ortamı hayatın bütünüymüş gibi algılar. Oysa dünya, kuyunun dışına adım attığında baÅŸlayan yerdir.’’ Bu sözü hiç unutmadım. Gazetecilik bana bütün sınıfların, acıların, aÅŸkların içinden geçebilme olanağını saÄŸladı. Ä°nsanların allayıp pullayıp ortalara döktüğü 'düzeyli iliÅŸkiler'in ortasında en büyük yarayı aÅŸkın aldığını gördüm. Ä°liÅŸkiler artık ayak üstü tüketilenmeye baÅŸlandı. Üç sene, beÅŸ sene ömür biçildi aÅŸka. Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Ben sonsuz aÅŸka hep inandım. Sadece okuduÄŸum eski zaman kitaplarında deÄŸil, dolaÅŸtığım dünyalarda da ÅŸahit oldum bu sonsuzluÄŸa.n AÅŸkın ömrü üç-beÅŸ seneyle sınırlı deÄŸildir demeye mi getirdin?- Evet, tam da öyle. Önce anlattım insanlara. Sevdiler bu öyküleri ama inanmadılar. Bir masal gibi dinlediler. Ä°nanmadıkları aÅŸktı aslında. Ama aÅŸka olan inançlarını yitirenlerin durmaksızın üşüdüklerini, uykularını, huzurlarını, sessizliklerini kaybettiklerini fark ettim. Çünkü, insan aÅŸka olan inancını kaybederse dünya buz gibi olur. Felekten daha fazla gece çalmak için uykusuzluÄŸa vurur kendini. Ve gürültü yapmaya, kalabalıklar içinde ruhunu kaybetmeye baÅŸlar. Çok iliÅŸki, hiç iliÅŸki olmaya baÅŸlar. Hiç adamlarla, hiç kadınların dansı baÅŸlar. Felsefesi olmayan bir hiçlik içinde yitip gider her ÅŸey. Buna itiraz ettim. En çok da inançsız olanların bu hikayelerden etkilendiÄŸini gördüm. DoÄŸru yaptığımı anladım.Â
button