Güncelleme Tarihi:
İnceleme
Babıâli’nin Reisülküttabları
Nazır Şentürk
Doğan Kitap
Reisülküttab için Türkçe sözlüklerdeki tanım şöyle; “1. Osmanlı döneminde XVII. yüzyıla değin padişah divanında, divan yazmanlarının başı olan görevliye verilen ad, 2. Tanzimat’tan önceki dönemde imparatorluğun dışişleri bakanı.” Daha detaylı tanımını tarih kitaplarından, sözlüklerinden okumak da mümkün. Nazır Şentürk’ün incelemesi, ‘Babıâli’nin Reisülküttabları’ ise imparatorluğun bu mühim görevlilerini tüm ‘çevresiyle’ ele alıyor. Yani, kitabın başlığına bakıp, imparatorluk zamanının saray görevlilerinden biri hakkında yapılmış sıkıcı bir inceleme sanmayın. Aslında harika bir Babıâli tarihi. Öyle ki, daha kitabın başlığını oluşturan bölüme gelene kadar, tarihsel perspektif içinde öyle bir Babıâli panoraması çiziyor ki Şentürk, lenduha gibi tarih kitaplarının yapamadığını, ilk bölümde yapıyor. Babıâli neresidir sorusuyla başlayıp Babıâli kapı kitabeleriyle, Babıâli baskınlarıyla, yangınlarıyla devam ediyor. Osmanlı diplomasisi hakkında kısa ama etraflı bir bilgi verip, reisülküttab nedir, kimdir sorularını cevaplıyor. Sonra Babıâli’de görev yapmış 48 reisülküttabın kısa biyografisini ve önemli özelliklerini anlatıyor. Son zamanların en derli toplu inceleme kitabı olduğu kadar, uzmanından meraklısına ve konuya yerli dizi mesafesinde olanlara dahi keyif verecek bir inceleme. Nitelikli kaynakçası bizi başkaçalışmalara yönlendiren görsel malzemeyle de zengin bir kitap.
Bayan Jean Brodie’nin Baharı
Muriel Spark
Çev.: Püren Özgören
Siren Yayınları
Acayip güzel bir roman ‘Bayan Jean Brodie’nin Baharı’. Romana ismini veren kahramanımız Bayan Brodie, gelmiş geçmiş en ‘tuhaf’ öğretmenlerden. Ayıptır söylemesi, ne Çalıkuşu’nun Feride’si kadar idealist ne Ölü Ozanlar Derneği’nin John Keating’i kadar romantik. Onun da kendisine meftun öğrencileri var ve bu kızlar ‘Brodie takımı’ olarak adlandırılıyorlar. Öyle matematik, fizik problemlerini gözü kapalı çözüp ezbere Shakespeare okuyan öğrenciler değiller. Yine de bir sürü konuda engin bilgileri olan kızlar bunlar! 30’ların İgniltere’sinde kendi düzenini kurmuş popüler, popüler oldukları kadar da marjinal kızlar grubu. Ders saatlerinde Bayan Brodie kızlara ‘baharı’nı anlatmaktadır! Hiç küçümsemeden, Amerikan filmlerindeki ‘pon pon kızlar’ hikâyesinin atası denebilir. Ama böylesini görmediniz daha önce. Haliyle bir klasikten söz ediyoruz.
Aslına bakarsanız konusundan çok bahsettik. Okumaya başladığınızda, şimdiye kadar görüp görebileceğiniz en muktedir, en etkileyici ‘anlatıcı’ ile karşılaşacaksınız. Sürekli hareket ediyor, anlatıcı. Ya kulağınıza fısıldıyor, ya sizi dürterek konuşuyor, ya çok uzaklardan sesleniyor, ya da bir tokat atıp size ‘kitap okuduğunuzu’ hatırlatıyor. Hani, bazı filmlerde geçmişi hatırlayan kahramanlar hülyalı bakışlarla yukarı çevirirler ya kafalarını. Birden çocukluk yıllarındaki bir olay anlatılırken, pat diye araya birisi girer ve ‘aslında böyle değildi’ diyerek, bunun bir sinema olduğunu hatırlatır ya, en kaba ifadeyle. İşte öyle bir anlatıcı. Muriel’den önce bunu yapabilen varsa bile, asla çıtayı onun kadar yükseğe çıkaramamışlardır kanaatindeyim. Brodie Takımı’nın kızları meşhur ‘bahar’ı dinlediklerinde henüz kızların ergenlik çağında olsalar da, anlatıcı birden ‘flashforward’ ile 10 yıl sonrasına gidip, olayın kahramanı kızlardan birinin otel odasında yanarak öldüğünü ilan ediyor. Sonra meşhur takıma geri dönüyoruz. Bir süre sonra başka bir kızın evli barklı olup, artık ölmüş Bayan Brodie’nin mezarını ziyarete gittiğini okuyoruz. Sonra o hayran kalacağınız ‘anlatıcı2 bir fiske vuruyor burnunuza. Kendinize geliyorsunuz, bu ‘kız kurusu’ Jean Brodie’nin şövalye hikâyelerinden daha etkileyici ‘bahar’ına geri dönüyoruz. Tabii meşhur ‘bahar’ın başını sonunu tam olarak öğrenip öğrenemeyeceğiniz muğlak. Muriel Spark öyle bir roman yazmış ki bundan yıllar önce, bugünün anlatımını yaratmış adeta. Çok uzattık, okuyun, tekrar konuşalım...
Çocuk
Lulu ve Brontozor / Lulu Köpek Gezdiriyor
Judith Viorst Çizen: Lane Smith
Çev.: Şiirsel Taş, Gökçe Ateş Aytuğ
Hayy Kitap
Uzun süredir çocuk kitabı okumuyordum ne yalan söyleyeyim. Daha doğrusu okuduğum kimi kitaplardaki kahramanlar, gerçekten ‘çocuk’ olarak anlatılıp bizzat yazarı tarafından, yanakları mıncırılarak agucuk gugucuk diye seviliyordu. Haliyle gerçekten uzak, şirinlik abidesi çocuklara biraz mesafeli yaklaşmama sebep oluyorlardı. Ama Lulu tam bir baş belası! Bunu ben söylemiyorum, annesi babası bile itiraf ediyor. Hattâ yazarı Juditn Viorst daha sert değerlendirip “karın ağrısı” diyor şuncacık Lulu’ya. Tam bir huysuzluk abidesi Lulu. Mızmız ve şımarığın önde gideni. Her istediğinin yapılmasını isteyen, zaten her istediği olan, şayet anne babası itiraz edecek olursa camları kıracak kadar tiz bir sesle bağırıp kendini yerlere atan, bu esnada havaları tekmeleyip ortalığı ateşe veren bir çocuk. Hikâye bu ya, kahramanımız Lulu ilk macerasında evcil bir brontozor beslemek istiyor. Tamam, artık dinozorların dünya üzerinde yaşamadığını yazar da biliyor ama yapacak bir şey yok. O brontozor beslenecek! Anne ve babasının beceriksizliğinden usanan Lulu, kendi brontozorunu bulmak için dünyanın en saçma ama en eğlenceli serüvenine çıkıyor. İkinci kitapta ise Lulu, ekmek parasını kendisi çıkarmak zorundadır. Zira istediği şey ateş pahasıdır ve ailesi çalışması gerektiğini söyler. En uygun iş, köpek gezdiriciliği yapmaktır. Şahsen iradesine hayran kaldığım Lulu bu kez köpeklerle kapışıyor!
Tarih
Dünyaya Neden Batı Hükmediyor (Şimdilik)
Ian Morris
Çev.: Gül Çağalı Güven
Alfa
Şükürler olsun Batılı tarih araştırmacıları Doğu’yu keşfettiler. Daha doğrusu Doğu’nun farkına varılması gerektiğini öğrendiler. Öyle ya, şimdiye kadar mitolojiden teknolojik icatlara, ülke yönetiminden kültür ve sanata her şeyin Batı bilhassa Avrupa kökenli olduğuna inandırmışlardı birçoklarını. Biraz meraklılar birkaç isim, hadisenin farkına varıp, Arap dünyasının veya bilhassa Çin’in hakkını teslim etmeye başlamışlardı. Ama ne yazık ki, artık tüm dünya üzerinde oluşmuş bir “Batılı” bakış hakimiyeti oturduktan sonra. Elbette Avrupa kültürü, daha önce Doğu’da ortaya çıkmış birçok şeye gerekli yaygınlığı veya en ideal güncellemeyi yapmış olsa da her meseleye onların penceresinden bakmak biraz hataya düşürüyordu insanı. Neyse ki, 2000’li yıllar itibariyle Doğu’nun büyük ejderi Çin, kendini gösterdi de, dünyanın ikinci büyük ekonomisi gerçeği konunun yeniden ele alınması gerektiğini ortaya koydu. Bunların en başta geleni de tarih yazımı ve söylemi olsa gerek. Her ne kadar daha önce başka önemli isimler, dikkatleri Avrupa’dan daha uzaklara, doğuya çevirse de sayılarının azlığı yeterli ses çıkmasını önlüyordu. Günümüz İngiltereli tarihçilerinden Ian Morris de Çin etkisiyle birlikte doğuya bakılması gerektiğini anlatıyor kitabında. Geleceğin dünyasına yön verecek Doğu’nun tarihinin bilinmesi gerektiğinden hareket ederek, dört başı mamur bir tarih çalışmasına imza atıyor.
Öykü
Hah
Birgül Oğuz
Metis Yayınları
“Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum”. Türk şiirinin büyük isimlerinden Cemal Süreya’nın şiirinden başka bir şey, bu kadar iyi anlatamaz ‘Hah’taki öyküleri. Birgül Oğuz’un öykülerini okumaya başladığınızda ölümün nefesi vuruyor suratınıza. Soğuk, karanlık, iç sıkan, sürekli yutkunduran. Ağzınızda çiğneyebileceğinizden büyük bir lokma varken ağlamaya başladınız mı hiç? Bir ölüm de olabilir sebebi, bir ayrılık da. Önemli değil. Ağlayamazsınız, yutamazsınız da lokmanızı, damarlarınızın şiştiğini hissedersiniz. Nefes almak mı, hak getire. Öyle giriyorsunuz ‘Hah’taki öykülere. Sonrası daha beter. Kahramanın deyişiyle “Bindokuzyüzeylül” senesinde başlayan dertlerinin bugünkü iç sıkıntılarına sebep olduğu kahreden ömürler. Bütün manzarayı ağlamaktan kızarmış gözlerle izlediğiniz bir anlatım. Ağlama dediysem, sinirden ağlamak bu. Nefreti daha da hiddetlendiren. Kime mi? Hayata, kadere, anaya, babaya, akrabaya, sokaktaki ‘etkafalılara’ en sonunda kendine hattâ. Oğuz, Hah’ta yasla yazmaya başlamış ilk harfini. Kişisel olarak, en başta da işaretini verdiğimiz üzere, ‘baba ölümü’nün etkisiyle bakıyor dünyaya. Ama sadece babasını veya baba ölümünün onda yarattığı ‘bireysel’ hüznü anlatmıyor bize. Ki hüzün değil öykülere sinen, asla! Her öyküde biraz daha derinden vuran diliyse özellikle müthiş.