Güncelleme Tarihi:
Araştırma-İnceleme
Projesiz Modernleşme
Hakan Kaynar
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
Türk modernleşmesi ve Türkiye’de çağdaşlaşma konuları üzerine kalem oynatan sosyologlar, tarihçiler, araştırmacılar umumiyetle bunun ‘yukarıdan aşağıya’ yani, otoriteden halka doğru olduğunu söylerler. Bir ölçüde doğrudur da. Padişah fermanları ile hazırlanan nizamnâmeler yahut Cumhuriyet Türkiye’sinde Ankara merkezli inkılâplarla gerçekleşen bu uygulamalarda ‘halk’ın hiç mi rolü yoktur? Hakan Kaynar, Projesiz Modernleşme kitabında bu soruları sorup cevaplarını sıralıyor, nedenleriyle. Cumhuriyet İstanbul’undan gündelik fragmanlar alt başlığıyla eskinin payitahtı yeni Cumhuriyet’in çok onaylanmayan şehri İstanbul’un gündelik hayatını büyüteç altına alıyor. Farklı okumalarla daha da zenginleşecek bir anlatıma sahip kitapta, toplu taşımaların, değişen konut yaşantısı ve elbette sinemanın kendi kendine moderleşen halk üzerindeki etkilerini anlatıyor Hakan Kaynar. Kitabı yepyeni bir ‘İstanbul kitabı’ olarak okumak da mümkün. Ama hepinizin hemfikir olacağı bir şey varsa, o da kadınların modernleşmedeki yadsınamaz etkileri. Zira Kaç kafeslerinden çıkıp toplu taşıma araçlarına veya çeşitli iş kollarına geçiş yapınca sosyal yaşantıyı da yeniden şekillendiriyorlar. Türk modernleşmesine dair farklı bir bakış açısı getiren, muhakkak okunması gereken bir inceleme.
Roman
Dikkat! Zımba gibi bir roman
Acı Düşler Bulvarı
Cumhur Orancı
Ayrıntı Yayınları
Türkiye’de polisiye edebiyat ile ilgili yapılan açıklamalarda-tartışmalarda konu, bizde neden Batı’daki gibi metinler olmadığına evrildiğinde hemen aynı ifadeler kullanılır. Kimisi bizde Amerika ve diğer ülkelerdeki gibi bir sigorta sisteminin olmaması, dolayısıyla sağlam entrikalar içeren cinayetler olmadığını söyler. Diğerleri de, modernleşme süreci içerisinde konuyu ele alarak, ‘birey’ ve benzeri kavramlarla, bu topraklardan seri cinayet çıkmayacağını söylerler. Elbette bu durumların gerçek payı olduğu kadar eleştirilecek yönleri de vardır. Neticede birileri basit bir mantık yürüterek, Jules Verne’in yazdıklarını nasıl açıklayacaksınız peki? diyebilir... Belki de bu yüzdendir, tarih içerisinde bir gizemle iliştirilen veya siyasi birtakım meseleleri dahil ederek kurgulanan eserler kaleme alınması.
Nihayet, tüm bu entrika veya benzeri eksikleri giderecek bir kitaba kavuştuk, edebiyatımız içerisinde. Neticede cinayet için insanın elinde binlerce sebep bulunabilir ve işin içinde birtakım ‘organize işler’ varsa çözümü zor hadiseler cereyan etmiş olabilir. İş sağlam bir yeraltı şebekesine, sağlam bağlantılara ve güçlü tanıdıklara bakar. Bu sağlam tanıdıkların illâ nüfuzlu kişiler olmasına gerek yok; zeki olmaları kâfidir.
Uzun bir aradan sonra, Cumhur Orancı imzasıyla yayımlanan ‘Acı Düşler Bulvarı’ kitabından söz etmek için böyle iddialı ve uzun bir girişe ihtiyacımız vardı. “Üstteki adam çorabının içinden bir jilet çıkardı, alttaki adama belli etmeden sağ elinin baş ve işaret parmakları arasına aldı. Adam jileti parmaklarının ucunda zehirli bir akrebi tutar gibi tutuyordu. Bir yankesicinin el çabukluğuyla alttaki adamın kasığına jiletle bir yarım ay çizdi. Alttaki adam neye uğradığını anlayamadan üstteki adam sol elini yarım ayın ortasına bastırdı, sağ elini açılan delikten içeriye soktu, alttaki adamın bağırsağını çekti zamanı durdurmak istercesine bir hırsla...” sözleriyle son derece çarpıcı bir anlatımla, 1990’larda Cihangir çevresinde işlenen bir travesti cinayetiyle başlıyor roman. Olayın işlendiği yere ilk ulaşan foto muhabiri ile 2000’lerde yapılan bir görüşmeyle başlayan macera, bahsi geçen herkesin dahil olup ‘olağan şüphelilerin’ sayısının artmasıyla ilerliyor. Şehrin bugünkü güzide muhitlerinde yaşanan cinayetlerin arkasında bir konut mafyası vardır. Lakin işin içindeki insan ağı Amerika’ya kadar yayılmaktadır... Cumhur Orancı, Acı Düşler Bulvarı’nda ‘zımba gibi bir roman’a imza atıyor, hiç abartmadan. Mevzunun ne olduğunu idrak edene kadar, ilk bölümlerde biraz zorlansanız da kısa süre sonra daha okurken hayran kalacağınız bir kitap.
Öykü
Nimrod Çıldırışları
Etgar Keret Çev.: Avi Pardo
Siren Yayınları
Çok sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir dostunuz tarafından size verilmiş bir hediye düşünün. Kırılma riski olan bir biblo veya benzeri bir armağan. Üstelik hatırası bol bir armağan bu. Başına bir şey gelmesi durumunda dünyanızın yıkılacağı bir obje olsun bu. Sonra birgün ‘çaaat’ diye gözünüzün önünde tuz buz olduğunu hayal edin. Nasıl üzüleceğinizi tahmin edebiliyorsunuz, sanırım. Birilerine bu kırılma hikâyesini anlatmadan önce, o hediyenin kimin tarafından ve ne şekilde size armağan edildiğini anlatırsınız. Aradan geçen yıllarda nasıl daha da değer kazandığını, o kişiyle yaşadığınız olayları anlatırsınız usanmadan. O kırılma ‘an’ı kırılan objenin mazisiyle birlikte anlatılmak zorundadır, ama uzun ama kısa. Yazdığı öykülere kesinlikle tarafsız yaklaşamayacağım Etgar Keret ‘Nimrod Çıldırışları’nda bunu yapıyor. Olağanüstü metaforlar ve sağlam bir ironiyle birbirinden güçlü öyküler toplamına imza atıyor. Geceleri ensesi kıllı, şişko bir adama dönüşen sevgilisiyle şehri birbirine katan bir adam, sahibi dışında herkese hırlayan ve defalarca evden kilometrelerce uzağa atılmasına rağmen eve geri dönen hattâ tüfekle vurulmasına rağmen ölmeyen köpek Tuvian ve daha niceleri arz-ı endam ediyorlar bu kez sayfalarda. Canımızı acıtmıyor Keret, ama damarımıza basıyor hiç çekinmeden, ‘insan olanın’ hissedeceği sertlikle.
Deneme
Gölgesi Kaleminin Ucunda: Montaigne
Feridun Andaç
Kavis Kitap
Dünyada hiçbir deneme yazarı yoktur ki, Montaigne’in kaleminin gölgesi onun üzerine düşmesin. Cesur olanlar, ‘deneme’ denince ilk akla gelen Montaigne’in onları özgürleştirdiği bu gölgeden bahsetmekten çekinmezler. Büyük usta Stefan Zweig, Montaigne adlı kitabında ustaların ustasının hayatındaki şifreleri anlatırken, kendi yazarlık serüvenindeki etkisinden de bahsediyordu aslında. Feridun Andaç da Gölgesi Kaleminin Ucunda: Montaigne isimli kitabında Montaigne’e olan borcunu ödüyor bir nebze de olsa. Andaç, tutup ustayı ve Denemeler’ini anlatmıyor bize. Kendi açıklamasıyla; “Yazdıklarıyla elimden tutan, bana düşünerek/sorgulayarak okumayı, ama tutkuyla okumayı, bunun yol yordamını gösteren, daha doğrusu okurken yazmayı öğreten bir yazarla başlayan yolculuğumun izlerini sizlerle paylaşmak,” için kaleme alınmış bir kitap. Türk edebiyatındaki ‘deneme’ türüne dair önemli söyleşilere, açımlayıcı kitaplara imza atmış olan Andaç, Montaigne’in gölgesinden kendi yazarlık serüvenini anlatıyor aslında. Bir okur/yazar olarak Montaigne izleğinden hareketle yazarlık burçlarını ele alıyor aynı zamanda. Bizi başta Montaigne olmak üzere başka yazarlara yönlendiriyor denemelerinde. Andaç’ın Deneme Zamanı adlı ‘üçlemesi’nin ilk kitabı Montaigne, büyük ustaya, kendine ama ençok da yazma serüvenine yeni bakış açısı kazandıracak.
Roman
Tavşan Deliğinde Fiesta
Juan Pablo Villalobos Çev.: Çiğdem Öztürk
Monokl Yayınları
Başka kitaplardan söz ederken kurmadan edemediğim bir cümledir: Çocukları asla küçümsemeyin. Kimsenin aklına gelmeyecek kadar zalim olabilirler ve hiçbir yetişkinin baş edemeyeceği derinlikte bir hayal gücüne sahiptirler. ‘Dehşetengiz’ bir durumdur bu. Kullandıkları kelimeler ve kurdukları cümleler bize basit gelse de ‘pirüpak’ bir ifade gücüne sahiptirler. Zaman zaman bizleri ‘patetik’ bir duruma sokmalarının sebebi de bu olsa gerek. Tıpkı Tochtli ve onun anlattıkları gibi. Meksika’nın en büyük uyuşturucu baronunun oğlu olan Tochtli’nin ağzından babasının yeraltı imparatorluğu hakkında her şeyi okuyoruz. Hükümetle olan bağlantılarını, çevirdikleri pis işleri ve kurdukları korku imparatorluğunu. Öyle korkutucu cümlelerle değil, aksine son derece sevimli ifadelerle anlatıyor tüm bunları Tochtli. Örneğin; “Ceset yapmanın bir sürü yolu var, ama en yaygın olanı kurşun deliği açmak. Kurşun deliği kanın dışarı çıkması için insanlarda açtığınız oyuktur,” gibi son derece basit bir şekilde anlatıyor her şeyi. Hayatında topu topu 15 kişiyi tanıyan ve çevresindeki insanlara göre dehşetengiz, patetik, pirüpak gibi kelimeleri kullandığı için ‘ileri zekâlı’ Tochtli’yi ve anlattıklarını çok seveceksiniz. Tavşan Deliğinde Fiesta oldukça lezzetli, sıradışı ve kesinlikle gözden kaçırılmaması gereken bir ilk roman.