Güncelleme Tarihi:
Roman
Irina Poignet
Philippe Blasband
Çev.: Mesut Tufan
Sel Yayıncılık
Irina Poignet, zavallı dul Maguy ile “elinden” her iş gelen Irina Çelikbilek’in öyküsü. Basit gibi görünüyor ama değil, çünkü ikisi de aynı insan. Zavallı dul Maguy, torunu Felix’in tanı konulamaz hastalığının tedavisi için acil para bulmak zorundadır. Üstelik, yüklü bir para! Emekli maaşının üzerine ilave edebileceği parayı kazanmak için iş arasa da, hiçbir şansı yoktur, genç rakiplerinin yanında. Üstelik hayırsız oğlu ve en az onun kadar umarsız gelini de çocuklarını çoktan unutmuş gibidirler! Maguy, çaresizlik ve bir o kadar telaş içinde iş ararken, hiç ummadığı bir yerde iş fırsatı yakalar. Bir genelevde ‘özel’ bir konumda çalışacaktır. Bütün ömrü boyunca badem yağıyla yumuşacık tuttuğu ihtiyar ellerinin nihayet birileri kıymetini bilecek gibi görünmektedir. Zavallı dul Maguy kısa sürede, piyasada en çok kazanan Irina Çelikbilek’e dönüverecektir. Üstelik, hiçbir erkekle yatmadan. Nasıl, diye soranlara açıkça izah edelim, Maguy’in “elleri” piyasanın tecrübeli isimlerinden çok daha maharetlidir. Irina Çelikbilek, muazzam el işçiliği göstererek, kısa sürede ücretini üçe katladığı gibi, başta patronu olmak üzere herkesi kendine hayran bırakacaktır. Çağdaş Belçika edebiyatının özgün kalemlerinden Blasband, ‘Irina Poignet’te bilmek istemediğimiz dünyaların tüm yönlerini gösteriyor...
Öykü
Bir kitap iki iyi çeviri
90’larda satranç şampiyonu Garri Kasparov ile IBM’in ürettiği ‘Deep Blue’ bilgisayarın maçlarını ve sonuncunun ardından çıkan tartışmayı hatırlarsınız. Kasparov, mağlup olunca insan müdahalesi iddiasını dile getirmiş ve rövanş talep etmişti. IBM, karşı çıkmasına rağmen, ne hikmetse rövanşı kabul etmediği gibi ‘Deep Blue’ projesini de sonlandırmıştı. Birçoğumuzun hatırlayacağı en ateşli satranç ‘mücadelesi’ydi bu. Elbette satranç tutkunlarının bildiği, tarihe geçmiş başka müsabakalar da var. Ama edebiyat tarihinin en büyük müsabakalarından birini, Stefan Zweig’ın Satranç adlı uzun öyküsünden okumalısınız, tabi daha önce okumadıysanız!
Zweig’ın uzun öyküsünde iyi niyetli bir köy papazı tarafından evlat edinilen, yetim ve insanı şaşırtacak derecede cahil Mirko Czentovic ile Avusturyalı asilzade bir ailenin varisi Dr. B. arasında, New York’tan Buenos Aires’e hareket eden bir yolcu gemisinde yaşanır efsane müsabaka. Czentovic’nin bütün cehaletine rağmen, zihni melekeleri satranç konusunda rakipsizdir. Daha çocuk yaşta, en iyileri birbiri ardına devirip, şöhret basamaklarını tırmanmıştır. New York’tan Buenos Aires’e gitmesinin sebebi yenilmezlik serisini devam ettirmektir. Ancak aynı gemide bir satranç “meczub”u daha vardır. Gizemli Dr.B. yıllarca kaldığı hücresinde kendi kendine oynadığı satranç sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştur. Ancak yeniden satranç oynaması kesinlikle yasaktır. Ta ki, ‘kendini sınamak’ isteyene kadar! Stefan Zweig ‘Satranç’ isimli bu uzun öyküsünde, Czentovic ve bilhassa Dr.B. aracılığıyla bütün psikolojik birikimini gözler önüne sermiş. Dr.B.’nin anlatıcıya aktardığı eski anıları, ‘psikolojik’ çözümlemenin anatomisi gibi adeta. Dahası, Zweig Satranç öyküsünde, hep korktuğu ve kaçtığı Nazi zulmünün de bütün korkunç yüzünü göstermekte. Zira sadece toplama kamplarında değil, Gestapo’nun sorgularda uyguladığı yıldırıcı metodları tüm canlılığıyla aktarır. Aslında bunlar, biraz da Zweig’ın kendi karamsarlığının göstergesi. İkili arasında yaşanan, sadece gemideki bir avuç satranç meraklısının tanık olduğu bu olağanüstü mücadelenin öyküsü, iki ayrı yayınevi tarafından yayımlandı. Kitabın ismine ve anlattığı öyküye uygun olarak, isteyen okurlar, her iki kitabı aynı anda okuyabilir. Bu sayede Ahmet Cemal ve Esen Tezel’in çevirisi farklı bir satranç mücadelesine dönebilir! Kitabın sonunu değilse de çeviri mukayesesinin sonucunu söylemeliyim: Berabere!
Hobi - Rehber
Türkiye Deniz Canlıları Rehberi
Mert Gökalp
İnkılâp Kitabevi
Sizleri bilemem ama, yemeklik balıklardan hamsi ve palamut dışındakilerin adını bilmeyip, birbirinden ayıramasam da, sualtı belgesellerinin müptelasıyım. Yakın zamanda birbiri ardına izlediğim belgeseller sayesinde, mürekkep balıklarından onlarca köpekbalığı türüne, balinalardan kabuklu deniz canlılarına kadar saatlerce ahkâm kesebilirim. Daha doğrusu kesebilirdim, demeliyim. Çünkü Mert Gökalp’ın insanüstü bir emekle -bizzat yaptığı 150 tüplü ve serbest dalış ve kendi çektiği fotoğraflarla- hazırladığı titiz çalışmanın ürünü kitabı, haddimi bildirdi bana. 4 farklı filumdan 260 tür hakkında bilgi veriyor kitapta Gökalp. Tek tek bütün canlıların, davranış biçimlerini, fiziksel ve tanımsal özelliklerini, üreme ve beslenme şekillerini detaylarıyla anlatıyor. Ayrıca her canlıya ait önemli başka bilinmesi gerekenleri (zehirlilik gibi) anlatıyor kitabında. Kitabın sonundaki, türlerin dağılımı, habitat ve başka dillerdeki adları da önemli bir kaynak kitap. Ama bu harika kitabın en önemli taraflarından birisi fotoğraflarında gizli. Gökalp, kendi çektiği canlı fotoğraflarının bir köşesine hangi denizde ve nerede çektiğinin, rastlandıkları derinliğe kadar bilgisini veriyor. Demem o ki, bu sayede isteyen, paletine güvenen Türkiye Deniz Canlıları Rehberi eşliğinde merak ettiği canlıyı gidip, doğal habitatında görebilir.
Biyografi
Aydınlanmaya Adanmış Yıllar
Kalemi, Daktilosu, Fırçasıyla Galip Gürler
Fügen Çetiner, Ülkü Gürler
(kendi yayınları)
Yaşasaydı, bugün 90 yaşında olacaktı Galip Gürler. Aramızdan birçoğuna tanıdık gelmeyebilir bu isim. Ama hiç de azımsanmayacak sayıda insan için tahminimizden de fazla öneme ve değere sahip bir isim. Biraz eskiye dönmeli: Başlatıldığı 1936 yılı ile özgün programının değiştirildiği 1946 yılı arasında dünyada eşi olmayan bir başarı sağlamıştı Köy Enstitüleri. Yine eşsiz bir şekilde 1954’te sonlandırıldığında, binlerce insanın hayatını değiştiren, onlarca ismin yarattığı bir eğitim efsanesi kalmıştı arkasında. Aynı efsanevi öykünün bir bölümünü de Galip Gürler oluşturuyordu. Zira, kendisi de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu olan Galip Gürler ve Perihan Gürler, öğretmenlik görevlerinin yanı sıra bir de dergi çıkarmışlardı. ‘Köy ve Eğitim’ adını verdikleri bu dergi ile, hem köye giden hem de köyden gelen bir ses olmuşlardı. Aydınlanmaya Adanmış Yıllar, Galip Gürler’in hayatı ile ‘Köy ve Eğitim’ dergisindeki çalışmalarını aktarıyor bütün yönleriyle. 2007’de aramızdan ayrılan Gürler’in zengin ve detaylı biyografisi, Gürler’in anısına yazılan yazılar, fotoğraflar ve Köy ve Eğitim dergisinde yayımlanan tüm yazılar... Galip Gürler’in kim olduğunu ‘Köy ve Eğitim’ dergisi üzerinden cevaplıyor kitap. Ayrıca dizin, bibliyografya ve kaynakçası ise başka kitaplara kaynak olacak zenginlikte.
Tarih
Sömürgeciliğin Dünya Modeli
J.M. Blaut
Çev.: Serbun Behçet
Dergâh Yayınları
Şöyle biraz eski günlerinize, okul yıllarına dönün. Bilhassa ortaokul-lise çağlarına. Tarih kitaplarınızı getirin gözünüzün önüne. En az ‘şanlı’ Osmanlı tarihi kadar, etkileyici anlatılır kitaplarda, ‘aydınlanmanın beşiği’. Öyle ki, bugün bile her şey Avrupa sayesinde olmuş sanırız; kâğıt, barut, çay, matbaa, pusula, havagazını evde kullanma... Ne yazık ki değildir! Peki nasıl oluyor da, her “iyi” şeyi Avrupa’ya, diğerlerini başka coğrafyalara ait sanıyoruz. Tabii ki yayılmacı zihniyetin, sömürge kültürünün tarih söylemi sayesinde. Bu sayede Afrika’yı, Asya’yı, keşif öncesi Amerika’yı ve oradaki medeniyetleri unutuyoruz. Haliyle Avrupa odaklı bakınca Avrupa içte, diğerleri dışta kalıyor. J.M. Blaut, ‘Sömürgeciliğin Dünya Modeli’ isimli kitabında, bize farklı bakış açıları sunmamızı salık veriyor. Bu önemli tarih/ tarih felsefesi kitabında Blaut, Avrupa uygarlığının diğer medeniyetlerden ileri gidişinin 1492’den önce başlamadığını, yani Avrupa zihninin, kültürünün kerametinin önce Amerika, sonra Afrika ve Asya’daki sömürgeleştirmeler sayesinde elde edilen maddi ve kültürel zenginliklerin bir sonucu olduğunu dile getiriyor. Kitap boyunca neden ve nasıl kadar ‘acaba’ sorularını da soruyor ve cevaplıyor, Blaut. Avrupa merkezli tarih söylemini açıkça eleştiriyor. Dünyaya bakışınızı değiştirecek bir kitap.