Güncelleme Tarihi:
Kitap
Roman
Yazgıcılar
Enver Aysever
Remzi Kitabevi
Son zamanlarda siyasi tartışma programlarında ve seçim döneminde -ve sonrasında- CHP üyeliği dolayısıyla daha çok karşımıza çıksa da, Enver Aysever edebiyat dünyasından daha fazla uzak duramadı. İlk yıllarında daha çok tiyatro eserleri ile karşımıza çıkan Aysever, yeni romanı Yazgıcılar’da kendinden beklendiği üzere, ‘politik’ göndermeli bir romana imza atıyor. Eser, bir tiyatro eseri gibi tek tek karakterleri bize tanıtarak başlıyor. Ne mi anlatıyor Aysever? Her gün reklamlarda karşımıza çıkan, yeni güvenlikli, kontrollü, akıllı dairelerin olduğu siteleri düşünün. Siz işteyken, bütün evinizi kameralarla izlediğiniz evler. Akşam işten yorgun argın dönerken, ‘nizamiye’ kapısından güvenlik kontrolünden geçip, şifreyi yazdıktan sonra açılan kapıların olduğu siteler bunlar. Yani ‘güvenlik’ diye diye daha da içe kapandığımız, herkesten tehlike beklediğimiz, kendimizi daha da kısıtlı ve kontrollü alanlara soktuğumuz, günümüz yaşantısından söz ediyor Enver Aysever. Yoğun sosyalleşmenin ‘sosyal medya’ üzerinden olduğu yalnızlığın her tarafımızı kuşattığı çağın romanı biraz da. Aslında ülkenin durumunu da gözler önüne seriyor biraz; herkesin her şeyin gizli gizli kaydının tutulduğu, belgelerin saklandığı açıklandığı bugünlerin romanı.
Tarih
İstanbullu Rumlar
Sula Bozis
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Bizans’tan 20. Yüzyıla Türk Yahudileri
Naim A. Güleryüz
Gözlem Yayınları
Kim var idi biz burada yok iken
Nâzım Hikmet’in şiirinde söylediği gibi, Uzak Asya’dan dört nala gelip, Akdeniz’e bir kısrak gibi uzanmadan evvel, bu topraklar boş değildi elbette. Birçok kadim kültüre ev sahipliği yapan coğrafyada, yüzyıllardır yaşayan başka kavimler, ırklar, milletler yer alıyordu. Selçuklular ile birlikte başlayan Anadolu’ya girme ve yayılma sırasında karşılaşmıştık o milletlerle ilk önce. Bugün her ne kadar ‘azınlık’ olarak anılıyor olsalar da, biz burada yok iken onlar vardı. Kayseri, İzmir, Hatay, Trabzon, Erzurum, Mardin, Diyarbakir, İstanbul’da... Yakın tarihimizde birçok hadise var ki, yıllardır üzerine konuşulmadığı için bugün üzerini toz kaplamış görünse de, biraz eşelendiği vakit insanların keyfini kaçırır. Şimdi onların neler olduğunu saymaya gerek yok elbette. Fakat, sözünü edeceğimiz iki kitap söz konusu olayların öznelerine ışık tutacak yayınlar arasında yer alıyor.
İstanbullu Rum bir ailenin ferdi olan Sula Bozis’in kaleme aldığı İstanbullu Rumlar, bu kitapların ilki. Bozis bilhassa, Pera-Beyoğlu odaklı olmak üzere, yüzlerce yıl İstanbul’da yaşamış, şehrin kimliğini ve çehresini oluşturan bir milletin tarihsel monografisini anlatıyor. Önce Pera’nın oluşum tarihini kısaca anlattığı kitabında daha sonra Pera-Stavrodromi Rum Cemaati’nin kiliselerini, eğitim kurumlarını ve derneklerini anlatıyor Bozis. Kitaptaki en renkli bölümse ‘Gündelik Yaşam’ başlıklı sayfalar. Bankerler, doktorlar, avukatlar, mimarlar en meşhurlarından olmak üzere anlatılıyor. Şapkacısından terzisine, namışçısından pastanesine şehrin gündelik hayatını ana hatlarıyla belirleyen İstanbullu Rumların en karakteristik yönlerini aktarıyor. Kültür kurumları ve basını da anlattıktan sonra İstiklâl Caddesi’nin fotoğrafını çekiyor bize Bozis. Artık masallarda kalmışcasına uzak gelen hikâyelerle...
Naim A. Güleryüz ise Bizans’tan 20. Yüzyıla Türk Yahudileri isimli çalışmasında, önce bir yanlışı düzelterek işe başlıyor. Yaygın ve yanlış kanının aksine, Yahudilerin Anadolu’ya 14-15. yüzyılda gelmediğini, yüzyıllar öncesinden beri buralarda bulunduklarını belirtiyor. Sonrasında ise Bizans’tan 19. yüzyıla, deyim yerindeyse Osmanlı’nın son yıllarına ve Yahudi Cemaati’nin belki de altın yıllarına kadar getiriyor tarih çalışmasını. En ünlü ve etkili Yahudi ailelerini tek tek anlatıyor Güleryüz. Daha çok Osmanlı tarihine paralel anlattığı çalışmasında mezarlıklardan senagoglara, resmi ferman kayıtlarındaki ‘cemaat’ değinilerinden hastanelere, kültürel yaşantıdan yaşanan tüm olaylarda Yahudi cemaatinin rolü veya olaylardan nasıl etkilenildiğine dair ayrıntılı bir envanter çıkarıyor. Üzerinde çok fazla konuşmadığımız ve bu yüzden fazlaca soru işareti barındıran konulara dair, aydınlatıcı çalışmalar. Bu toprakların birer mozaik olduğuna inanan inanmayan herkesin okuması gerek.
Popüler Kültür
Machiavelli’nin Bahçesi
Mark Crick
Çev.: Gülden Şen
Can Yayınları
Daha önce bu köşede Mark Krick’in diğer kitaplarına yer vermiştik. Kafkaesk üslupla verdiği çorba tarifini, yahut Raymond Chandler polisiyesi kıvamındaki et yemeği tarifini unutmak mümkün değil. Birbiriyle çok uzak gibi görünen iki dünyayı, bahçıvanlıkla usta yazarları bir araya getiriyor Krick bu sefer. Machiavelli bize çim biçmenin inceliklerini öğretiyor örneğin. Dikbaşlıların bahçe idaresinde ne kadar kötü durumlara yol açacağını, uysal çimlerin her zaman tercih edilmesi gerektiğini, yabani otların gözünün yaşına bakmamamız gerektiğini aktarıyor örneğin. Sylvia Plath bize çiçek soğanlarını nasıl gömmesi gerektiğini ve onları yalnızlıkları ile nasıl baş başa bırakacağımızı öğütlüyor. Brecht ise kendinden beklendiği üzere, politik göndermesi içinde, bir tiyatro metniyle patates meselesine aydınlık getiriyor. 12 ayrı yazar, 12 farklı teknik ve konuya odaklanmış, Mark Krick’in kaleminden... Emile Zola’nın naturalist anlayışıyla ot yolmak, işçilerin, fettan ve iri göğüslü kadınların, canımızı sıkan idarecilerin bir arada olduğu bir atmosfere dönmüş örneğin. Bahçemiz yok diye üzülmenin anlamı yok. Kitabı okuduğunuz zaman bahçeye değil, usta yazarları bir daha okumaya istek duyacaksınız...
Çocuk
Ağrı’dan Zelve’ye - Anadolu Anlatıyor
Serpil Ural
Çitlembik Yayınları
Ağrı’dan Zelve’ye kitabı bir masal kitabı değil, efsaneler kitabı da değil. Ama her ikisi de denebilir. Hattâ yaşadığımız coğrafyanın, kadim kültürünü ve efsanelerle dolu geçmişini hatırlatıyor bir kere daha. Büyük Tufan’dan sonra Ağrı Dağı’nda karaya oturan Nuh’un Gemisi’ni, Tarsus’taki Yedi Uyurlar Mağarası’nı, Kaz Dağı’nın efsanesini, Denizli’nin termal kaynaklarının ve kafa karıştıran isminin hangi söylenceden geldiğini anlatıyor Serpil Ural. Anadolu’dan toplam yerme altı ayrı efsane, masal ve söylenceyi bir arada aktarıyor. Dahası, anlattığı yerleri sayfaların sağında ve solunda ayrı ayrı bulunan derkenarlar ile detaylı olarak bilgilendiriyor. Örneğin Ağrı Dağı’nın yüksekliğini, eski adlarını, nerede bulunduğunu, özelliklerinin neler olduğunu sıralıyor. Bunun dışında Mesir Macunu’nun hikâyesini, Türk hamamının özelliklerini, Isparta’daki güllerin ve gülcülüğün önemini, Maraş dondurmasının efsanesini ve gerçeğini tek tek aktarıyor. Serpil Ural’a bu keyifli kitapta, Dilara Arın da desenleriyle eşlik ediyor. Serpil Ural’ın ‘alfabetik’ sıraya göre anlattığı efsane ve söylenceler, çocuklara Anadolu kültürünü öğretirken, alfabeyi de eğlenceyle ezberletecek bir şekilde hazırlanmış.
Şiir
Dîvan
Frencesco Petrarca
Çev.: Necdet Adabağ
Efil Yayınları
Tüm dünyada hümanizmin babası olarak anılan isimler arasındadır Francesco Petrarca. Dante ile birbirine yakın zamanlarda yaşayan Petrarca, gerek edebiyat gerekse düşün dünyasına onun kadar etkide bulunmuştur. Canzoniere, yani bizdeki anlayışla Dîvan olarak çevrilebilecek yedi bin 500 dizeden oluşan eserinde sevgilisi Laura’ya olan aşkını anlatır. “Şair pişmandır ve utanç duyar aşkın oyununa geldiği için. / Dizeleri okuyanlardan özür diler,” sözleriyle başladığı büyük aşk ve şiir serüveni ‘ölüm’ün getirdiği yıkım ve âşık şâirin gözyaşları ile sona erer. Ölüme yenik düşen sevgilisi sebebiyle şair, onu Tanrı’sına ve meleklere, Meryem Ana’ya emanet ederek bitirir büyük duasını. Petrarca her satırında bize hem aşkın yüceliğini, hem Laura’nın erdemli kişiliğini hem de ona duyduğu aşk ile kavuşma için yaşadığı olayları anlatırken, aslında birtakım fikirler de verir. Bu sayede iyi bir insan da, iyi bir sevgili de nasıl olunur dile getirir. ‘Klasik’ kavramının ilk karşılıklarından biri olan Petrarca’nın Dîvan’ının ilk satırlarıyla bitirmeli yazıyı; “çılgınlığımın ürünüdür utancım, pişmanlığım; / ve şimdi görüyorum apaçık bir biçimde, / hoşa giden her şeyin dünyada kısa bir düş olduğunu.”