Güncelleme Tarihi:
Kitap
Araştırma-İnceleme
Polis Dedektifliğinin Tarihi 1750-1950
Clive Emsley, Haia Shpayer-Makov
Çev.: Ayşe Handan Konar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Polisiye yahut dedektif hikâyesi dendiğinde artık akan sular duruyor. Televizyonlarda izlenme rekorları kıran yerli yabancı dizilerin çoğunluğunu polisiyeler oluşturuyor. Gün geçmiyor ki hayatımıza yeni bir dedektif daha girmesin. Peki ne zaman, daha doğrusu nasıl doğdu dedektiflik müessesesi? Sherlock Holmes gibi bir kurmaca karakteri var eden ‘gerçek’ karakterler kimlerdi?
‘Polis Dedektifliğinin Tarihi 1750-1950’ adlı inceleme kitabındaki makaleler tüm sorulara cevap veriyor. Sadece polisiye tutkunlarının değil, tarih meraklılarının da ilgisini çekecek. Emsley ve Makov ikilisi öyle bir iş çıkarmış ki, uzmanların kaleme aldığı makaleler müstakil kitap oluşturacak zenginlikte. Örneğin; kurumsal 18. Yüzyıl Londra’sından Bow Street Runners, polislerin yetişemediği davaları devralmaya başladıklarında bilhassa hırsızlıklarda oran azalırken, beraberinde başka sorunlar da ortaya çıkmış. Fransa’nın polis dedektifleri ise kurumsal anlamda dünyadaki ilk örnek. Meşhur dedektif Vidocq, eski bir suçluyken, Fransa polisinde dedektiflik yapmış. Emekliliğinde de kendi dedektiflik bürosunu kurup, bir ilki daha gerçekleştirip anılarını kaleme almış. Dedektiflik müessesesinin ilk yarattığı huzursuzluk ise, bugünden bakılınca oldukça sıradışı geliyor. Bir süre sonra meclislerde bile tartışılan halkın ve dönemin aydınlarının isyanı, bir nevi ‘sivil polis’ olarak ele alınabilecek dedektiflerin ‘kişisel hayatın mahremiyetine’ giriyor olması. Yani polis üniforması giymeyen bu ‘sivil’ler ajan provokatörlük yapabilecekleri gibi, herkesi ve her şeyi yetkisiz izleyebileceklerdir... Bugün bile dile getiremeyeceğimiz bir itirazın o yıllarda yüksek sesle beyan edildiğini öğrenmek şaşırtıcı.
Felsefe-Mantık
Eristik Diyalektik
Artur Schopenhauer
Çev.: Ülkü Hıncal
Sel Yayıncılık
Şahan Gökbakar’ın televizyon tiplemelerden Sinan Sağıroğlu’nu hatırladım, Schopenhauer’in Eristik Diyalektik kitabını okurken. Kendisi Eristik Diyalektik’i ‘Haklı Çıkma Sanatı’ olarak özetliyor. Aristoteles’in diyalektiği üzerine derinlemesine düşünüp üzerine yeni çıkarımlar yapan Schopenhauer, tartışmada her zaman haklı çıkmanın yollarını/hilelerini madde madde anlatıyor. Sinan Sağıroğlu anımsatması da bundandı zaten. “Güneş girmeyen eve doktor girer” veya “Sanatçı nedir” tartışmalarında nasıl haklı çıktığını hatırlarsınız. Schopenhauer bunun eristik diyalektik içerisindeki bağlamlarını ele alıyor. Açıkçası bize diyor ki, çirkefleşin, bel altı vurun, konuyu genelleştirip tribünlere oynayın, rakibinize hakaret edin, konuyu aynı noktaya getirip laf kalabalığı yapın diyor! Aslında -bilhassa son yıllarda yıldızı parlayan- birçok gazeteci veya televizyon programı müdaviminin sık sık uyguladığı ve izleyenlerin asabını bozan bir tutum bu. Onlar gibi olun demiyoruz elbette, doğru bir okumayla, rakibinizin size kullandığı/kullanacağı hileleri de bilmeniz, onun silahlarını etkisiz hale getirmek için yol haritası.
Roman
Anormaller
Joey Goebel
Çev.: Berna Biçen
İthaki Yayınları
Gelmiş geçmiş en sıradışı rock grubunu sorsalar hangilerini sayarsınız? Doğru cevabı bilmenize imkân yok. Zira ‘Anormaller’ adlı yeni akım pop punk rock grubunu dinlemediniz. Basta sekiz yaşında kız çocuğu Ember, gitarda 80’lik seks delisi Opal, davulda bir papazın kızı olmasına rağmen önce striptizci sonra satanist olan seksi güzel Aurora, keytarda Körfez Savaşı’nda yaraladığı Amerikalı askerden özür dilemek için Amerika’ya gelen Iraklı Ray, solist ise 12 kardeşinin de ismi Jerome olan ve hepsi uyuşturucu satıcısıyken kendisi bir kere denememiş Afro-Amerikan Luster! Ray hariç hepsi insanlardan nefret ediyor. Nefretleri var her şeye karşı, kimse tarafından anlaşılmıyorlar ve herkes onları kullanıyor gibi geliyor. Bu ekibin yapacağı müzik son derece gürültülü ve bir o kadar da melodik olacaktır haliyle. Hele o etkileyici sözler... Genç yazar Joey Goebel, tek tek karakterlerin gözünden ilk (aynı zamanda son) konsere kadar Anormaller grubunun hikâyesini anlatıyor.
Sanat
Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler
Jose Ortega Y Gasset
Çev.: Neyyire Gül Işık
YKY
20. yüzyılda yazdıklarıyla bilhassa Türkiye’nin bugünlerine, ışık tutan düşünürlerin başında gelir Y Gasset. Bu kez, önce sanat sonra roman üstüne, birbirinin ardılı iki uzun denemesi bir arada. Yüzyılın başında arka arkaya yeni akımlar doğarken, sanat izleyicisinin eserleri değerlendirişindeki ‘anlaşılamaz’ tarafın, aslında sanatın insansızlaşması olduğunun altını çiziyor. Örneğin çağdaş sanat eserlerine yönelik sürekli duyduğumuz, “Bu mu sanat, ben bir şey anlamadım ki,” isyanına kimilerinin “Herkes anlarsa sanat olmaz,” gibi bir seçkinci yaklaşımla nasıl yanlışa düştüklerini ve geçmiş mirası hiçe sayamayacaklarını ele alıyor. Roman üstüne düşüncelerinde ise, yeni yazarlara sesleniyor: Yazılmamış bir konu kalmadığını ve madendeki cevherin tükendiğini, ancak aynı konuyu anlatırken birtakım yenilikler yaratmak zorunda olduklarını söylüyor. Sanatçı ve yazar adayları kadar okur ve sanatseverlerin de ilgisini çekecek düşünceler.