Güncelleme Tarihi:
ÖZGÜN
KONU SENDEN AÇILINCA
Avrupa Müzik
2001 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Viyola Bölümü’nden mezun olan, sözleşmeli müzisyen olarak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda çalışan Özgün’ü 2005’te çıkardığı ilk albümünden beri Yalın’a benzetiyorum sıklıkla ve ısrarla. ‘Elveda’ şarkısıyla büyük çıkış yapan Özgün, 2007’de ikinci albümü ‘Nöbetçi Aşk’ı, 2009’daysa üçüncü albümü ‘Biz Ayrıldık’ı yayımlamıştı. Şimdi de dördüncü albümüyle karşımızda. Yaklaşık iki yıllık bir çalışmanın ürünü olan ‘Konu Senden Açılınca’da 11 yeni şarkının yanı sıra, geçen sene single olarak yayımlanan ‘Sen Ve Ben’ ile büyük hit ‘Sadece Arkadaşız’ da yer alıyor. Türkçe popun güncel kalite seviyesi hakkında hiç olumlu bir tavrım olmadığını biliyorsunuz. Bu kulvar dâhilinde çıkan yeni albümlere biraz mesafeli yaklaşıyorum o yüzden ama Özgün beni hayal kırıklığına uğratanlar kervanına katılmadı. ‘Konu Senden Açılınca’ vasat üzeri bir iş. Yine sırf kafiye olsun diye yazıldığı belli olan mısralarla dolu şarkılar var ama işin müzik altyapısı, bir şekilde eşlik edilebilir birkaç şarkı ortaya çıkarıyor. Meraklısına...
MARILYN MANSON
BORN VILLAIN
Cooking Vinyl
Şok rock denen türün tüm zamanlardaki en büyük isimlerinden biridir Marilyn Manson. Maalesef uzun zamandır ürkerek dinlemesek de kendisini, gezegene bıraktığı diskografi mirası yeter. Yine de kariyerinin ‘Eat Me/Drink Me’ (2007) ile girdiği üçüncü safhasında ondan gelen bu tarz bir albüme ‘kötünün iyisi’ diyebiliriz. Çıkış şarkısı ‘No Reflection’ bir ‘Marilyn Manson kimliği’ gibi adeta; birazcık ‘(S)aint’ birazcık da ‘Long Hard Road out of Hell’ sosuyla hazırlandığı her hâlinden belli olan şarkı, albümün de lokomotifi aynı zamanda. Manson, bu albümde kökün de köküne dönüş yapmış. Diğer albümlerinden daha düşük temposuna rağmen endüstriyel açıdan en etkin işlerinden biri olmuş. Orta tempolu bir Nine Inch Nails albümü misali, Manson adeta endüstriyel devrimle yeni tanışmış bir üçüncü dünya ülkesi gibi sarılmış dişlilere, manivelalara ve o vıcık vıcık makine yağına. 2003 ve öncesine ait bir şeyler bekleyenler elbette (ve biraz da maalesef) avuçlarını yalıyorlar ancak Twiggy’nin dönüşünün gürültülü resmi geçidine endüstriyel bir disiplinle yoldaşlık etmek de hoş bir deneyim.
MARSİS
ZAMANI GELDİ
Kalan Müzik
“Dayatılan yöntemlerle dünyaya baktığımız zaman, sadece bize gösterilmek istenenleri görürüz. Kendi penceremizden bakmaya başladığımız zaman, gerçekleri de görmeye başlarız. Ne kadar çoğumuz gerçekleri görmeye başlarsak, dünya o kadar yaşanabilir bir yer olur. Bu pencerenin daha fazlamıza gerçekleri göstermesi umuduyla...” diyor Karadeniz folk müziğini rock ile en iyi birleştiren grup Marsis. 2009’da çıkardıkları ilk albümlerinden beri takip ettiğim grup, Kazım Koyuncu’dan beri Karadeniz müziğini bana en fazla yaklaştırabilen topluluk. “Yaşama zarar veren alışkanlıklarımızı değiştirmenin, fotoğrafın güzel ya da işimize gelen kısmını değil tamamını görmenin, anlatılanların gerçek olup olmadığını sorgulamanın, farklı olanı öteki olarak görmeyip farklılıklarımızın asıl değerimiz olduğunu anlamanın zamanı geldi...” diyerek özetliyor grup, ilk albümden daha kalabalık bir kadroyla kaydedilmiş bu albümünü. Çoğu anonim olan şarkıların bir kısmı Türkçe, bir kısmı Lazca. Sound saksofon, akordeon, çello, trompet gibi enstrümanlarla zenginleşmiş, ortaya yine şahane bir albüm çıkmış!
KUMA
KUMA
Pasaj Müzik
Ünlü radyocu Geveze’nin, 2007 yılında Eski Foça’da bar programı yapan Rol adlı grupla tanışması sonrasında gelişen bir proje bu. Geveze, Rol’e vokalistlik teklif ediyor ve iki taraf birleşip Kuma’yı oluşturuyorlar. Geveze’nin yanı sıra Sertan Coşkun (basgitarist), Deniz Kaymaraz (davulcu) ve Hakan Hepcan’dan (gitarist/vokalist) oluşan grup, sekiz şarkılık bu ilk albümünde genel anlamda enerji dozu yüksek, pop rock sound’lu bir müzik icra ediyor. Prova ve kayıt aşaması dört ay sürmüş olan bu albümle ilgili olarak ilk yorumum; bestelerin üzerinde biraz daha düşünülmesi, fikirlerin biraz daha olgunlaşması ve demlenmesi hâlinde ortaya çok daha iyi bir albüm çıkabilecek olduğu yönünde. Zira Türkiye’de pop rock tarzında Kolpa gibi çok popüler, Pijama gibi bu sound’un hakkını veren gruplar varken, Kuma’nın ‘Geveze’nin vokalist olduğu grup’ etiketinden öteye gidebilmesi için daha akılda kalıcı nakaratlara ve daha kolay akıp giden bestelere ihtiyacı var. Yine de bir ‘ilk albüm’ için fazla karanlık bir portre çizmek istemem. İyice kalabalıklaşan Türkçe rock piyasasına hoşgeldin Kuma...
BRITNEY SPEARS
B IN THE MIX. THE REMIXES VOL. 2
RCA / Sony Music
Konsere geri sayımdayken...
30 Eylül’de, yani haftaya pazar İstanbul’da (Beyoğlu’ndaki Innpark Venue’de) sahne alacak olan Portekizli gotik/dark metal grubu grup Moonspell, iki CD’lik bir albümle çıktı karşımıza.
Alpha, Yunan alfabesinin ilk harfi. Omega ise 24 harfli o alfabenin sonunda yer alıyor. Grubun lideri olan vokalist Fernando Ribeiro’nun kurduğu konsept dâhilinde ilk CD ‘Alpha Noir’ Moonspell’in kalbini, ikinci CD ‘Omega White’ ise ruhunu temsil ediyor.
1995 tarihli ilk albümü ‘Wolfheart’tan beri hem kalbimize hem de ruhumuza hitap eden Portekizli büyücüler, bu sefer ikisini birbirinden ayırıyorlar yani. Tabii durumu şöyle de yorumlayabiliriz; ‘Wolfheart’ (1995), ‘Irreligious’ (1996), ‘The Antidote’ (2003), ‘Memorial’ (2006) ve ‘Night Eternal’ (2008) albümlerindeki sert Moonspell ile ‘Sin/Pecado’ (1998), ‘The Butterfly Effect’ (1999) ve ‘Darkness and Hope’ (2001) albümlerindeki daha moody, daha hafif sulardaki Moonspell iki ayrı CD’de! Kalp ve ruhun birbirinden bağımsız olarak hareket ettiği bir insan profili üzerinden tarihi akış içerisindeki insanoğlunun yerini, varoluş sendromunu ve günümüz toplumlarının kaoslarını inceliyor bu iki CD’de grup. Bunu yapınca kendilerine daha da yaklaştıklarını, kendilerini daha da iyi tanıdıklarını söylüyorlar. Albümün ‘Alpha’ kısmını metal, ‘Omega’ kısmını gotik olarak özetleyebilirim. Bir yandan ‘Type o Negative’ ve ‘Sisters of Mercy’ye dayanan köklerinden, bir yandan en büyük ilham kaynaklarından olan Bathory ve King Diamond’dan beslenen bir sound yaratmış Moonspell. Albümün ilk bölümünde Onslaught, Metallica, Testament ve Artillery gibi grupları hatırlatacak işlere de girişmişler.
Kariyerine black metal öykünmeleri taşıyacak kadar sert bir grup olarak başlayan, giderek işin içine daha gotik ve atmosferik elementler katarak bir dönem Depeche Mode sound’una bile göz kırpan bir grup hâline gelen, ardındansa bu iki farklı yönünü aynı potada eritmeye çalışan Moonspell’in baştan sona çok iyi olan son albümü ‘The Antidote’tu. Açıkçası ‘Alpha Noir/Omega White’ı dinledikten sonra hâlâ öyle olduğunu düşünüyorum. Yine de bu albümleri, bir hafta kalan konsere ısınmak için güzel bir fırsat olarak görüyorum.