Güncelleme Tarihi:
AIR
LE VOYAGE DANS LA LUNE
Virgin Records / EMI
Yarattıkları müzikle ve bu müziğin hissettirdikleriyle sizi rüyalar âlemine götürüp orada nefes almaya devam etmenizi sağlayacak kadar etkileyici bir ikilidir Air. Fransa, dışarıya biraz kapalı bir müzik kültürüne sahip ama Air’i (dolayısıyla Nicolas Godin ve Jean-Benoît Dunckel’i) Fransa dışında da tanıyan müziksever çoktur. 1995 yılında kurulmuş olan, ‘Le Voyage Dans la Lune’ ile birlikte toplam 7 stüdyo albümü yayımlayan ve bugüne kadar el attıkları her türün altından başarıyla kalkan Air, benim de en sevdiğim ikililerdendir. Elektronika, ambient, chill out, dream pop, space rock gibi türlerin yanında düşük tempolu akustik tınılarla da kulaktan ziyade kalbe hitap etmeyi amaç edinmiş bir müzik oluşumudur. Bu albüm ise; ‘A Trip to the Moon’ adını taşıyan, 1902 tarihli bir sessiz filmden aldıkları ilhamdan ortaya çıkmış. (Albümün adı, filmin adının Fransızcası zaten.) Aslında bu albüm, filmin yeniden restore edilmiş versiyonu için yapılmış bir soundtrack. O sebeple söz konusu yeni versiyonu bulup izlerseniz, albümün etkisi daha güçlü olacaktır. Çünkü filmi izlemeden, diğer Air albümlerindekiler kadar vurucu gelmiyor bu şarkılar... Yine de vasat üzeri bir elektronika, ağır tempo ambient albümü var ortada...
THE TING TINGS
SOUNDS FROM NOWHERESVILLE
Columbia / Sony Music
Öncelikle albümün kapak ve kartonet sayfalarının tasarımını beğendiğimi söyleyerek başlamak istiyorum. Zira albüm satışlarının azalması sebebiyle günümüzde orijinal albümlerin ‘sunumuna’ kafa yoran pek kimse kalmadı gibi görünürken, bu tarz örnekler ilaç gibi geliyor benim gibi arşivcilere. Fakat o da ne! Kapak güzel ama üzerindeki çıkartmada, NME dergisinin bu albüm için yazdığı ‘Muhtemelen yılın albümü’ ibaresi mevcut. Hadi buradan yak... ‘Bunun nesi var ki?’ diyenlere şöyle cevap vereyim; NME dergisiyle benim müzik zevkim neredeyse taban tabana zıt. Benim sevdiklerimi onlar sevmez, onların favorileri de benim için pek bir şey ifade etmez. “Eğer NME bu albümü çok sevdiyse ben kesin sevmem” önyargısıyla dinlemeye başladım albümü, ama fena da bulmadım doğrusu. 2007 Manchester çıkışlı bu pop ikilisi, 2008 tarihli ilk albümlerindeki havayı koruyor ama bu sefer işin içine biraz daha çeşitlilik katmışlar. Bu sefer indie rock sularında gezen şarkılar da var, indie pop diyebileceğimiz düzenlemeler de, dans-punk, synthpop, new wave ve hatta ska havaları da... Şu güneşli günlere uygun bir ritmi var genel olarak albümün. Bu arada merak edenler için söyleyeyim; tabii ki yılın albümü falan değil bu. Ah NME ah...
REPLİKAS
BİZ BURADA YOK İKEN
Ada Müzik
Ülkemizin rezil rock standartları ile hiç alakası olmayan, kendi kafasına göre ve kendi bildiği yoldan ilerleyen, bu uğurda deneysellikten de kaçmayan bir grup Replikas. Yolu Peyote’den geçenler arasında en büyüğü onlar sanırım. Bugüne kadar özgünlükleriyle ve o bahsettiğim standart dışı kulvarlarıyla hep takdirimi kazanmış olan İstanbullu grup, tek kelimeyle ‘muhteşem’ bir işe imza atmış durumda. ‘Biz Burada Yok İken’, Anadolu pop diye tabir edilen müzik türüne bir saygı duruşu albümü. Replikas bu albümde Haramiler, Moğollar, Erkin Koray ve Yeraltı Dörtlüsü, Cem Karaca ve Apaşlar, Silüetler, Ersen ve Dadaşlar, Barış Manço ve Kurtalan Ekspres, Erkin Koray Dörtlüsü, Timur Selçuk Orkestrası ile Mazhar ve Fuat şarkıları seslendiriyor. Grup; şarkıların özlerini çok bozmadan, Anadolu popu post-rock ile birleştirip sunuyor ve bize de bu lezzetli harmanı afiyetle duyumsamak düşüyor. Albüm sadece müzikal anlamda değil, kartonetiyle de ‘tarihi’ bir değer taşıyor. Anadolu popun kısa tarihçesinin yanı sıra albümdeki tüm şarkıların Türkçe ve İngilizce hikâyesini kaleme alan müzik yazarı Murat Meriç’i bu üstün emeğinden dolayı ayakta alkışlıyorum. Sadece bugüne değil, gelecek nesillere de hitap etmek budur. Tebrikler...
OVERKILL
THE ELECTRIC AGE
Nuclear Blast
Sert ve hızlı müzik sevenlerin, metal müzik hayranlarının, thrash metal tutkunlarının 30 yıldır kulaklarından düşmeyen, ilk kuşak thrash metal çetelerinden biridir Overkill. Thrash metal dâhilinde, Amerikalı olmasına rağmen bir türlü ana akıma yükselememiştir ama... Yine de ‘büyük dörtlü’ Metallica, Megadeth, Slayer ve Anthrax’ın ardından kimileri Exodus’u, kimileri Testament’ı sayar, kimileri de işte bu New Yorklu kaçıkları. Vokalistleri Bobby ‘Blitz’ Ellsworth 53 yaşındadır ama hepimize taş çıkartır. Thrash metal’in Lemmy’sidir kendisi. Overkill; kariyerinin en iyi döneminde değil, ikinci baharlarına gireli de çok oldu. Bu, onların 16’ncı albümü ve eğer grubu son 3-4 albümde yakaladıysanız sizin için sürprize pek yer yok demektir. Helikopter pervanesi süratine yaklaşan gitar rifleri, ritmini yakalamış bir boksör hızındaki davul atakları, elektrikli sandalyede idama mahkûm edilmiş bir kurbanın çığlıklarını andıran vokaller ve beton dökme makinesi gücündeki baslarla döşenmiş bir thrash metal şöleni işte... Bu arada ‘The Electric Age’in, 32 yıllık Overkill kariyeri boyunca ABD albüm listelerinin ilk 100’üne giren ilk albüm olduğunu da belirteyim. Headbang yapmaktan çekinmeyenler saldırsınlar bu albüme...
REDD
HAYAT KAÇIK BİR UYKUDUR
Pasaj Müzik
Daha iyisini beklerken...
Birbirinin aynısı grupların hâkimiyetindeki Türkçe rock piyasasında ayrıksı bir duruşu var Redd’in. ‘Piyasaya’ oynamayan bir duruş bu. Yani ticari açıdan başarı kazanabilecekleri belli başlı Türkçe rock formüllerine bulaşmıyorlar. (Son albümdeki Şebnem Ferah düetini bu konuya dâhil etmiyorum.) Şarkıların orasına burasına Anadolu motifleri yerleştirdiklerini ya da bir yerlerden darbuka sesinin çıktığını falan da hiç duymadım. Arabesk kafasında değiller ya da cover’larla bir yere varma yoluna gitmiyorlar. En takdir ettiğim özellikleriyse sosyo-politik konulardaki duyarlılıkları. Açıkçası bu tavır, Mor ve Ötesi’nden ziyade Redd’de daha şık duruyor. En azından seslerini yükselttikleri ve protest bir açıdan yaklaştıkları konularda ‘sebeplerinin’ altını dolduracak kadar bilgi birikimine sahipler. Bu minvalde, geçen albümleri ‘21’de yer alan ‘Masal’ adlı şarkılarına çektikleri sansasyonel klip de (Hani şu TV kanallarının yayınlamaya cesaret edemediği...) büyük bir örnek olarak karşımızda duruyor. Önayak oldukları Van İçin Rock organizasyonunu da unutacak değiliz tabii... Kısacası, ülkemizdeki protest müzisyen eksikliği yüzünden oluşan eksik ve çarpık sanatsal manzara içerisinde Redd’in var olmaya çalışması bile iyi bir şey. Ne de olsa ‘Müzikte politikanın ne işi var?’ diye düşünen şuursuzlardan değiliz.
Gelelim yeni albüme... 13 şarkıdan oluşan ‘Hayat Kaçık Bir Uykudur’ Redd’in altıncı albümü. Kapak tasarımında sizi bekleyen sürprizi bozmak istemem ama kapağın ‘kazınabilir’ olduğunu söylemek istiyorum, gerisi size kalmış. Albümün müzikal yanıyla ilgili görüşlerimse grubun protest tavrıyla ilgili görüşlerim kadar olumlu olmayacak. Hemen hemen tüm şarkıların söz ve müziklerini yazan vokalist Doğan Duru’nun sesi, Redd’in müziği önündeki en büyük engel bence. Yazdığı vokal melodileri de çok sıkıcı. Üstelik üzerine bindiği altyapıyla o kadar alakasız ki, ister istemez bazı kelimeler uzuyor, bazıları kısalıyor falan... Hemen hemen hiçbir şarkıda vokal ilerleyişiyle bestenin gittiği yol üst üste tam olarak binmiyor. Bu da kulak tırmalayıcı bir etki yaratıyor. Geçen albümdeki Pink Floyd çağrışımlarıysa bu albümde yerini Coldplay tınılarına bırakmış, bu da dikkatlerden kaçmıyor. Sonuç itibariyle ben Redd gibi müziğe kafa yoran, potansiyeli olan bir gruptan artık kariyerlerinin ortasında daha iyisini beklerdim...