Güncelleme Tarihi:
- Yıllardır televizyonculuk yapıyorsunuz. ABD’deki anchorman’lerle Türkiye’dekiler arasında nasıl farklar var?
- Dünyanın her ülkesinde anchorman’lerin tarzı farklı. Tıpkı dizideki gibi ABD’de anchorman’lerin ağzı çok sıkıdır, haberi sunarken katiyen bir konu hakkında yorum yapmazlar. En fazla uluslararası savaşlarda kendi görüşlerini ortaya koyup “Aslan ABD, yürü” gibi laflar ederler. Kendi adıma onlara göre çok daha rahatım.
- Peki siz nasıl bir anchor’sınız?
- İzleyici evine girip televizyonu açtığında bana kızsa da, beni sevse de “Dur Mehmet Ali’yi bir dinleyeyim. Acaba bugün ne diyor” diye düşünmeli. Ayrıca taraf tutan değil, zamanı gelince solu, zamanı gelince sağı eleştiren, sizin sesiniz olan insan gerçek bir anchor’dır.
- ‘The Newsroom’da söylendiği gibi suya sabuna dokunmayan, tarafsız kalan anchorman daha mı çok sevilir?
- Yüzde yüz tarafsızlık diye bir şey yoktur. Herkesin kendi gerçeği var. Ben mümkün olduğu kadar ekran başındakilerin düşüncelerini hissetmeye çalışıyorum. Örneğin karısını öldüren bir adamın görüntüsünü yayınladıktan sonra şeytan “Al şu herifi ayaklarının altına, döv” diyor. Bunu da mimiklerimle zaten yansıtıyorum.
- Dizideki ana karakter Will McAvoy, ABD ve siyaseti hakkında içinden geçenleri canlı yayında aniden söylüyor ve kariyeri başka bir yöne gidiyor. Peki siz bize siyasi görüşünüzü korkusuzca söyler misiniz?
- Tabii söylerim, sosyal demokratım, liberalim, demokrasiye ve özgürlüklere inanırım. Bir iktidar bunu kısıtlamaya kalkarsa zaten suratımdan ve ses tonumdan hislerimi hemen anlarsınız ama bu haberleri taraf tutmadan size yansıtırım. Zaten bir anchorman siyasette taraf olursa çok şey kaybeder. Çünkü bugünün doğruları yarının yanlışları olabiliyor. Ben de mümkün olduğu kadar haberlerde tarafların görüşlerini aktarmaya çalışıyorum.
KIRMIZI ÇİZGİYİ GEÇERSEM O GÜN İSTİFAYI BASARIM
- Galatasaray taraftarısınız… Mesela Fenerbahçe galip olduğunda o tarafsız yaklaşımınız devam edebiliyor mu?
- Gerçekten Fenerbahçe’nin galibiyetlerini hiçbir zaman küçümsemedim. Anchor masasında oturup “Fenerbahçe Galatasaray’ı çatır çatır yenmiştir” diyorum. Zaten bunca yıllık deneyimden sonra körü körüne taraf tutmanın ahmaklık olduğunu anladım.
- Peki bütün bu dengeleri sağlamak için siz de Will karakteri gibi ilaç ya da antidepresan kullandınız mı?
- Hayır çünkü yaşadıklarımı hiçbir zaman içime atmadım. İçimde birikenleri köşe yazılarımla üstümden atıyorum. Zaten bunca yıl bu işi yaptıktan sonra artık dengeleri ve olması gerekenleri de biliyorsunuz.
- Hiç mesleki yönlendirmelerle karşılaşıyor musunuz?
- Kurallarımı kendim koyuyorum. Kimse gelip “Şu lafları söyle, bunları söyleme” demiyor. Tabii ben de neyi söyleyip söylemeyeceğime dikkat ediyorum. Mesela bir Kürt sorununda Başbakan’ın kırmızı çizgilerini biliyorum.
- Bir gün kafanıza eserse o çizgileri geçer misiniz?
- Evet geçerim ve o gün istifa ederim.
EĞER REYTİNGİNİZ İYİYSE KİMSE SİZE DOKUNAMAZ
- Dizideki Will McAvoy kadar zor bir patron musunuz?
- Çok kolayım ve bundan da memnun değilim. Çünkü insanlar onlara saygı ve sevgiyle yaklaştığınızda pek hakkınızı vermiyor. Ama ben böyleyim, çalıştığım insanlara kötü muamele edemem.
- Will, kendi asistanının bile adını bilmiyor. Siz ekibinizdeki herkesin görevini bilir misiniz?
- Hepsinin görevini bilirim. Üstelik herhangi birinin sorunu varsa bunu mutlaka bana ada anlatırlar.
- Size de çok çelme takmak isteyen, entrika yapan oluyor mu?
- Olmaz mı, her günümüz entrika.
- O çelmelerden nasıl kaçıyorsunuz?
- Çelmeyi ancak kafa üstü düştükten sonra fark ediyorsunuz. Güçlüyseniz, reytinginiz iyiyse, kimse size dokunamıyor. Ama reytinginiz hafif sallanırsa söylentiler başlar hemen. Ben böyle söylentileri duymazlıktan geliyorum.
- Bu meslekte en canınızı sıkan şey nedir?
- Siyaset... Artık sıktı.
- Siyasi haberleri hâlâ ciddiye alıyor musunuz?
- Hayır, hiç almıyorum. Çünkü Türkiye’deki akışı çoktan öğrendim. Hiçbir zaman “Mahvolduk, vatan elden gitti, terör aldı gidiyor” demiyorum. 1950’den beri bu ülkede neler gördüm. Bu ülkeye hiçbir şey olmaz. Zaten yeni Türkiye rayına oturdu. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama bu ülke yeni bir yere doğru gidiyor.
- Nereye gidiyor?
- Kötü bir yere gitmiyor. Şimdiye kadar neler geldi geçti, medya üzerindeki baskılar da, bu olanlar da geçecek.
MESLEKTAŞLARIMIN EGOSU BENİ HAYRETE DÜŞÜRÜYOR
- Bugün gazetecilikte hâlâ romantizmden söz edilebilir mi?
- Hayır, insan yaptığı işten zevk duyar ama meslekte aşk diye bir şey yoktur.
- Bu işi severek mi yapıyorsunuz?
- Bu açıdan dünyanın en şanslı insanıyım. Ta ortaokul yıllarından beri gazeteci ve televizyoncu olmak istedim. İstediklerimi yaptım.
- Siyasetçi, sanatçı ve gazetecilerde egolar yüksek oluyor. Sizin egoyla imtihanınız nasıl geçti?
- Tabii egom var ama kimilerinin egolarını görüyorum, neredeyse yanlarına yaklaşılmıyor. Kimi meslektaşlarımda bir makaleyle sanki Türkiye’yi değiştirecekler gibi bir hava var. Bunlar beni hayretlere düşürüyor.
- Dizideki karakterimiz Will McAvoy haberin ‘Jay Leno’su olarak tanınıyor. Bir gazeteci için çok popüler bir figüre benzetilmek memnun edici mi?
- Hiçbir zaman ‘Jay Leno’nun işini yapan biriyle anchor’ı bir araya getiremezsiniz. Birinin işi sizi eğlendirmek. Diğeriyse günün gerçekleriyle karşınızdar. Anchor sizin aynı zamanda ahbabınız, arkadaşınız, zaman zaman çok kızdığınız bir insandır.
- Bunca yıllık çalışmaya sizce değdi mi?
- Evet yolda yürürken tanımadığım birinin “Merhaba Mehmet Ali” deyip selam vermesi bana yetiyor.
- Peki bu meslekte nereye kadar devam edersiniz?
- Gittiği kadar gider… Bana sık sık “Artık bırakın da başkaları gelsin” diyorlar.
- Onlara nasıl yanıt veriyorsunuz?
- Bazı şeyler bırakılmaz alınır.
- Peki ileride nasıl anılmayı hayal ediyorsunuz?
- Olduğu gibi bir insandı, meslektaşlarının önünü açtı, haberi anlaşılır hale soktu deseler sevinirim.
- Bir sağlık sorunu yaşamıştınız. Şimdi durumunuz nasıl?
- Son muayeneler çok iyi. İnşallah böyle devam eder.
KIRMIZI PANTOLONU ALDIK BAKALIM NE OLACAK
KİMSE ESPRİ OLSUN DİYE HATA YAPMAZ
Canlı yayınlarda arada bir kırdığınız potlar dillerden düşmüyor. Bunları bazen özellikle mi yapıyorsunuz?
- Yok canım olur mu hiç öyle şey? Kimse espri olsun diye hata yapmaz. Ayrıca ekran yapmacık olanı hemen görür. Böyle bir hata yaparsam “Evet, hata ettim, hapşırdım, özür dilerim” diyorum. Şimdiye kadar da herhalde canlı yayında birçok hata yapıp da seyircinin hâlâ sevdiği tek kişi benim.
- Nasıl bu kadar genç görünüyorsunuz?
- Estetiğim yok. 10 yıl önce göz altlarımda torbalar oluşmuştu, onları aldırdım. Yeni halimi çok beğendim ve bir daha da müdahale yaptırmadım.
- Yani botoks yok mu?
- Hayır, ama ihtiyaç duyarsam yaptıracağım. Yoksa öyle komplekslerim var. Önemli olan aynaya baktığımda kendimi beğenmem.
- Bakıyorum, kol saatiniz ve kravatınız rengarenk… Hep bu kadar renkli bir adam mısınız?
- Aynen öyle renkli bir insanım ve renklerden hoşlanıyorum. Bunu da sizinle paylaşmak istiyorum. Kadınların nasıl ziynet eşyaları varsa bizim de saat ve kravatlarımız var. Üstelik pahalı aksesuvarlar da değiller.
- Bu yılın modası renkli pantolonlardan sizde de var mı?
- Rıfat Ababay zorla bir kırmızı pantolon aldırdı bana. Dur bakalım ne olacak?
Anchorman koltuğuna oturunca bir güç yolculuğuna çıkıyorsunuz
JEFF DANIELS (Will McAvoy)
Gerçek bir adrenalin patlaması yaşadım
- Dizin ilk sahnelerinde Will, Northwestern Üniversitesi’nde ABD’nin durumuyla ilgili, tartışma yaratan bir konuşma yapıyor. Orada karakterinizin söylediklerini ne kadar paylaşyorsunuz?
- O konuşmada doğru bulmadığım hiçbir şey yok.
- Bu sefer de ABD’yi buradan karıştıracaksınız…
- McAvoy’un sözleri Amerikalıların yurtseverliğini rahatsız edebilir ama doğru söylemiyor diyemezler. Ben de ülkemin daha iyi duruma gelmesini isteyen kızgın Amerikalılardan biriyim. Ve Will’in orada söylediği gibi, artık ne kadar harika olduğumuzu söyleyip göğsümüzü yumruklamayı bırakmalıyız.
- Göğsünü yumruklamanız sizce dünyanın umurunda mı?
- Hayır değil ama diziye dönelim istersen!
- Sizce Will nasıl bir adam?
- İyi bir adam. Ama bir yandan da mutsuz. Bunu da inkâr etmeye çalışıyor. Bir de tabii yalnız. Will’i yakından tanımak istiyorsanız yaşadığı acıların arkasına bakmanız gerekiyor.
- Bu dizi gazetecilik mesleğine saldırıyor mu?
- Hayır. Newsroom asla “Bu iş böyle yapılır” demiyor. Tam tersine amaç gazetecilerin her gün yaptığı mücadeleyi takdir ediyor.
- Bu rol için hiç araştırma yapmadığınızı duydum.
- Evet yapmadım. Ama oyunculuk kariyerim boyunca uzun yıllar hep haber stüdyolarında bulundum. Bu işi yapanlarla bol bol vakit geçirdim.
- Anchorman koltuğuna oturmak size ne hissettirdi?
- O koltuğa oturunca gerçekten bir güç yolculuğuna çıkıyorsunuz. Düşünsenize bir haberi sunarken kameralar aniden size çevriliyor ve insanlara bilmeleri gerekenleri anlatıyorsunuz. Orada yaşadığın şey gerçek bir adrenalin patlaması.
- Peki diziden sonra ana haber bültenlerine bakışınız değişti mi?
- En başta, kamera önünü ve arkasını daha çok takdir etmeye başladım. Tam bir konuktan yanıt alırken kulağınıza neler fısıldandığını, haber toplantılarında neler konuşulduğunu öğrendim.
- Sizi en çok zorlayan nedir?
- Bazen senarist Aaron Sorkin’in diyaloglarında boğuluyorsun. O uzun konuşmaların arasında başımı suyun üstünde tutmaya çalışıyorum.
HAVLU ATMADAN TELEVİZYONU KOVALAMAK İSTEDİM
Aktörlüğü bırakmaya karar verdiğim sırada senaryo yazarlarının birer birer televizyona geçtiğini gördüm. Neredeyse bütün büyük bütçeli filmler üç-dört yazarın ortaklığında hızlı bir şekilde yazılıyordu. Ben tek bir yazarın sadece tek bir perspektiften baktığı ve kelimelerin değiştirilmediği tiyatrodan geliyorum. Bu sefer meslekte havlu atmadan önce televizyon işini biraz kovalayayım dedim. Bu dizinin de her kelimesini Aaron Sorkin’in yazacağını biliyordum. Aradığım şey tam da buydu. Onunla projeyi konuşmak için oturduğumda daha yeni Oscar kazanmıştı ve bu sayede tekrar oyunculuğa döndüm.
EMILY MORTIMER (MacKenzie McHale)
Haber yapımcılarının özel hayatları yok
- Sizi sinemadan tanıyoruz. Televizyona nasıl geçtiniz?
- Bu işe senaryoya bakarak karar verdim. Doğrusu, hiç bu kadar inandırıcı bir karakter okumamıştım. Ama televizyon elbette çok farklı. Sinema oyuncusu olarak bu kadar yoğun çalışmak zorunda kalmıyorsun.
- MacKenzie rolünün diğer işlerinizden bir farkı var mı?
- Bu karakterle hiçbir ortak noktamız yok. Çok cesur ve işini ön planda tutan bir kadın.
- Siz nasıl bir kadınsınız?
- Hayatımda hiçbir şeyi kontrol etmedim. İki çocuğum var ve onların üzerinde hiçbir otoritem yok. Zaten rolün de o kısmı beni geriyordu. Yalnız böyle çok korktuğumda en sakin ve en berrak düşünebilen kimliğime bürünüyorum. Bence MacKenzie de biraz öyle bir karakter.
- Siz de rol arkadaşınız Jeff Daniels gibi rolünüz için hiç ön çalışma yapmadınız mı yoksa?
- Çok yakın bir arkadaşım MacKenzie’yle aynı işi yapıyor. Dizi öncesi onunla sık sık konuştum. Ayrıca CNN’e de gittim. Bu işten çok para kazanmanın mümkün olmadığını gördüm. Beni en çok şaşırtansa haber yapımcılarının özel hayat diye bir şeylerinin olmamasıydı. Kendilerini tamamen işlerine adayan kişiler.
AARON SORKIN (Dizinin yaratıcısı)
Yaşanan durumun suçlusu haberciler değil
- Daha önce ‘The Social Network’ ve ‘Moneyball’ gibi filmleri yaptınız. Bu son işinizde televizyon haberciliği konusunu nasıl seçtiniz?
- Süper kabiliyetli bir grup kişiyi yazmak istedim. Bu projeyle haberciliğe bir aşk mektubu yazıyorum.
- Hangi kanallarını incelediniz?
- Fox, MSNBC ve CNN.
- Orada habercilerin size tavrı nasıldı?
- Olabildiğinde sessiz takıldım. Onlar da bana karşı çok nazikti.
- Peki sonuçta orada nasıl insanlarla karşılaştınız?
- Habere ve haberin demokrasideki yerine gerçekten inanan kişiler tanıdım. Hepsi de piyasanın ekonomik güçleriyle savaşıyorlar. Eskiden bir saat de olsa ekranda haber seyrederdik ve bu iş kâr için yapılmazdı. Şimdi durum farklı ama bunun suçlusu haberciler değil. Ben de reklam satmak için aynısını ulusal kanallara çalışırken yapmak zorundayım. Bu da sıkıcı ama daha önemli haberler yerine, eğlenceli haberleri işlemek anlamına geliyor.