Háfız Burhan’ın, yahut tam ismiyle
Háfız Burhan Sesyılmaz’ın ismini işitmiş veya okuduğu ve bir zamanlar dillerden düşmeyen
"Makber"i, yani
"Her yer karanlık pür-nur o mevki" sözleriyle başlayan icrasını büyük ihtimalle dinlemişsinizdir.
En meşhur háfızlarımızdan olan ve soyadıyla değil,
"Háfız Burhan" adıyla tanınan
Burhan Sesyılmaz, 1897’de İstanbul’un Aksaray semtinde doğdu. Çocukluğunda sesi öyle çok beğenilmişti ki, daha hıfzını bile tamamlamadan cami cami gezdirilir, mukabelelerde okutulur ve müezzinlik ettirilirdi. Bu yüzden Kuran’a doğru dürüst çalışamadı ve musiki öğrenimi görmedi. Yarım kalan hıfzını ancak ileriki yaşlarında tamamlayabildi.
Delikanlılığında Muzıka-yı Hümayun’a, yani sarayın musiki merkezine alınan
Háfız Burhan, eksik kalan musiki öğrenimini bitirme fırsatını bu önemli kurumda yakaladı ve önemli hocaların öğrencisi oldu.
Muzıka-ı Hümayun’dan ayrıldıktan sonra, büyük ilgi gördüğü piyasada çalışmaya başladı ve sayısız plák doldurdu. Bir ara ticarete de soyundu ve
Beşiktaş’ta plákçı dükkánı açtı.
Háfız Burhan, 1920’lerde kurulan İstanbul Radyosu’nda da okudu, fakat sesinin şiddetinden mikrofonlar çalışamaz hale gelirdi. Stüdyonun en uzak köşesindeki mikrofona sırtını dönerek okumak zorunda kalır, her radyo seansı mesele olurdu. İstanbul camilerinde okuduğu ezanlar çok uzak mesafelerden bile duyulur, icra ettiği mevlidler, gazeller ve fasıllar büyük heyecan yaratırdı.
Çoğu Yunanistan’da olmak üzere dış ülkelerde de konserler veren
Háfız Burhan, háfız-gazelhan geleneğinin son temsilcilerindendi. Son derece tiz, parlak ve yakıcı bir sese sahipti. Pláklarına gazel, şarkı, türkü, marş, kanto, ninni, operet parçaları,
film müzikleri ve tango gibi geniş bir yelpazede parçalar okumuş, satış rekorları kırmış, halk tarafından el üstünde tutulmuştu. Hele meşhur
"Makber"ini bilmeyen, dinlemeyen yoktu.
İşte, böylesine parlak bir kariyere sahip olan
Háfız Burhan’ın ölümü de sesi yüzünden oldu. Hayata Ankara’da, 1943’ün 18 Nisan günü Maraşal
Fevzi Çakmak’ın kızı için mevlid okuduğu sırada çok tiz perdelerde gezinirken geçirdiği bir kalp krizi neticesinde veda ettiğinde henüz 46 yaşındaydı (M.G.).
Mevlidin bülbülü Háfız Osman çilingir sofrasının gediklisiydi
TÜRK Musikisi’nin adı efsane haline gelen seslerinden olan
Háfız Osman Efendi, 1860’lar ile 1930’lu yıllar arasında İstanbul’da yaşamıştı. Anadoluhisarı’nda doğmuş ve Muzıka-yı Hümayun’da, yani saray orkestrasında musiki öğrenimi görmüş ve o zamanki adı
"Seraskerlik" olan Genelkurmay’a sivil memur olarak girmişti.
Osman Efendi, halk arasında ve müzik çevrelerinde aynı dönemde yaşayan Osman adındaki diğer háfızlardan,
"Şaşı" lákabıyla ayırt edilirdi, zira gözlerinin ikisi de içe doğru bakardı. O dönemin İstanbul’unda,
"nev’i şahsına münhasır" dedikleri, kimseye benzemeyen halleri ve tavırlarıyla ayrı bir yeri vardı. Sohbeti, fıkra anlatmadaki ustalığı, rindmeşrepliği ve derbederliği dillere destandı. Özellikle içkiye düşkünlüğünü ilk defa duyanlar inanmakta zorlanırlar, böyle dini bütün bir háfızın içki iptilásına akıl-sır erdiremezlerdi.
Devrinin en namlı háfızları, mevlidhanları ve gazelhanları arasında yer alan
Osman Efendi’nin ünü, doldurduğu pláklarla bütün ülke çapına yayılmıştı. Kayıtlarında kendisine eşlik edenler arasında o zamanın en önemli müzisyeni
Tanburi Cemil Bey bile vardı. Sesinin doyuruculuğu ve berraklığı kadar yakıcılığı da meşhurdu. Gazel okurken şiiri ezgiler arasında harcamaz, aksine musikiyi şiirle okurdu. Koşma, divan, köçekçe, müstezad ve kesik kerem formlarının da büyük bir ustasıydı ve musiki tarihimize háfızlığının yanı sıra içki merakıyla da girdi.
Kaburgalı peksimet
Kaburga kemiklerini pirzola şekline koyup dövün. Ezilmiş peksimeti soğan suyu, tuz ve soğan suyu bulamazsanız adi su ile bulamaç haline getirin. Önceden dövdüğünüz etleri bu bulamaca bulayıp yağda ikişer ikişer kızartın ve pembeleştiği anda yağdan çıkartıp yerine yenilerini koyun. Piştikten sonra düz bir kayık tabağa yerleştirin ve soğumadan servis yapın.
Derviş sözlüğünde ’Eyvallah’ın bin türlü anlamı vardır
"Eyvalah", yahut Türkçe
"İyi vallah" olan bu söz, tasavvuf ehlince cevap, tasdik, soru, kabul, teşekkür, yemin yerlerinde kullanılır.
Birisi çağrılınca,
"Efendim" yerine
"Eyvallah" der.
"Filán işi yaptın mı?" gibi bir soruya,
"Evet, yaptım" yerine
"Eyvallah" denir. Bir işin yapılması buyrulunca, yapılmaması emredilince gene, yaparım, yapmam yerine o buyruk
"Eyvallah"la cevaplanır. Kendisine bir şey söylendiği vakit o söz, tam olarak anlaşılamadıysa soru edasıyla
"Eyvallah" denir ve tekrarlanması rica edilmiş olur.
Kendisine bir şey söylenen, yahut iltifat edilen, kendisine bir şey verilen kişi, tasdik yahut teşekkür makamında gene
"Eyvallah" der; yemin eden, sözünü yeminle perşinleştirmek isteyen de
"Eyvallah", yahut doğrulamak için
"Allah Eyvallah" deyip gene bu sözü söyler.
Hásılı,
"Dervişin bir Eyvallah’ı var" atasözü, herhalde bu yüzden söylenmiş olsa gerektir.
"Hak’tan gelene eyvallah" atasözü de rázılık anlamını ifade eder.
"Al küláhını, eyvallahı içinde" tahammülsüzlüğü bildirmektedir. Yola-erkána sığmayan şeyin kabul edilemeyeceğini de
"Eyvallah, eyvallah ama bunun bir de illállahı var" atasözü belirtmektedir.