Güncelleme Tarihi:
* Sizi sanata yönlendiren o ilk güçlü duyguyu merak ediyorum; pamuk tarlasındaki beyaz bulutlar mı, yağmura özlem mi, baba şiddetinden kaçış mı? Neydi o anı?
- Açıkçası o duyuyu ya da durumu tam tanımlayamıyorum. Arkadaşlarımla şarkılar söyler, birilerini taklit ederdik ama bu beni sanata yönlendiren duygu mudur, değil midir, bilemiyorum. 15-16 yaşından beri oyunculuk yapmak ve şarkı söylemek isteğim vardı. Çok sessiz bir çocuktum, kendi sesime bile yabancıydım, büyüdükçe konuşmaya başladım. Bunda sanırım baba baskısının etkisi oldu, kaçmak, kurtulmak istedim. Cesaretim olmasaydı, hiçbiri olmazdı. Cesaret, başarının yarısıdır.
* Ya kardeşleriniz, onlar da sizin gibi başkaldırabildiler mi?
- Özgürlük isteği hepimizde vardı. Kız kardeşlerim evlendiler, hatta bir ablam Edinburgh Üniversitesi ıngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim görevlisi, yakında profesör olacak.
* Ankara Devlet Tiyatroları sınavını kazanmak zordur. Bir iki parça eşyayla Adana’dan kaçıp gelen biri olarak, neler yaşadınız?
- Ben Adana’da hafta sonları gizli gizli tiyatro kursuna gidiyordum, konservatuvar sınavlarına orada hazırlandım. Sınavlar çok zor, almazlar diye 25 oyun hazırlamıştım. Hocalar değiştir dedikçe, beş dakikada bir farklı bir rol oynadım. Önce almayacaklar sandım, zaten jüri arasında çok tartışmış. Biri “Anadolu’dan gelen yetenekli çocukları almamız lazım” deyince kabul edilmişim. “şans verelim, diksiyonunu düzeltmezse atarız” demişler. Benim için asıl mücadele girdikten sonra başladı.
KADIN ET PARÇASI DEĞİL İNSANDIR
* Devlet Tiyatroları’nda kadroya girebilmek, ses sanatçısı olmaktan daha büyük bir uğraş gerektirmiş. Bu zorluğu aşmanıza rağmen Erzurum Devlet Tiyatrosu’ndan niçin istifa ettiniz?
- Yıllarca sınavlara girdim ama ismimden ya da örgütle bir bağlantım olabileceği düşüncelerinden dolayı almadılar. Albümüm çıktığı yıl, yeniden denedim. Artık hangi düşünceyle karar verdiler bilmiyorum; sonunda kabul edildim. İstanbul-Erzurum arası mekik dokumaktan, maaşımı uçak biletine harcıyordum. Bir gün bir film teklifi aldım. Hemen tiyatronun idarecisine söyledim. Filmin dilinin Kürtçe olduğunu söylediğimde itiraz etti. Uzun bir süre mücadele ettim, sonunda istifa ettim.
* Sizin başınıza gelenler, Avrupa’da bir kadın sanatçının başına gelseydi, önce kadınlar ayağa kalkardı, siz neden yalnız kaldınız?
- Ben bunları kadına “erkek gözüyle” bakmak olarak yorumluyorum. Margaret Thatcher, Tansu Çiller, Condoleezza Rice, “demir leydi”ler olarak bu bakışın birer örneğidir. Biz ne yazık ki gücün dilini seviyoruz.
* Sizce erkek bakışıyla kurgulanan kadınlık imajından kadınları kurtarmak için ne yapmak gerekiyor?
- Kadının et olarak değil, insan olarak görülmesi, kadınların ve toplumun bilinçlenmesi gerekiyor. ılkokuldan itibaren, kadın ve cinsellik gibi derslerin verilmesi gerekir. Belki de kadının, başka yeteneklerinin algılatılması gerekiyor. Sağlıklı bir toplum bilinçli kadınlar olduğu sürece oluşur.
BİR GÜN BEN DE AĞLAMAMAYI ÖĞRENECEĞİM
* “Weylo” isimli şarkınız, töre gereği Fırat nehrine atılan ve ölü taklidi yaptığı için kıl payı kurtulan kızın hikayesini anlatıyor. Sizi o kadından farklı kılan, alınyazısı denilen şeye başkaldırmanız mı oldu?
- Aynen. Sürekli sorgulayan, biraz isyankar bir yapım var galiba. Bana dünyaları verseler istemediğim bir yerde tutamazlar. Çocukluktan başlayan bir başkaldırı hep vardı. şimdi arkadaşlarımla konuşuyorum, kiminin beş, kiminin sekiz çocuğu olmuş. Kadın olmak baştan başa bir hüzün. ıçimizden kan gölü geçiyor. Yaralarımız açık, onun için daha çok hassasız. Aşk acı verince de böyle ameliyat masasında gibi oluyoruz, yara açık oluyor. Ben aşk acısında bunları hissetmiştim.
* Güzel bir kadın olmanın lanetli tarafları vardır denilir, hiç böyle şeyler yaşadınız mı?
- Hayır, olumsuz şeyler çok yaşamadım ama tabii gerçek şu ki bilinçsiz kadın kıskanır, saldırır. Güzel, başarılı, akıllı, iyi ve dikkat çekiciysen saldıranlar oluyor. Diğer yönden sadece güzelliğine güvenen kadın ya da erkek de malzemeden çalıyor. Bir süre sonra güzellik kendini çökertecek, yüzün kırışacak... ıstediğin kadar koru, sadece görünüşe dayanan bir akıl, boş bir akıldır. Öğrenmek, bir insanın yaşam enerjisini yükseltir, mutlu eder, çoğaltır.
* Rojin’in hikayesinde dram var, cesaret var ama gözyaşı yok. Gözyaşlarınızı içinize mi akıtırsınız?
- Kendi kendime kalınca çok ağlıyorum, hatta çok bozuluyorum bu duruma! Benimki karizma değil, kerizma oluyor. Kontrolsüz, abartılı bir biçimde ağlıyorum. En çok haksızlığa ağlıyorum. Onun dışında aşk beni çok ağlatır. Bir gün ağlamamayı öğreneceğim.
EUROVISION’DA BÜYÜK YANLIŞA DÜŞÜYORUZ
* Sanatçılarımızın Avrupa’da tanınması açısından Eurovision’u nasıl değerlendiriyorsunuz? Teklif gelse kabul eder misiniz?
- Evrenselliğin ulusaldan geçtiğine inanan biri olarak, ülkemin öz değerlerinin, özel makamlarının Batı sound’uyla, yani enstrümanlarıyla bütünleştiği bir parçayla elbet katılmak isterim. Eurovision’a ne kadar öz değerlerimizle katılıyoruz, bunu sorgulamak lazım. Amerikan Türkçe’si konuşan ve Batı’yı taklit eden tarzlarla büyük yanlışa düşüyoruz. Batı’da bunlardan çok var, tereciye tere satmanın anlamı yok. Ayrıca kendi dilimizle katılmamız birinci olmaktan daha önemli. ıngilizce bu ülkede kullanılan bir dil değil. Sertab’da orient hava vardı, o başka! Elbet Batı’dan etkileniyoruz, ben de etkileniyorum, kendimle de dalga geçiyorum. Ama yarışma başka. Örneğin uluslararası yemek yarışması olsaydı, hamburgerle mi katılacaktık?
ÖZEL YAŞANTIM YOK AŞK BİZE LÜKS
* Peki, böylesi yoğun bir tempo içinde özel yaşamınıza zaman ayırabiliyor musunuz?
- Özel yaşam yok, aşk bize lüks.
* Kadınların çoğu gibi, evlenmeliyim ya da çocuk sahibi olma zamanım geçiyor gibi bir endişe duymuyor musunuz?
- Evlenmek için değil ama çocuk sahibi olmak için bir panik yaşıyorum. Tabii bu toplumda evlenmeden çocuk sahibi olmak zor. Geçenlerde anneme enjeksiyon yönteminden bahsedeyim dedim, pişman oldum. Günlerce “Babasız çocuk olur mu, sen deli misin, milletin yüzüne nasıl bakarsın?” diye dövündü durdu. “şaka yaptım” dedim, dinletemedim. Kötü bir babası olacağına, hiç olmasın daha iyi ama...