Güncelleme Tarihi:
Sonradan sularında bol bol yüzeceği koca Yeşilçam denizinde geçen öyküler gibi bir hayatın güzergâhında başlamıştı yolculuğu. Babası Yakup Cüreklibatır, Sakarya Meydan Muharebesi’nde yaralanmış ve cepheden, şarapnel parçalarını ömrü boyunca vücudunda taşıyacak bir şekilde eve dönmüş bir gaziydi.
Oğlu Fahrettin ise zekiydi, çalışkandı ve okuyarak yoksulluğun çemberini kırmaya azimliydi. 8 Eylül 1937’de Eskişehir’de doğan bu genç, Atatürk Lisesi’nde okuyacak, kentin uzun süredir belediye başkanlığını üstlenen Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’le de sınıf arkadaşı olacaktı. Sonrasında İstanbul Tıp Fakültesi’nin yolunu tutacak ve ‘Doktor’ unvanıyla hayata atılacaktı.
Ama kaderi filizleneceği, serpileceği ve koca bir çınara dönüşeceği başka bir yerde yazılmıştı. Bu yer, bir tıp çalışanı olarak tek tek insanları kurtarmaktansa ‘Dünyayı Kurtaran Adam’a (!) dönüşeceği Yeşilçam’dı...
‘GURBET KUŞLARI’ DÖNÜM NOKTASI OLDU
İlk kez rol aldığı Luchino Visconti’nin ‘Rocco ve Kardeşleri’nden (‘Rocco e i suoi fratelli’) esintiler de taşıyan sinemamızın klasiklerinden ‘Gurbet Kuşları’, aynı zamanda kariyeri için de en önemli dönüşüm noktası olmuştu. Göç olgusunu Maraşlı bir ailenin, büyük kentin çarkları içinde yavaş yavaş parçalanması ekseninde anlatan filmin finalindeki aksiyon sahnelerindeki performansı, yönetmeni Halit Refiğ’i etkilemiş ve kendisine “Sen bu kulvardan yürü” şeklinde tavsiyede bulunmasını sağlamıştı...
ALTIN KOZA ÖDÜLÜNÜ REDDETTİ
‘Yaralı Kurt’, ‘Maden’, ‘Vatandaş Rıza’, ‘Öğretmen Kemal’, ‘Cemil’ gibi yapımlarla da zihinlerde yer edinen Arkın’ın sinema serüvenindeki en izlerden biri de ‘12 Mart dönemi’nde gösterdiği tavırdır. 1972’de düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali’nde jüri Yılmaz Güney’i ‘Baba’ filmindeki performansıyla ‘En İyi Erkek Oyuncu’ seçer. Ama politik baskılarla oylamada ‘Yaralı Kurt’taki performansıyla ikinci sırada olan Arkın’a ödül verilmesi kararlaştırılır. Bu karara itiraz eden sanatçı, ödülü reddeder...
EN ZORLU SAHNELERDE BİLE DUBLÖR KULLANMADI
Ait olduğu kuşak başka bir üretim ilişkisinin, başka sinemasal reflekslerin ifadesi olan bir sistemin öncüleriydi. O dönemlerde yönetmenlerden ziyade yıldızlar, kitleleri salonlara çekecek isimler önemliydi. Tıpkı futbolda olduğu gibi teknik direktörlerden çok starların yetenekleri ön plandaydı ve sonuçlar, tarihi galibiyetler (!) onlar sayesinde alınıyordu. Cüneyt Arkın işte bu kuşağın Tarık Akan ve Kadir İnanır’la birlikte en önemli yüzlerindendi. Dublör kullanmayı seyirciyi kandırmak olarak kabul ediyor ve bütün zorlu aksiyon sahnelerinde kendisi boy gösteriyordu.
‘TAHTA VALİZİMLE İSTANBUL’A GELDİM’
Yakın bir zaman önce Kırmızı Kedi Yayınları tarafından basılan ‘Benim Kahramanım Türk Halkıdır’ adlı kitabında şöyle bir notu vardı: “Hedefim doktor olmaktı. 1958 yılında, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanıp İstanbul’a geldim. Yorganımla, yatağımla ve tahta valizimle. Haydarpaşa’dan şehre adımımı attım. Tıpkı ilk filmim ‘Gurbet Kuşları’ndaki gibi. Meğer o ilk gelişim, sinemadaki ilk rolümün de provasıymış.”
İşte o ‘kuş’ büyüdü, koca bir Yeşilçam’ı kapladı ve dün itibarıyla da aramızdan ayrılıp gökyüzüne karıştı. Bize bıraktığın onca sinemasal an, görüntü, yaşattığın onca heyecan, aksiyon için teşekkürler...
Sinemamızın ve tüm sevenlerinin başı sağ olsun...