Güncelleme Tarihi:
Zaten filme hazırlanırken de Ata Demirer’in koçluğunu bizzat yapmış. Hayatta yalnız, işinde başarısız, psikolojisi bozuk ama iyi yürekli bir genç adam. İyileşme sürecini ve biraz daha fazlasını yaşaması için hikâye onu Berlin’den, yıllardır görmediği akrabalarının yanına Antalya’ya getiriyor. Ata Demirer’in müthiş gözlem ve taklit yeteneğini konuşturarak oluşturduğu Almancı boksör tiplemesi son derece başarılı ve inandırıcı. Berlin Kaplanı, insani değerleri öne çıkaran, aile olmanın önemini vurgulayan, küfürsüz, samimi ve eğlenceli bir komedi.
Türk sinemasında sadece adıyla gişede belli bir sayıyı garantileyen kaç kişi var acaba?
Bir elin beş parmağını geçmez.
Ata Demirer de onlardan biri işte.
Bu noktada altını çizmek istediğim, Demirer’in bu avantajını hiçbir zaman kötüye kullanmadığı, sinema duygusundan asla ödün vermediği.
İstikrarlı gidişinin, kendisine saygı duyulmasının nedenlerinden biri de bu aslında.
Berlin Kaplanı da sinema duygusunun ön plana çıktığı filmlerden biri.
PSİKOLOG AİLE İLİŞKİSİNE PARMAK BASIYOR
Ata Demirer, Eyvah Eyvah serisinin bir dizi film tadında uzamasını istemediğinden, biraz da tutmuş işi sömürmekten hoşlanmadığından, birlikte çalıştığı Hakan Algül ile birlikte yepyeni bir komediye yelken açtı.
Klarnetçi Hüseyin Badem’den sonra bu kez farklı bir tiplemeyle ve bir iyileşme hikâyesiyle çıkıyor karşımıza.
Berlin Kaplanı’nın kahramanı boksör Ayhan. Gurbetçi bir ailenin çocuğu, hayatını yumruklarıyla kazanıyor.
Arada sırada korumalık yaparak, hatta köpek gezdirerek para kazanmak zorunda kaldığı da oluyor.
Psikolojik sorunları da var Ayhan’ın. Kapalı mekânlarda fenalık geçiriyor, zaman zaman da karabasanlarıyla boğuşmak zorunda kalıyor.
Alman psikoloğun Ayhan’a tedavi önerisi ailesiyle iletişime geçmesi.
Ayhan’ın Berlin’den Antalya’ya uzun süredir görmediği akrabalarının yanına gitmesi psikolog tavsiyesinin sonucunda gerçekleşmiyor ama.
Başka zorunluluklar giriyor devreye.
Filmin ikinci yarısının geçtiği Antalya ayağına iniş çıkışlı bir aile hikâyesi ve bir de romantik ilişki ekleniyor.
Ata Demirer’in bir önceki çalışmasının Eyvah Eyvah olması karşılaştırmayı zorunlu kılıyor.
Söz konusu komedi olduğunda Berlin Kaplanı’nı Eyvah Eyvah’dan ayırmak gerek.
Berlin Kaplanı, ağırlıklı olarak tek bir karakter üzerinden komedisini götürüyor.
Bu kez filmine, Eyvah Eyvah’da olduğu gibi, paslaşabileceği güçlü bir karakter (bkz. Firuzan by Demet Akbağ) koymamış Ata Demirer. Bu da filmin komedisinden biraz götürüyor tabii.
Filmdeki dayı yeğen ilişkisi öne çıkanlardan. Fatih’i canlandıran Mert Aran’ı ve annesi rolündeki Özlem Türkad’ı çok başarılı buldum. Yüzeysel yazılmış bir karakterin içinden cevher çıkarmayı bir şekilde başarıyor.
Eyvah Eyvah 2’de Hüseyin Badem’in kayınpederi rolünde izlediğimiz Tarık Ünlüoğlu burada antrenör rolünde.
Yıllar sonra setlere dönen Necati Bilgiç’i de unutmamak gerek.
ATA DEMİRER’DEN MÜTHİŞ BİR ALMANCI TİPLEMESİ
Yazının başında da dediğim gibi Berlin Kaplanı’nın amiral gemisi Ata Demirer’in Ayhan’ı.
İyi yazılmış yan karakterlerden yoksun filmi tek başına sırtlanmış Ata Demirer; komediyi de, dramı da Ayhan’ın üzerine bindirmiş.
Bu rol için uzun soluklu bir gözlem ve araştırma yaptığına şüphe yok.
Zaten kendisi de 100’e yakın Almanya ve Hollanda turnesi sırasında gözlem yaptığını söylüyor.
Taklit yeteneği tartışılmaz olan Demirer, Almanya’da büyümüş boksör Ayhan rolünde çok başarılı ve son derece inandırıcı.
Almancı şivesi mükemmel, vücut dili de öyle. Bu roldeki başarısıyla oyun gücünü de bir kez daha ortaya koyuyor.
Almancı düşünce yapısını bile iyi özümseyip, Ayhan üzerinden layıkıyla filme yansıtmış.
Hatta Almanlarınkini bile; köpekleri gezdirdiği sahnede yaşlı Alman kadınla yaptığı diyalog, tüm hayatları plan ve programlı olan Almanlar ile ilgili güzel bir saptamaya yer veriyor.
İNSANÎ DEĞERLERİ ÖNE ÇIKARAN BİR FİLM
Ben, Ata Demirer’in oynadığı karakterlerin en çok o naif, dürüst yanını beğeniyorum.
Farları yakıp söndürerek yolda radar olduğunu haber veren Türk hinliğini anlamakta güçlük çeken saf ve temiz Almancı Ayhan’ı da bu yüzden çok sevdim.
Ata Demirer böyle iyi niyetli karakterlerin filmlerini, aynı iyi niyet ve samimiyetle yapmaya devam ettikçe seyircisini de mutlu edecektir.
Berlin Kaplanı, insani değerleri öne çıkaran, aile olmanın önemini vurgulayan, küfürsüz, samimi ve eğlenceli bir komedi.
Sinemalarda sizinle buluşmayı bekliyor.
HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
Sessiz film oynayalım mı
ARTİST
THE ARTIST
Yön: Michel Hazanavicius
Oyn: Jean Dujardin, Berenice Bejo, John Goodman, James Cromwell
Tür: Dram
Siyah beyaz, sessiz, modası geçmiş, eski demeyin. Bu sezona bu sıfatların hespini de barındıran Artist (The Artist) adlı film damgasını vurdu, vurmaya da devam ediyor. Fransız Michel Hazanavicius’un yönettiği Artist, Hollywood’un yaşadığı en büyük dönüşümlerden birini, sessiz filmden sesliye geçişi bir aşk hikayesiyle harmanlayarak anlatıyor. Filmin başrolünde Jean Dujardin ile birlikte yönetmen Michel Hazanavicius’un oyuncu eşi Berenice Bejo var. Ve bir de 8 yaşındaki terrier cinsi Uggie. Tamamı Los Angeles’ta çekilen Artist, 21. yüzyılda sessiz film mi izlenir diyenlere öyle müthiş bir deneyim sunuyor ki, Artist’i izledikten sonra insanın sessiz film külliyatını şöyle bir deviresi geliyor. Michel Hazanavicius, filmin çekimlerine hazırlanırken Alman, Fransız, İngiliz ve Rus sinemasından pek çok sessiz film örneği izlemiş. Ama en çok etkilendiklerini Amerikan sessiz filmleri olduğunu söylüyor. Filmdeki Hollywood göndermelerine şaşmamak gerek. Bunların en öne çıkanı Gene Kelly ve Ginger Rogers’ı hatırlatan tap dansı sahneleri. Artist’in başarısında pek çok ödüle aday olmuş, bir kısmını da almış olan başrol oyuncusu Jean Dujardin’in rolü büyük. Dujardin, sessiz filmlerin en önemli gereklerinden biri olan vücut dilini kullanma konusunda büyük bir ustalık gösteriyor. Bu filmle alakalı olarak en çok konuşulan unsurlardan biri de Uggie adlı köpek. 8 yaşındaki terrier’in Oscar’a aday gösterilip gösterilmeyeceği uzun süre gündemi meşgul etti. Neyse ki böyle bir saçmalık olmadan adaylar açıklandı. Komedi-müzikal kategorisinde en iyi film, erkek oyuncu (Jean Dujardin) ve müzik Altın Kürelerini evine götüren The Artist’in Cannes’da gördüğü ilgiyi ve Jean Dujardin’e burada verilen en iyi erkek oyuncu ödülünü de hesaba katarsak muhtemel Oscar galiplerinden birisiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Siyah beyaz ve bir cümle dışında hiçbir diyalog barındırmayan ama buna rağmen renkli ve çok sesli rakiplerinin arasından sıyrılmayı başaran müthiş bir film var karşınızda. Sıradışı ve untulmaz bir sinema deneyimi yaşamak isteyenlere...
Diş perileri küçük kızın peşinde
DON’T BE AFRAID OF THE DARK
KARANLIKTAN KORKMA
Yön: Troy Nixey
Oyn: Katie Holmes, Guy Pearce
Tür: Gerilim-Korku
Pan’ın Labirenti ile küçük çocuklar ve doğaüstü yaratıklar konulu filmlerle seyirci üzerinde ne kadar etkili olabileceğini kanıtlayan Guillerme Del Toro, şimdi de benzer temalı bir filmin senaryo yazarlığını ve yapımcılığını üstleniyor. Orjinali 1973 yapımı aynı isimli TV filmine dayanan Karanlıktan Korkma, Troy Nixey’in yönettiği bir yeniden çekim. Karanlıktan Korkma için ‘korku filmi’ demek yerine ‘gerilim’ ve ‘dram’ tanımlamalarını kullanmak daha doğru olacaktır. Çünkü filmde oradan buradan, karanlıktan çıkan yaratıkların anlık korkutma efektlerinden çok, annesi babası boşanmış, sevgiye ve ilgiye muhtaç küçük bir kızın dramını izliyoruz. Gerilim dozu ayarında olan film daha çok bu küçük kız hikayesiyle dokunuyor izleyiciye. Annesi ve babası ayrıldıktan sonra babası ve yeni eşiyle birlikte yaşamak zorunda bırakılan küçük Sally, yeni taşındıkları ürkütücü evde gece olduğunda kendi adını seslenen yaratıklarla baş başa kalıyor. Diş perisi olarak bildiğimiz bu kötücül yaratıklar sadece karanlıkta ortaya çıkıyorlar. Dertleri Sally ile. Sally ise onlarla ilgili derdini bir türlü büyüklere anlatmıyor. Kendi işine ve yeni eşine ilgi göstermekten başka bir şey düşünmeyen mesafeli baba küçük kızın sorunlarını ciddiye bile almıyor. Söylediklerinin onun adaptasyon sorunundan kaynaklandığını düşünerek göz ardı ediyor. Ta ki küçük canavarlar saklandıkları yerden çıkıp, kendilerini daha fazla ortaya atmaya ve yollarına çıkan herkese günlerini göstermeye başlayana kadar. Karanlıktan Korkma, içindeki doğaüstü yaratıklar nedeniyle bir hayli zorlama bir senaryoya sahip. Ama ailesi parçalanmış küçük kızın aile ve güvenli bir yuva özlemi söz konusu olduğunda seyirciyi etkilemeyi başarıyor. Bu başarısındaki en büyük etken 10 yaşındaki Sally’yi oynayan Bailee Madison. Zeki olduğu her halinden belli olan bu küçük oyuncu tüm filmi omuzlarına alıyor, korku sahnelerine çığlık atmanın ötesine geçerek Sally’nin yaşadığı dehşeti gözlerinden bile hissettiriyor. O kadar ki Madison’ın oyunculuğu senaryo boşluklarını ve saçmalıklarını yer yer görmezden gelmemize bile neden oluyor. Boşanmanın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisi bu konu üzerindeki dramalarda bile bu kadar etkili bir şekilde perdeye yansımamıştı. İlk başta da dediğim gibi Karanlıktan Korkma, bir korku filminden çok dramasıyla izleyici üzerinde etki bırakacak.