Güncelleme Tarihi:
Ku Klux Klan
TV'yi açtığımda karşılaştığım manzara korkunçtu.
Herhalde yeni bir film çeviriyorlar, bu programda da filmi tanıtıyorlar diye düşündüm.
Ama bir baktım ki sunucunun da saçları diken diken.
Ekranda 3 adam var.
Biri önde oturuyor. Yüzü açık.
Diğer ikisi onun arkasında.
Başlarında beyaz kukuletalar olduğundan yüzleri görünmüyor.
Kollarında ise birer Kalaşnikof.
Öndeki adamın yüzünde, ebleh bir ifadeyle karışık nefret okunuyor.
Eğitimsiz olduğu belli.
Sunucunun sorduğu sorulara doğru dürüst cevap veremiyor.
‘‘Biz siyahlardan nefret etmiyoruz ki’’ diyor.
‘‘Sadece onlardan daha üstün olduğumuzu biliyoruz!’’
ÇIKARIN O ZAMAN
Bir an için Türkiye'deki tartışma programlarından birini izlediğimi sanıyorum.
Çünkü daha önce, buradaki programlara katılan tartışmacıların bu kadar sinirlendiğini ve kendine hakim olamaz duruma geldiğini görmemiştim.
Böylesine yoğun duyguların tartışmaya karıştığını ilk kez görüyorum.
Sarışın sunucu, neredeyse saçını başını yolacak sinirden.
Diğer tartışmacılar da öyle.
‘‘Çıkarın o zaman’’ diyorlar.
‘‘Davanıza ve kendinize bu kadar güveniyorsanız niye korkuyorsunuz? Çıkarın kukuletalarınızı, yüzünüzü görelim.’’
Ama Klu Klux Klan üyeleri ve onların avukatları gayet sakin.
‘‘Biz korkmuyoruz. Kukuleta ve silah sadece sembol’’ diyorlar.
New York'un Manhattan semtinde, zenciler aleyhine yapacakları gösteriden bahsediyorlar.
Tabi bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belli değil.
Çünkü New York'da kukuletayla gösteri yapmak kanunlara aykırı.
O nedenle Klan üyelerinin yürüyüşü şimdilik yasak.
KORKUTAN GÖSTERİ
Ama düşünce özgürlüğü adı altında yasak geri alınırsa, (Çünkü Klan üyeleri, New York şehrini mahkemeye verdiler) ne olacağını düşünmek bile istemiyorum.
Böyle bir olasılığa karşı şimdiden, aleyhte gösteriler hazırlanmaya başlandı.
Gazeteler, siyah kız arkadaşına ‘‘Bu gösteri gerçekleşirse bir beyzbol sopasıyla oraya gidip içlerinden en az birinin kafasını kıracağım’’ diyen hispanik bir gencin, eğer bunu yaparsa hapse girmemesi gerektiğini yazıyorlar.
Sinirler iyice gerilmiş durumda.
Bazıları,‘‘50 tane kendini bilmezin yapacağı gösteriden ne çıkar?’’ dese de, çok eski ve derin bir yarayı kaşımanın doğuracağı sonuçlar sanırım herkesi ürkütüyor.
Bekar kiracı
Geçenlerde evime girerken her zamanki gibi apartmanın girişindeki posta kutusunu açtım.
Tabii ki mektup var mı diye bakmak için değil.
Artık kimse birbirine mektup göndermiyor.
Elektronik posta var ya...
Bizim, neredeyse çağdışı sayılan eski posta kutuları, ancak faturalar ve bazı evraklar için kullanılıyor.
Tabi bir de gereksiz bir yığın reklam için...
Ama o gün ne kablolu tv faturası vardı posta kutusunda ne de harhangi bir evrak.
Tam kutu boş diye kapatacakken mor bir zarf ilişti gözüme.
Zarfın üstünde ‘‘Aylin Livaneli - Bekar Kiracı’’ yazıyordu.
‘‘Allah Allah!’’ deyip başladım zarfı açmaya.
İçinden ne çıktı dersiniz?
Şöyle bir mektap:
Sayın bekar kiracı,
New York gibi bir şehirde yalnız yaşamanın zorluğunu biliyoruz.
Yoğun iş temponuz nedeniyle birileriyle tanışma şansınız olmadığını düşündüğümüzden size yardımcı olmaya karar verdik.
Lütfen ekteki anketi doldurup bize gönderin, size uygun birini bulalım...
Hoppalaaaa! Bir kere bunu gönderenler o dairede benim oturduğumu nereden biliyorlar?
Ayrıca bekar olduğumu nasıl öğrendiler?
Ve hayatımı paylaşacak birini aradığımı nereden çıkardılar?
Tam yaşamıma yeni bir düzen verdiğimi düşünürken;
Yalnız yaşamanın ne kadar da rahat bir şey olduğuna karar vermişken;
Yani ‘‘Bekarlık sultanlıktır’’ sloganını hayatımda ilk kez tamamen benimsemişken...
Olacak şey değildi!
Aslında mektubu gönderenler, benim çok çalışmamı bahane edeceklerine New York'daki erkeklerin yarısına gay, diğer yarısının da psikopat ya da evli olduğunu yazsalardı çok daha gerçekçi olurdu.
Ekmek parası tabi.
Bana, ‘‘Bu şehirde doğru dürüst erkek yok, sen en iyisi kendi başının çaresine bak!’’ diyecek halleri yoktu ya...
Bir yandan bunları düşünürken bir yandan da merak etmeye başladım.
‘‘Acaba böyle anketlere cevap verenler var mı?’’ diye.
Varsa kim?
Ve gerçekten aradıkları insanı bu şekilde bulabileceklerini düşünüyorlar mı?
Öyle olsa ne kolay olurdu.
Herkes kendine göre şöyle bir anket doldururdu:
Yaş: 35, Ten: Esmer, Boy: 1.80, İş: (Bir düşüneyim. Acaba yazar mı olsa, iş adamı mı?), Maddi durumu: Zengin, Medeni hali: Hiç evlenmemiş, Çocuk: Yok, Huy: Çok iyi huylu, hiç kötü alışkanlığı yok, çok bonkör, sevgi dolu ve HARİKA!
Hooop, bir hafta sonra kapınız çalınıyor ve hayalinizdeki adam karşınızda.
Tabi böyle dört dörtlük, Andy Garcia tipli erkeklerin sadece Hollwood filmlerinde görüldüğünü bildiğimden, benim mor kağıda basılmış üstünde ‘‘Romantizmi Şansa Bırakmayın...’’ gibi şiirsel bir sloganla süslenmiş o derin mektubun, soğuk metal çöp kutusundaki yerini alması uzun sürmedi.
Ben mi?
Ben de hala, New York şehrindeki bir apartman dairesinde oturan ‘‘bekar kiracı’’ olarak yalnız yaşamıma devam ediyorum...