Güngören’in çalıkuşu

Güncelleme Tarihi:

Güngören’in çalıkuşu
Oluşturulma Tarihi: Eylül 19, 2010 00:00

Eski hayatını ve içinde bulunduğu zengin dünyayı bir akvaryuma benzetiyor. Bir gecekondunun içini hiç görmemiş, fakirlik manzaralarıyla yakından karşılaşmamış; kumaların varlığını sadece kitaplardan okumuş. Aslı Köksal, 43 yaşında iki çocuk annesi bir okuma yazma gönüllüsü.

Haberin Devamı

Gönüllü eğitmen olunca öyle bir şok yaşamış ki... Bu değişiklik onu artık bu akvaryumdan çıkartmış hatta eşiyle bile boşanmış ama o mutlu çünkü “Eski hayatım sahteydi, şimdi gerçekten insanlara dokunabiliyorum” diyor

Mavi gözleri enerji yüklü. Öylesine dolu ki, anlatırken aldığı nefes yetmiyor sanki “Eğitim ve kadınlar konusunda bu kadar duyarlı olmamın nedeni belki de geçmişten gelen yaram” diyor. Aslı Köksal, eğitimli bir ailenin büyük kızıydı. Bursa’da özel bir ilkokulda okuyan, başarılı bir öğrenciydi. İlkokul dört ve beşi ders çalışarak geçirdi. Robert Kolej’i, Üsküdar Amerikan Lisesi’ni ve Bursa Anadolu Lisesi’ni aynı anda kazandı. İki yıl bunun için hazırlanmıştı ve babası birden “İstanbul’a gidemezsin” deyince hayatının ilk travmasını yaşadı.
Artık dersleri daha az önemsedi. Üniversite sınavı yaklaşırken tek amacı evden uzağa, İstanbul’a gitmekti. Yine babasının önerdiği Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümüne girdi. “O dönemlerde biz, şimdiki çocuklar gibi ne istediğimizi bilmezdik ki... Mezun oldum ve bir daha bilgisayara dokunmadım. Bugün baktığımızda aslında ben bir meslek sahibi olamadım. Sonraları anladım ki babam ‘kadın çok okuyup üstüne mastır yapıp, müdür filan olursa hayatta mutlu olamaz’ diye düşünüyordu. İki yıllık bir okulu tercih etmemi istemesi bile ondan. Az okusun, evlensin, kadının yeri odur, sivrilirse evlenemeyecek... Onun doğrusu buydu ve bunu bizim iyiliğimize olduğunu düşünerek yaptı.”

Haberin Devamı

HERŞEYE TAMAM DİYEN EŞ

Üniversite yıllarında evleneceği adamla tanıştı. Okul bitince kısa bir süre turizm şirketinde, ardından 4,5 yıl bir uluslararası haber ajansının pazarlama ve satış bölümünde çalıştı. 24 yaşına geldiğinde, bankacılık kariyerine yeni başlamış erkek arkadaşıyla aşkları evliliğe dönüştü. Evlenir evlenmez hamile kaldı, eşine İsviçre’de bir görev teklif edildi. İlk oğulları üç haftalıkken artık İsviçre’deydi. “Aaa çok iyi gidelim dedim, işte kendime ihanet orada başladı. Evlendik tamam, hamilesin tamam, kocanın işi dolayısıyla oraya gideceksin tamam. Herşeye tamam diyordum.”
Dört yıl Cenevre’de bebeğine baktı. İstanbul’a dönüp bir yıl oturduktan sonra bu kez iş için Hollanda’ya taşındılar. İkinci oğlu da orada dünyaya geldi. 2001 krizinde iki çocukla İstanbul’a döndüklerinde artık 35 yaşındaydı. Eşi çok iyi bir pozisyondaydı. Üst düzey bir yöneticinin bulunmak zorunda olduğu cemiyet hayatına girip çıkıyorlardı. Kokteyller, açılışlar, davetler... Aslı Köksal tüm bu yaşananları bir ‘sistem’ olarak tanımlıyor. Sistemin de bir döngüsü var. İş hayatının devamı için bu sosyal hayatı yaşamak gerekiyordu.

Haberin Devamı

ÇOK KAZAN ÇOK HARCA

Çocukların yükü hafifledikten sonra bir şeylerin ters gittiğini hissetmeye başladı: “Anormal başağrıları, gastrit, ardından depresyon... Dışarıdan bakıldığında mükemmel bir hayatım vardı. Genel müdür olan harika bir koca, iki tane harika çocuk... Ama içerisi çok mutsuz, çok hüzünlü. Eski eşimi hala çok seviyorum ama o da mecburen bu sistemin içindeydi. Duramazdı çünkü sistem öyle rekabetçi ki, durakladığınız an arkanızdan gelen sizi çiğneyip geçer. Bu sistem size ‘çalış çalış çalış, kazan kazan kazan, daha çok kazan, harca harca harca’ diyor. Bunun dışındaki herşey yıkılmış durumda. İşte o dönemde bana geldiler artık.”
Herkes ona, “nankör müsün, herşeyin var” diyordu. Çıkış yolu ararken AÇEV’in (Anne Çocuk Eğitimi Vakfı) okuma yazma kursunda gönüllü olmaya karar verdi. Eğitici eğitiminden geçti, kursunu açtıktan sonra da dört ay, 20 kadar öğrencisi olacaktı. “Orada kadınlara gerçekten dokunabiliyosunuz. İstediğim şey tam buydu. Eğitimi alıp hemen Güngören’de kurs vermeye karar verdim. Sınıfa gelecek kişileri kendimiz arıyoruz. Yedi kişi kursa yazılmıştı, halbuki 20 kişi toplamanız lazım. Eğitici danışmanıyla Güngören’de sokak sokak gezip zilleri çaldık. Benim o toz pembe hayatımdan sonra o sokaklarda, kapılar açılınca gördüğüm manzaralar çok çarpıcıydı. Hiç öyle bir yerde bulunmamıştım, nereden bulunayım ki! Ben akvaryumda bir hayat yaşıyordum. Tamamen kopuk, plastik, suni, yalan, sahte, bir hayat. Çok şey söyleyebilirim. Onun içinden çıktıktan sonra çok daha tepkiliyim.”

Haberin Devamı

KAPILARDAN KOVULDU

Kursa öğrenci bulmak için gezerken daha önce görmediği şeyler gördü. Evin erkeği atletle kapıya çıkıyor, karısı hamile, yanında üç çocuk daha var... “Okuma yazma kursumuz var burada da bilmeyen biri varmış” deyince adam onu kapıdan kovuyor. Başka bir evde koca, kocanın annesi, karısı ve kuması var. Kayınvalide gelininin kursa gitmesine izin vermiyor, zaten kendisi de okuma yazma bilmiyor...
Sonunda 15 öğrenciyle kursa başladı. Kursun büyük bölümü 40 yaş civarı kadınlardan oluşuyordu. Bir süre sonra aralarındaki paylaşım da arttı. Öğrenciler hayatlarını anlatıyor ya da olaylar bazen o anda oluyordu. Kendini o hayatın içinde buldu. “Okuma yazma öğrenememişler, evde kocanın güdümünde yaşıyorlar, çok kırılganlar, çok ezikler. Sizin gibi birini görünce, siz de onlara açıksanız herşeyleriyle açılıyorlar. Bu durum beni de açtı, içimi açtı, o mutlu ve anlamlı zannettiğim kendi hayatımın aslında hiç olmadığını, çok yalan olduğunu gördüm. Hala anlatırken kötü oluyorum. Ben onlara verdim onlar bana verdi.”
Zengin bir dünyanın içinde suni bir hayatı olduğunu düşündü. “Süs balıkları gibisiniz, akvaryumun içi renkli çiçeklerle bezeli, her dakika istemediğiniz kadar yem atılıyor ama siz balıksınız ve sadece birbirinize bakıyorsunuz. İçindeyken bunu farketmek zor. Benim kendime has, çocukluğumdan getirdiğim yaralarım olmasaydı çok da mutlu yaşıyor olacaktım. Kendimi de herşeyi de mükemmel zannediyordum. O hayatın içinde olanların çoğu bir yanılgıyı yaşıyorlar ama onları suçlamamak lazım. O akvaryumun kırılması lazım. Sadece birinin karısı olarak, bu kadar konforlu bir hayat yaşarken, hiçbir şey yapmadan, yalnızca ayakkabınız-çantanız-arabanız-tatilinizle ilgiliyseniz, bu acıklı bir şey. Birçokları hayatı o kadar zannediyorlar. Neyse ki bu çevrede herkes böyle değil, duyarlı birçok insan var ve bu sayı gün geçtikçe artıyor.”

Haberin Devamı

HAYAT BİZİ BAŞKA TARAFLARA ATTI

Kurslardan sonra bir süre profesyonel olarak çalıştı. Bu dönemde eşinden de boşandı. “Bu değişim evliliğinize mi mal oldu, boşanmadan olmaz mıydı?” sorusuna yanıtı ilginç: “Evliliğin getirdiği bazı şeyler var, yeri geldiğinde kocanızın yanında olmak zorundasınız. Oyunu bozarsanız bir şeyler yürümüyor. O oyunun kurallarıyla oynayacaksınız ama o zaman da siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Evliliğimi bitirme aşamasında çok insanı karşıma aldım. Kimse beni anlamadı çünkü hiç bu sebeplerden boşanan yok. Ama aslında kimsenin bir suçu yok hayat bizi başka taraflara attı.”
Evi, yaşadığı muhit değişmedi ama hayatı kendi deyimiyle sadeleşti: “Ben değiştikçe çocuklar da değişiyor. 17 yaşındaki büyük oğlum Diyarbakır’da bir anaokulunda gönüllü programına gitti. Daha ilk gün, ‘anne burası çok değişik, anne çocuklar çok şeker, en çok beni sevdiler’ dedi. Yani devamının gelmesini istedi. Yeni hayatımda evdeki düzen çok daha insancıl oldu. Her türlü gereksiz masrafı azalttık, mesela her odada dijital yayın vardı. Bazı şeyleri içindeyken algılayamıyorsunuz. Sonra evdeki yardımcı gitti, beş aydır ben tamamen kendi eviminin de işini yapıyorum, haftada bir gün temizlikçi geliyor. Ciddi bir sadeleşme, kendi kendine yetme başladı. Evin içinde herkes birbirine yardım ediyor. Çocuklar eskiden her şeyi birinden istiyorlardı, baktım kendileri kalkıp almaya başladılar. Büyük oğlum hala marka seçiyor çünkü bu yaşa kadar öyle geldi ama küçük oğlum daha da sistemin dışında bir çocuk olacak diye düşünüyorum.

Haberin Devamı

TİYATRO İÇİN AĞLAYAN ÇOCUK

Aslı Köksal iki yılda 4’er aylık toplam dört kurs verdi. Güngören’in ardından Alibeyköy geldi. Her geçen gün fakir ve zor hayatı olan kadın ve çocuklarla daha çok temasta bulundu. “Bir kursiyer, bırakacak yeri olmadığından birinci sınıf öğrencisi oğluyla birlikte derse geliyordu. Bir gün baktım ki oğlu ağlıyor. ‘Aman hocam tiyatroya gitmek istiyor yine; iki hafta önce de gitmişti babası da göndermiyor her seferinde 2.5 lira mı vereceğiz’ diye kızıyor, dedi. O çocuk 2,5 lira için tiyatroya gidemiyor, eve gelince kendi çocuğuna ‘kendine gel’ diye kızmak istiyorsun. Sonra düşününce onun ne suçu var? Anası, babası, evi arkadaşı hepsi aynı akvaryumun içinde... Kendime ‘niye çocuğa kızıyorsun’ dedim.”
“Alibeyköy’de başka bir kursta 16 yaşında bir genç kıza ilk iki kademe eğitimleri verdim, oradan da Halk Eğitim Merkezi’nde ilk öğretime devam ettirmek istiyordum ki diploma alabilsin. ‘Hocam gelmek istiyorum ama babam evi terketti çok kardeşiz, annem çalışıyor ama yetmiyor ben de merdiven sileceğim onun için gelemeyeceğim’ dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ne kadar alacağını sordum 200 lira dedi. İnsanlar ne zorlukla yaşıyorlar öbür tarafta ise kadın sana ‘öğlen nerde yemek yesek şekerim’ diyor, 200 lira bir yemekte gidiyor.”
Bunları gördükçe hayata bakışı kendi çocuklarına yaklaşımı değişmeye başladı: “Yavaş yavaş oradan sıyrılmaya başladım. Bir taraftan sanat tarihi felsefe ve edebiyat kurslarına gittim. Sanırım kendimi programa aldım. Kendime o kadar ihanet etmişim, o akvaryumun içinde o kadar uzun süre kalmışım ki... Çok şükür ki birkaç yakın arkadaşım var, onlar da benden etkilenip eğitim alıp okuma yazma kursu açtılar.”

İKİ DOSTUMDAN BAŞKA KİMSE KALMADI

Alışverişi hiçbir zaman sevmedim, girdiğimiz çevreler için gidip gece kıyafeti almaya mecburdum. O kıyafete topuklu ayakkabı ve çanta almaya da. Şimdi neredeyse hiçbir şey almıyorum. 1-1.5 senedir de bir yere gitmiyorum. Herkes kendini bir mekandan başka mekana, bir ilişkiden başka ilişkiye, bir işten başka işe atıyor. Halbuki arada bir durmak lazım. O suni ortam benim için artık tamamen bitti, bir iki dostumdan başka kimse kalmadı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!