Alanya, güneş satıyor. Bunu da, açık açık söylüyor. Sloganı, ‘güneşin gülümsediği yer.’ Güneş gülümsedikçe, turistler daha çok gülümsüyorlar. Bu kadar mutluluğa kim direnebilir? Yıllar yılı Alanya’da geçirilen tatillerin ardından, gün geliyor, soğuk ülkelerini bırakıp, buraya yerleşiyorlar. Üstelik sadece yaşamakla yetinmeyip, öldükten sonra da burada kalmayı vasiyet ediyorlar. Bugün, Alanya’da tam yedi bin yabancı yaşıyor. Çoğu Alman. Bu nüfusun içinde, Hollandalılar, İrlandalılar, Finlandiyalılar, Ruslar ve başka birçok ülkeden küçük topluluklar var. Alanyalılar’ınsa azınlık gibi oldukları düşünülebilir. Çünkü, onlara sokaklarda pek rastlanmıyor. Kimse nasıl olup da bu kadar Avrupalı’nın bir çırpıda Alanya’ya yerleştiğinin pek farkında değil. Bir gün uyandılar; Almanca tabelalı emlakçılar açılmış, Alman Rudolf ve Erika, bir ev tutup, yerel bir gazete çıkarmaya başlamış, esnafın biri cesaret edip Halk Pazarı’nda sadece domuz eti satılan bir dükkana yatırım yapmış, fırıncı Walter, ekmek satışları Almanya’da düşünce, Frankfurt yakınlarındaki kasabasındaki dededen kalma fırınını kapatıp, Güllerpınarı Mahallesi’nde Alman ekmeği yapmaya başlamış, tatile gelen genç kadın yemek siparişi verdiği garsonu sevip, ‘’yenge’’ olup kalmış... Sabah bir Rus’un, öğlen bir Norveçli’nin, ardından da bir Finlandiyalı’nın, Türk delikanlılarıyla nikahları kıyılır olmuş... Sonunda belediye, Müslüman mezarlığının yanında, bir ‘’Yabancılar Mezarlığı’’ açmış. GALEN, GULEN, MAGARAN DAHA NE ARAN?‘Türkiye’nin misafir odası’’ diyor, kimileri Alanya için. Aslında görünen şu ki onlar artık ne misafir, ne de yabancı. Hikayelerini dinleyince, burada olup bitenin klişeleşmiş, egzotik bir tutku olmadığına inanıyor insan. Marianne Kush, öldüğünde cenaze töreninde hem rahip hem de müftünün bulunmasını, haftasında mevlidin okunmasını ve pişi dağıtılmasını vasiyet etmiş. İstediği de olmuş. 76 yaşındaki Bruno Kerber’in cenazesinde ise rahip hazır bulunamadığından, görevi müftü üstlenmiş. En çok anlatılansa, Erhard Bellin’in hikayesi. Almanya’da ölen Bellin’in vasiyetinde, yakılmak ve küllerinin Alanya’ya tatile götürülmesi varmış. Yaşlı eşi, Alanya’da kaldığı iki hafta boyunca, her gün, kocasının bir kavanoz içindeki küllerini, plaja indirmiş. Sonunda Bellin, Alanya’da toprağa verilmiş... Bundan kısa bir süre öncesine kadar, Alanyalı Alanyalı’ya şöyle diyordu: ‘’Galen, gulen, magaran... Daha ne aran?’’ Her ne kadar, Alanya turizmini sadece deniz, güneş ve eğlenceye yaslamamış olsa da kabul edelim ki görmeye değer kalesi, kulesi ve mağaraları olmadan da burası, bugünkü kadar revaçta bir turizm merkezi olabilirdi. Ne yazık ki bu gelişmenin bedeli, portakal bahçelerinin, muz ağaçlarının ve bağ evlerinin yerini alan apartmanlar ve oteller oldu. 50 yıl öncesinin kıyılarından bugün eser yok. Kaleye çıkmanız yeterli değil, yaylalara doğru tırmanırken, yapılaşmanın boyutlarının daha iyi farkına varacaksınız.Perşembe Alanya’nın en canlı günü. İklim, alışverişe de damgasını vuruyor. Perşembe akşamı, serinlikte kurulan pazar, cuma akşamına kadar açık. Köylerden ürünlerini satmaya gelenleri hesaba katmazsak, yine turistler çoğunlukta. Pazar dili, beden dili ve Almanca... Belli ki esnafın birkaç yabancı dili birden sökmesine az kalmış. Almanlarsa ‘’pazarlık’’ etmenin inceliklerini çoktan kapmışlar. Genç bir Rus kadın, dilimle karpuz satın alırken, Alanya tabiriyle ‘’Badılcan Gurusundan Düzme’’ yapacak kadınlar, sebzelerini seçiyorlar. Beyaz dut soruyorum, ‘’kuşlar ağaçlara daha konmadı’’ diye cevap veriyor satıcı. Bu arada, Alanya muzları kapışılıyor. ‘’Kokla’’ diyor satıcı kadın, ‘’Bu muzun kokusunu taklit edemezsin, gözüm kapalı anlarım...’’ Sonra, özelliklerini sıralıyor; ‘’Bakımı, bir bebek gibi hassastır. Öleceğini bile bile doğurur. Bir muz ağacı, hayatında bir kez meyve verdikten sonra- ki bu yaklaşık 40 -50 kilodur- kesilir ve ölür.’’ Gecenin geç saatlerine kadar ışıklandırılan pazarda alışveriş sürerken, Alanya’nın gece hayatından farklı sesler geliyor. Bir sokak barı olan Queen’s Garden’da, her akşam, aynı, yuvarlak barın farklı taburelerini deniyor müdavimler. Ya mekanda mıknatıs var ya da barmenlerde şeytan tüyü. Çünkü haftanın her gecesi gidilebilecek ayrı bir yer dururken, bazıları gözlerini burasıyla açıp burasıyla kapatıyorlar. Pusetli çiftler barın etrafındaki masalarda oturup pizza yerken, barda oturan genç kadınlar barmenlerle flört ediyor, bir gecede en az iki yaşgünü, garsonların sevimli törenleri eşliğinde kutlanıyor. Asıl, bardaki tüm çalışanların hep beraber horon tepmesini, turistlere göbek atmayı öğretmesini ve yerlerinden fırlayanlarla birlikte halay çekmelerini seyredin... Bu kadar mutlu turisti birarada en son ne zaman gördüğünüzü kendinize sorabilirsiniz. Palmiyelerin, begonvil, hurma ve portakal ağaçlarının dizildiği, çiçeklendirilmiş
Atatürk Caddesi, tekerlekli sandalyelerin uzun mesafe gidebileceği geniş, alçak kaldırımlar, klimalı halk otobüsleri, camına üç dilde ‘’Mısır’’ yazılmış ve örnek bir 1 milyon yapıştırılmış, perdeli seyyar arabalar, göze batan telefon direklerinin ve tellerinin yokluğu, Alanya’da dikkat çekmeyecek gibi değil. En önde gelen kaygının, güneşin parıldamayı sürdürmesi ve plajların kilometrelerce uzanması olduğu bir yerde, şaşırtıcı özellikler bunlar. Sokakların itfaiye tarafından arap sabunuyla yıkandığını, dükkan ve restoran önlerinde müşteri toplamak için çığırtkanlık yapmanın yasak olduğunu, kameralı ‘’paparazzi zabıtalar’’ın çatılardan ve çalıların arkasından, bu kurallara uymayan işletmeleri saptadıklarını, seyyar çiçek satıcısı olmak için mülakattan geçmek, dil bilmek, beyaz gömlek giymek ve yaka kartı takmak gerektiğini duyduğumda, zaten buranın ‘’normal’’ bir belediyesi olmadığına karar vermiştim. Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, bisikletle esnafa bizzat ani ziyaretlerde bulunan, yurtdışındaki turizm fuarlarında üzümlü keki kendi elleriyle kesip dağıtan, apartmanların dışının pastel renklerde boyanması için, boya firmalarını Alanya’ya davet edip, halkı adına indirim talep eden, simidini alıp Balıkçılar Kahvesi’nde balıkçılarla çay içen bir başkan. Alanya Belediyesi, kenti, sert tatlı, taviz vermeden, büyük bir tatil köyü zihniyetiyle yönetiyor. Her anında, turizmin ‘’ince iş’’ olduğunu bilerek... Kaldığım otelde, Alanya’nın yurtdışındaki bir dizi kardeş şehrinden biri olan ve belediyenin davetlisi olarak Gladbeck’ten gelen Elma Kraliçesi var. Alanya’da bir hafta tatil ödülünü hak etmek için ne yapmış olabileceğini soruyorum; elmayı kabuğunu koparmadan, en uzun o soyabilmiş; tam üç metre 80 santim... O, bu yarışmaya hazırlanırken, kocası da elma yemekten bıkmış.FİNLANDİYALI TERHİ ARTIK AYŞEGÜLLimandaki meşhur Balıkçı Kahvesi’nin akşamüstü kalabalığı, yine yerli yerinde. Devasa bar- disko Bellman’ın sahte mermer sütunlarının ardında, herkes geceye hazırlanıyor. Bamyacı’nın muzlu dondurmasını yemek için bekleşenler var. Balıkçılar ağlarını temizliyor, tekne turları yorgun turistlerle rıhtıma yanaşıyorlar. Alanya’nın ilk yerleşimi Tophane Mahallesi’nde oturanlar, yıllardır yaptıkları gibi, güneşin Kızılkule’nin sekiz dilimi üzerindeki hareketine ve rüzgara bakarak, saati tahmin etmeye çalışıyorlar. Bunlardan biri de Tophane’nin eski muhtarı Şadi Bey...Erik ağaçlarıyla dolu bahçesine yaslanan serin, ahşap terasından öyle bir Alanya görünüyor ki o noktaya kadar düşe kalka çıkanlara kıyamayıp, evine davet ediyor. Aşağıda kalıp, klimalı yaşamakta ısrar edenleri anlayamıyor. Ama yavaş yavaş da olsa birilerinin Tophane’ye dönmeye başladığının farkında. Aşağıdakiler olmasa da 1922’de, mübadeleden önce, Tophane’de Türklerle birlikte yaşayan Rumlar’ın yakınları, mutlaka her yıl buraya çıkıp, kalıntıları kalmış birkaç evin taş temellerini ve kiliseleri ziyaret etmek için, dostları Şadi Bey’e uğramadan geçmiyorlar. Alanya’da evlenen Finlandiyalı Terhi’ye, Levent’in ailesi Ayşegül diyor. Başka yerlerde kolay kolay yetişmeyen kauçuk ağacı, Alanya’da sokaklarda zahmetsiz büyüyor. Alanya, güneş satıyor. Herkesi ısıtmak için...BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMn Kızılkule’den Tophane’ye yürüyerek çıkmakn Limandaki Balıkçılar Kahvesi’nde simitle birlikte çay içmekn Alanya düğünlerinin meşhur aşçısı Esma Abla’dan, yöresel
yemek tarifleri dinlemekn Cuma pazarında, Alanya’ya yerleÅŸen yabancıların satıcılarla pazarlık etmesini izlemekn Gerçek Alanya muzunu koklamak ve tatmakn Dim Çayı’ndaki ‘’loca’’larda ayaklarınızı suya sarkıtarak kitap okumak n Mahmut Seydi yaylasında bir köy evine konuk olmakn Parasailing yaparken, Kleopatra Plajı’nı tepeden seyretmekn Alanya Müzesi’nde, Herakles’in vücuduna hayran olmakn Bamyacı’nın muzlu dondurmasını tatmakn Ä°ncekum Plajı’nda, çam ormanlarının içinde kamp yapmakn Alanya’yı bisikletle dolaÅŸmakn Aşıklar MaÄŸarası’nın bir kapısından girip, diÄŸerinden denize atlamakÂ
button