Güncelleme Tarihi:
DeÄŸiÅŸiklik, bazılarını mutlu ederken bazılarını da daha düşünce halindeyken bile endiÅŸelendirir. Ama bulunduÄŸunuz yerde nefes alamıyorsanız, bir ÅŸeylerin tıkandığını düşünüyorsanız…        Â
BildiÄŸimiz, aÅŸina olduÄŸumuz kiÅŸiler, eÅŸyalar, alışkanlıklar, deÄŸerler vardır. Kolay kolay vazgeçemediÄŸimiz… Keza yazarlar, ÅŸairler de bu gruba girer rahatlıkla.Â
Her yeni güne başlarken, gazetelerden gözlerimizle değil zihnimizle yazılarını okuruz; sevdiğimiz, takip ettiğimiz, aynı düşüncede olduğumuz, fikirlerini benimsediğimiz yazarların. Yazılarının satırları arasında kaybolurken aklımıza gelmez o insanların ruhumuza sızmış olabileceği.
Sonra… Hayatımızdaki varlığı...
Yazılarıyla o, bizi dünyasına almıştır.
Günden güne biz de onu hayatımıza almışızdır farkında olmadan…
Yaşadığımız olayları ve duyguları; kelimelerin diline bırakıp, ince bir ustalıkla, bir nakış gibi kalbimize, ruhumuza işleyerek…
Bizi kendilerine baÄŸlarlar!
Ama bu bağlayışları, prangalarla değil, kalbimizi yakalayan, zaman zaman da ruhumuza dokunan cümleleriyle olur.
Sevgiyle, samimiyetle, güvenle, içtenlikle…
Uykudan ayılmaya çalıştığımız erken saatlerde, elimize aldığımız gazetedeki köşesinde ortak yerde buluşulur her sabah; o bizi anlayan, bizi
bize anlatan dostla.
***
Bir gün gelir, bir sabah gazeteden takip ettiğimiz yazar, o her zamanki bildiğimiz köşesinde yoktur.
Gözlerimiz onu arar.
Bir telaş diğer sayfalara bakarız, ‘Belki köşesinin yeri değişmiştir’ diye düşünerek.
Yoktur iÅŸte!
Ne her zamanki köşesinde ne de gazetenin başka bir sayfasında…
Ä°yi ama nerdedir?
Merak ederiz.
Bekleriz, o kişinin yazılarından mahrum kalarak…
O süreçte okuyamadığımız yazılarının eksikliğini hissederek…
Derken bir gün…
Bir başka gazetenin en göz alıcı yerinde karşılaşırız takip ettiğimiz, çoğu zaman da cümlelerinde kendimizi bulduğumuz o yazarın adı ve yanında da resmiyle.
Nasıl mutlu oluruz o an. Hani çok yakın bir arkadaşımızla karşılaşmışçasına…
Özlediğimizi daha da iyi anlayarak…
Çünkü bizi anlayan o dost geri gelmiştir.
Tam karşımızdadır, yanımızdadır.
Bildiğimiz, aşina olduğumuz o üsluba yeniden kavuşmanın heyecanını hissederiz içimizde.
Tıpkı az önce benim hissettiğim gibi…
Etkili yazılarıyla, vurucu cümleleriyle günlük hayatımızda yer edip de kısa bir süre yazılarından ayrı kaldığımız, değerli meslektaşım Haşmet
Babaoğlu’nun yeni yerindeki köşesinde ilk yazısıyla karşılaştığımda hissettiğim o heyecan gibi…
Tıpkı onun hissettiği heyecan gibi…
Güncel bir olayla başlamış satırlarına. Dr. Muzaffer Kuşhan üzerine kopan tartışmayı ve medyada Kuşhan’la ilgili yapılan yorumları izlerken düşündüklerini ve insanların kilo vermek uğruna yaptıklarını, yaşadıklarını anlamaya çalıştığı bu konuyla…
Sonra…
İçinde sevinç olmayan, sevinç üretmeyen sevginin gerçekliğinden hâlâ kuşku duyduğunu… Çoğu zaman sevilmek için, alışkanlıklarımıza süs olsun diye, özgürlükten değil, mecburiyetten sevdiğimizi belirtmiş yazısında.
Bilinçaltımızdaki bu düşüncelerle yaşanan sevgilerin başka sevgilere kapı açmadığını, bunun dünyamızı genişletmediğini tersine, kendimiz ve sevdiklerimiz için, sevgilerimizden bir hapishane ördüğümüze de değinmiş. ‘Sevdiğimizi ama bir türlü sevinemediğimizi’ nasıl da ince ve güzel bir üslupla anlatmış.
Yaşadığımız anın tadını çıkartmakta zorlandığımızı çünkü aklımızda hep daha iyisine ulaşmak olduğunu…
Aşkı yaşamak yerine bu duygunun kucağındayken tedirginliğin ve kararsızlığın yakamızı bırakmadığını da cümlelerine ekleyerek…
Geceleri aşktan kavrulan nice insanın gündüzleri başka havadan çaldığını…
Rekabet, sosyal flört ve iktidar arzusunun ruhları yiyip bitirişini de, kendine has düşünce ve üslubuyla yaklaşıp, her zamanki gibi yazılarının sonunda, insanı düşündüren cümleleriyle vurdu beni.
Eminim sizi de…
***
Yine sevgiyi, aşkı, tutkuyu, mutluluğu, hüznü, yalnızlığı, kalbimizdeki kıvılcımları, içimizde yaşadıklarımızı, ikilemlerimizi, çaresizliklerimizi, vazgeçemediklerimizi, bocalamalarımızı, sevip de sevilmeyişimizi, uçmalarımızı, dibe vurmalarımızı, başarılarımızı, umutlarımızı, hayallerimizi, hedeflerimizi, tökezleyip düşüşümüzü, yeniden ayağa kalkışımızı, melankolik hallerimizi, sonra hüzne sırtımızı dönüp de fenerle aşkı arayışımızı kısacası hayatın içindeki her şeyi, bizi bize anlatacak.
Yaz, kış, bahar, hazan… Gelen her mevsimin getirdiklerini, içimizde uyandırdığı duyguları cümleleriyle bize yinelerken her zamanki gibi iç sesimiz olacak adeta.
Bu kadar mı olacak bize anlatacağı konular? Tabii ki hayır!
İyi kötü, acı tatlı yaşadığımız her duygunun ruhumuzdaki yansımalarını bize hatırlatmasının, hayatın bize sunduklarından bahsetmesinin, yaşamdan dakikaların yanı sıra…
Ege’yi, Akdeniz’i, Cunda’yı, Alaçatı’yı, gümüş gibi parlayan zeytin dallarını, fonu yeşile boyayan, iki yanı ağaçlı patikalarda yapılan yolculuklar sırasında aslında aynı anda içimize yaptığımız yolculukları da…
Kalemini ustalıkla konuşturarak, kelimelerine - cümlelerine binbir anlam yükleyerek, ruhumuzun en kuytularına dokunarak her şeyi anlatacak bize.
Her şeyi…
Yazılarına kavuştuk. Bir başka bildiğim de…
Her yeni güne başlayışımız ‘Haşmet’li olacak artık!