Gündelik terör

Güncelleme Tarihi:

Gündelik terör
Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 1997 00:00

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Bazı insanlar yazı yazmanın kolay olduğunu zannediyorlar. Yaratıcı bir beynin, huzura ihtiyacı olduğunun farkında değiller.

Farkında olsalar bile, değilmiş gibi davranıp rahatsız edici olmayı sürdürüyorlar.

Çünkü onların amacı yaratıcı dehayı her gün testten geçirmek, onun hangi sınırları zorlayarak yazmayı sürdüreceğini araştırmaktır.

Örneğin şu anda ben evimde bilgisayarımın başındayım.

İlham gelmesini bekliyorum.

Ancak bu konuda bazı önemli engeller bulunmakta.

Şöyle ki; ilham gelmeye karar verse bile bizim balkona bir göz attığında bu kararından vazgeçer ve bir daha buralara uğramamak üzere kaçar gider.

Çünkü, ne yazık ki babam bizde misafir.

Ve şu anda üstünde sadece bir şortla balkonda güneşlenmeye çalışıyor.

Tuhaf bir güneşlenme stratejisi var.

Benim bildiğim normal insanlar şezlonga filan uzanır güneşlenmek için.

O ise dimdik, uzaklarda sabit bir noktaya bakarak ayakta duruyor. Ağzında pipo var.

Hiç kımıldamadan bekliyor.

Hem de benim onu sürekli görebilmem ve özlemimi gidermem için olsa gerek direkt olarak bilgisayardan kafamı kaldırdığım an onu görebileceğim yerde bulunuyor.

Onu görmemem, çok çabalasam da, mümkün değil yani...

Vücudu normal olsa haydi bütün bunları bir dereceye kadar kaldırabileceğim...

Ancak onun fiziksel yapısında ilk bakışta tam anlamıyla yorumlanamayan bir tuhaflık var.

Yanlış anlamayın, bir sakatlığı filan yok. Daha doğrusu var da bilim alemi henüz manevi sakatlıkları gözle görülebilir hale getirmeyi ne yazık ki başarabilmiş değil.

Her şeyi orantılı gibi gözüküyor.

Sadece kafası biraz büyük. Abartıyorum sanmayın, o daha küçükken kafasının büyüklüğü nedeniyle başına bir sürü iş gelmiş.

Hatta bir gün yolda kendi halinde yürürken, bir adam onu sebepsiz yere bayağı bir dövmüş.

Bir keresinde de berberde tıraş olurken, yanda tıraş olmakta olan çocuğun babası onun kulağına eğilmiş ve babamı göstererek, ‘‘Bak oğlum, yaramazlık yapmayı sürdürürsen bu çocuk gibi çirkin olursun, kafan büyür'' demiş.

* * *

Şimdi biliyorum bazılarınız onun için üzüleceksiniz.

Ama hiç gerek yok üzülmenize, inanın bana.

Çünkü daha önce de yazdım biliyorsunuz, benim dedem deliydi.

Vallahi de billahi de resmen deliydi.

Hatta Bakırköy Hastanesi'nde vefat etti.

Dedem deliydi ve aynı zamanda oğlunu, yani benim babamı, çirkin olmasına rağmen çok severdi.

Ve hayatta tek tahammül edemediği şey de ona başkalarının kütü şeyler söylemesiydi.

Öyle ki, bir yabancı babama kötü bir laf söylediğinde bir dakika önce uyku halinde olan dedem aniden gece mesaisine çıkmış Kont Drakula'ya dönüşürdü.

Kan görmek isterdi.

Ve çoğunlukla da bu isteğini kendi elleriyle gerçekleştirirdi.

1940'lı yıllarda Ankara'nın Hacettepe Semti'nde durup dururken bıçaklanan, kafasına keser yiyen insan sayısında aniden bir patlama olmasının nedeni oydu.

Vukuatları ne kadar kanlı olursa olsun dedemi hapse atmanın da imkânı yoktu, çünkü vesikalı deliydi ve Türk kanunları onun hapse atılmasına izin vermiyordu.

Onun için, babama başkalarının dedikleri şeyler için üzülmenize gerek yok. O denilen şeylerin öcünün gayet net bir şekilde alındığına emin olunuz.

İlla üzülecekseniz babam için, onun dedemle olan ilişkisi nedeniyle üzülün.

Evet, dedem severdi sevmesine oğlunu ve onu öldüresiye de korurdu ama bir başka âdeti de vardı.

Hiç neden yokken babamı döverdi. Bunun için gözle görülebilir, somut bir nedene de ihtiyacı yoktu.

Hatta babaannem anlatmıştı, bir keresinde babam 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda mutlu olmaya çalıştı diye bile dedemden dayak yemişti.

* * *

Neyse, konumuzdan çok saptık. Önemli olan nokta, geçirilen bu kadar travmaya rağmen babamın bu yaşına kadar cidden kafayı yemeden bu günlere gelebilmesiydi.

Ve o şimdi balkonda, tam benim görüş alanım içinde.

Dediğim gibi, ilk önce kafasının büyüklüğü dışında herhangi bir fiziksel rahatsız edicilik olduğunu algılayamıyorsunuz.

Ancak çıplak babama bakarken elinizde olmadan rahatsız olmayı da sürdürüyorsunuz.

Bu paradoksun nedenini ben iki yıl önce keşfetmiştim.

Benim babamda ALBİNO sendromu var.

Ben hayatımda bu kadar beyaz vücutlu bir insan görmedim.

Babam yanlışlıkla Mississippi Eyaleti'nde filan doğmuş olsaydı, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan Ku Klux Klan teşkilatı onu doğaüstü güçleri filan olan bir ilah ilan edebilirdi. Vücudu o kadar beyaz yani..

Vücudu o kadar beyaz ki, gece üstü çıplak boğaza gezmeye gitse, insanlar kıyıda mobilize fener var diye düşünmeye başlayacak.

Vücudu o kadar beyaz ki, bizim semtteki martılar, mahalleye yürüyen ve üstelik rakı içen bir korkuluk geldi diye İstanbul dışına kaçtılar.

Vücudu o kadar beyaz ki, o güneşlenmeye çalışırken, güneş vücudundan yansıma yapıyor ve Boğaz'dan geçen gemilerin kaptanlarının gözünü alıyor.

Ve son olarak vücudu o kadar beyaz ki, Hollywood, hortlak filmlerinde oynaması için ona bir sürü para teklif etti. Çünkü makyaja ihtiyacı olmadığından stüdyolara masraf çıkarmıyor.

* * *

İşte bu nedenle o önümde güneşlenirken benim doğru dürüst yazı yazabilmeme imkân yok.

Güneşlenmesinin biteceği de yok, çünkü bu vücudun hafif esmerleşebilmesi için ekvatorda on yıl güneşlenmek bile az gelebilir.

Beş-altı yıllığına izne ayrılsam mı acaba bilemiyorum ki?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!