Güncelleme Tarihi:
Plajın hemen üstünde, okaliptüs ağaçlarının dibine kurduk çadırları.
Denizle aramızda sadece, soyunup giyinmek ve duş için, bir tahtadan kulübe. Civarda, belki Sina’ların (Mandalinci) evi hariç, tek ev yok. Gözün görebildiği alan içinde bir tane bina yok zaten.
Sadece, Turgutreis sahilinde barakalar. On tane mi, on beş mi? Bir iki bakkal, iki berber, bir büfe, mevyesi sebzesi bile olmayan bir manav, postane, (yemek yiyecek bir lokanta bile yok adam gibi), bir iki kahve, kahvaltı veren bir yer...
Turgutreis bundan ibaret...
Kocaman iğneli yapraklı (bir kaktüs türüydü herhalde) bitkilerin arasında, kumlu toprağa kurduğumuz üç çadır, dediğim gibi okaliptüslerin altında. İki adım ötede bir musluk, içmek için, bulaşık için, bir küçük mutfak tüpü, yere serili bir örtü, sağda solda bir iki uyku tulumu, herkes bir kenarda sızmış, yemek sırası sende, bulaşık bende kavgaları, gece ateşin etrafına toplanıp gitar, Bora’nın dımtısları, gözümüz yerse minibüse atlayıp Bordum’un tek tük diskoları...
Ve bol bol deniz, gündüz deniz, gece deniz, dalış keyfi, karşıda, adını unuttuğum - köylülerin keçilerini saldığı, gece sahilde uyku tulumunu kafanıza çekip uyurken üzerinizden kedi büyüklüğünde fare sürülerinin dıgıdık dıgıdık geçtiği - ada...
Denizin üstünde kızıl gün batımı. Romantizm, o yaşın aşkları, ihtiyar ITT teybin elverdiğince dinlediğimiz, şimdikilerin dediği gibi “bütün zamanların” (şüphesiz) en güzel pop şarkısı Turn of the century (Yes), sonra Never even though (Murry Head), You’ve got a friend (James Taylor), You are everything (Diana & Marvin) ...
Hâlâ dinlerken ağlayabiliyorsun bunları Serdar...
Christiane’ın bulaşık angaryasını başkasına yıkmak için, Nüvit’in Bodrum’a dansa gitmek için her akşam çıkardığı hır... (Göğsüne sadece bir fular bağlayıp Bodrum’a öyle gitmek istiyordu, ‘Burada adama bu kılıkta tecavüz ederler kızım’ diye itiraz ediyorduk, öyleyli oralar o zaman...)
“Evde erim yok” diye tavuğunu kesmeye getiren köylü kadın, biz kaçarken erkeklik edip, “Ben keserim” diye davranan, hayvanın kafasını elinden kaçırınca beyaz cini ve gömleği kan içinde kalan (Hepimizin ‘Oh olsun, hayvanın ahı tuttu’ diye yüklendiğimiz) Melih...
Çadırların, Murat 131’in dili olsa da anlatsa deel mi Kemal ?
Kızlara fiyaka yapacağım diye karşı adaya yüzerek gidip geldiğini, Alman turist kızların üçünü beşini bir arada götürdüğünü iddia eden, bahçıvan Kainat Dütsün Hasan Amca... (Yemin olarak, ‘Yalanım varsa Kainat dütsün!” diyordu, fiili açıkça ve kâinatın ilk a’sını kalın ve uzun söyleyerek...)
Bize ahtapot yakalayıp getiren Sina’nın küçüğü Ali, o zaman 6-7 yaşlarında bir çocuktu, ölüm ilanını okudum geçenlerde, Allah rahmet eylesin!
Bora nerede, Cem nereye savruldu, Sina ne eder, Nüvit ne yapar kimbilir, yıllar var ki...
Peki ya “o Serdar” nerede?
Amaaan, bir küçücük haberin bana ettiğine bak akşam vakti!