OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 24, 2005 00:00
Program yapımcısı, genç, sarışın ve güzel olduğu kadar da çekici bir kızdı. İşte ünlü güfte yazarı Aşkın Tuna, konuk olduğu programın bu güzel sunucusuna yıldırım aşkıyla vuruldu. İkinci programda ise onun da gönlünü çelmeyi başardı.Aşkın Tuna nice nice Türk müziği şarkılarına, pop parçalarına şiirler, güfteler yazmış bir şairdi. O gün bir televizyon programına katılacaktı. Programın adı Çevre Aktüel’di. Program sunucusu Pınar Kalyoncuoğlu’ydu. ‘Bir fidan sizden, bir şarkı bizden’ diyordu Aşkın Tuna... Programdan önce, heyecanı geçsin diye, Pınar Kalyoncuoğlu kendisiyle sohbet ediyordu. Çaylar yudumlanıyordu. Aşkın Tuna bir ara karşısındaki genç kıza, alıcı gözle baktı. Sarı saçlar, renkli sıcak bakışlar, mükemmel bir fizik, düşüncelerini altüst etmişti. Yüreğinde bir kuş kanat çırpıyordu. Bir ara ‘Müzikle ilginiz var mı?’ diye sordu. Cevap olumluydu. Ardından ‘Türk müziği mi daha çok hoşunuza gider, yoksa batı müziği, yerli pop mu?’ diye ek yaptı sorusuna. Pınar, son hazırlıklarını gözden geçirirken, soruyu ‘Müziğin güzel olan her çeşidini severim. Türk müziğinden de hoşlanırım, Güney Amerika’nın latin parçalarından da’ sözleriyle yanıtladı. Aradan bir süre geçince, Pınar Kalyoncuoğlu, bir kere daha aramıştı Aşkın Tuna’yı. Önce şiirlerini sormuştu, Aşkın yazdığı yeni dizelerinden söz etmiş, bazılarını telefonda okumuştu. Pınar, bu kez başka bir programı, ‘Tüketici Dosyası’nı sunacaktı. Yine Aşkın Tuna’yı konuk etmek istiyordu. Aşkın Tuna, telefona gülümseyerek baktı. Hayalinde Pınar’ın gözleri, yüzü, saçları birbirini tamamlayan özellikleri mozaik parçaları gibi bir araya geliyordu. Aşkın Tuna, ‘Tabii tabii, seve seve!’ diyerek yanıtladı genç kızı.Pınar’ın vakti vardı, birden aklına gelmiş gibi, ‘Allah aşkına bu kadar şiiri nasıl yazıyorsunuz? Bestekarın ilham perisi gibi şairlerin de ilham perisi olurmuş, hatta bazılarının perileri! Sizin de böyle bir ilham periniz var mı?’ diye sordu programdan önce... Aşkın Tuna, dilinin ucuna kadar gelen yanıtı söyleyecekti ki, vazgeçti: ‘Şu anda öyle özel bir ilham perim yok!’ dedi. İçindeki ses ise, isyan edercesine itiraz etti: -Koca adam yalan söylüyorsun, cesur değilmişsin, olmadı işte! ŞİİRLİ AKŞAM YEMEĞİ Tüketici Dosyası programı daha anlamlı geçti. Tabii içerik yönünden çok, Aşkın Tuna’nın duyguları ve heyecanları yönünden. Aşkın, programın sonunda, içerden makyajını tazelemiş olarak gelen Pınar Kalyoncuoğlu’na, ‘Siz beni iki defadır programlarınıza davet ediyorsunuz. Bu kez ben sizi davet edeceğim, ama bir televizyon programına değil. Eğer bu akşam birkaç saatlik zamanınızı bir akşam yemeğine ayırırsanız, gerçekten çok mutlu olacağım!’ dedi. Boğaz’ın sularıyla kucak kucağa bir
balık lokantasında, çiçeklerle süslenmiş bir masanın iki tarafında oturan sarışın genç kızla, duygusal genç şair, bir taraftan yemeklerini yiyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. Konuşan, soran hep erkekti. Sorularıyla genç kızın gönül dünyasını aydınlatmaya, o dünyayı görmeye çalışıyordu. Vakit ilerledikçe, ikisinin gözleri daha uzun süreli olarak birbirinin içinde kayboluyordu. Aşkın birden çok duygusal bir aşk şiirini söylemeye başladı. Pınar, şiir bitince, ‘Şimdi nerden çıktı bu aşk şiiri, sanki bir mesaj gibi!’ dedi. Aşkın gülümsedi. ‘Hani’ dedi ve devam etti: ‘Sormuştun ya senin ilham perin var mı diye. O peri şimdi burada, sana baktıkça, kelimeler dudaklarının arasından döküldükçe ve ben seni dinledikçe, içimdeki ilham perisi tam şiir zamanı dedi. Yeni şiirlerimi seninle paylaşmak istedim.’Aşkın Tuna, Pınar’ı evine bıraktığı zaman, düşünceleri altüst olmuştu. Pınar da kendisinden farklı değildi. Sevda dağının ufukları ağarıyor, tan yeri gittikçe kızıllaşıyordu. Sonbahar yoğun çalışmalar içinde çabuk geçti. Eylül ve ekim akşamlarının bazılarını yine birlikte paylaştılar. Zaman zaman İstanbul’un doğal güzelliklerini birlikte seyrettiler. Ama ne biri, ne de diğeri, içlerinde defalarca provasını yaptıkları Seni seviyorum, sana aşığım’ sözünü söyleyememişti. İstanbul kış mevsimine çoktan girmişti. Ocak çıkıyordu neredeyse. Tarih kokan şehir o gün bembeyaz karlara bürünmüştü. Karlar altındaki İstanbul doyumsuz bir manzaraya bürünmüştü. Kadıköy’den hareket eden vapurun alt katı, salonlar, ön taraf tıklım tıklım doluydu. Dışarıda lapa lapa bir kar yağıyordu. Aşkın, Pınar’ı en üst güverteye çıkardı. Küpeşteye yaslandılar kollarıyla. Savrulan kar taneleri yüzlerine minik darbeler vuruyor, uçuşuyor, sonra düştükleri yerde eriyip su oluyordu. Aşkın bir ara başını çevirdiği anda, Pınar ile göz göze geldiler.Ellerini tuttu genç kızın, buz gibiydi, avuçlarının içine aldı, ısıtmaya çalıştı. Güvertede kimseler ama kimseler yoktu. Haydarpaşa’yı geçiyorlardı. Pınar’ın mantosunun yakalarını kaldırdı, yüzünü, yanaklarını soğuktan korumak istercesine. Avuçlarıyla, Pınar’ın al al olmuş yanaklarını, yüzünü yumuşacık, sıcacık kavradı. Sonra uzun uzun ve dalgın gözlerine baktı. Sonra ne olduysa oldu, göğüs kafesini sarsan yürek birden dellendi, kabardı ve, ‘Pınar’ dedi, ‘Pınar seni seviyorum, aylardan beri sana bunu söylemek istiyordum, bugün, şu an kısmetmiş!’Pınar, hiçbir şey demedi, bakışlarını öne eğdi. Böyle bir itirafı beklemesine rağmen, yüzüne ateşler bastı, yanıyordu içiyle dışıyla. Aşkın işte o an, kendini tutamadı, avuçları arasına aldığı yüzü kendine yaklaştırdı. Nice zamandır, öpmek istediği dudaklara aşkının mührünü vurdu. Genç kız bir daha sarsıldı, şok içindeydi.
Rüya nasıl oldu bilinmez, en güzel yerinde yarım kaldı. Pınar, iÅŸ yerinde huzursuzdu. Ä°ÅŸ yerinde can sıkıcı ÅŸeyler oluyordu ve gergindi. AÅŸkın çok yoÄŸun bir devreye girmiÅŸti. O da müzik dünyasının dışındaki iÅŸinde sıkıntılara girmiÅŸti. Kısacası iki taraf da gergindi. Birbirlerini istemeden kırdılar. HER ÅžEY SENÄ° HATIRLATIYORYine bir vapur gidiyordu Kadıköy’den Karaköy’e. Bu kez gökyüzü koyu bulutlarla kaplıydı ve müthiÅŸ bir yaÄŸmur vardı.Genç adam kendini tıpkı o kış günüde olduÄŸu gibi yine yukarı attı. Yine en üst güverteye çıktı, bu kez yapayalnızdı o güvertede. Kar yoktu, ama yaÄŸmur vardı. YaÄŸmur taneleri, hayalinde kar tanelerine dönüştü. Uçan martılar, vapurun burnunun denize her dalışında, iki yanına saçtığı bembeyaz köpükler, evet evet bir ÅŸeyler hatırlatıyordu O’na. Birden aÄŸzından kelimeler dökülmeye baÅŸladı.‘Hay Allah’ dedi. ‘Her ÅŸey... Her ÅŸey, bu vapur, bu deniz, yaÄŸan yaÄŸmur, uçan martılar, balıkçı tekneleri, her ÅŸey ama ne varsa her ÅŸey onu hatırlatıyor...’Elinde olmadan kanına beynine iÅŸlemiÅŸ alışkanlıkla, cümle içinde heceleri saymaya baÅŸladı. Tam 11 heceydi, eli kalemine gitti. Aceleyle cebinden çıkardığı bir kağıt parçasına yazdı. Gece oturdu duygularını ÅŸiire döktü.Sabah Pınar’ı aradı hemen telefonla. ‘Biliyor musun sana bir ÅŸiir yazdım’ dedi. Sonra o ÅŸiiri okudu. Telin karşı ucunda Pınar hiç ses etmeden, ÅŸiiri dinliyordu. Pınar etkilenmiÅŸti, ‘Bütün bu dizeler benim için mi?’ diye sordu. Evet yanıtının ardından, ‘Neredeysen geliyorum’ sözleri çıktı aÄŸzından heyecanla, mutlulukla.AÅŸkın Tuna, ‘Bu ÅŸiirimi arkadaşım Bestekar Selçuk Tekay’a vereceÄŸim bestelesin. Bizim ÅŸarkımız olsun’ dedi. Selçuk Tekay’ın kemanından dökülen melodiler, unutulmaz, dillerden düşmez bir ÅŸarkı yarattı. AÅŸkın Tuna ile Pınar KalyoncuoÄŸlu, o ÅŸarkının bestelenmesinden sonra birbirlerine, sadece elleriyle deÄŸil gönülleriyle de kenetlendiler. Bir nikah masasında yaÅŸamlarını birleÅŸtirdiler. Sonra ne mi oldu? Åžimdi bir de dünyalar tatlısı oÄŸulları Tuna Can var. Her ikisinin, ortak yapımı, ortak yazımı bir ÅŸiir, bir ÅŸarkı gibi oÄŸulları Tuna Can.BANA HER ÅžEY SENÄ° HATIRLATIYOR MAKAM: Nihavent BESTE: Selçuk TEKAYUSUL: Sofyan GÃœFTE: AÅŸkın TUNAHATIRALAR SARMIÅž DÖRT BÄ°R YANIMIBAKTIÄžIM HER YERDE Ä°ZÄ°N DURUYORBEN SENÄ° HATIRLAMAK Ä°STEMESEM DEBANA HER ÅžEY SENÄ° HATIRLATIYORGÖKYÃœZÃœNDE GÃœNEÅž O GÖZLERÄ°NİÇATLAYAN TOPRAKLAR BU HASRETÄ°NÄ°YAKILAN HER ATEÅž BÄ°TMEZ SEVGÄ°NÄ°BANA HER ÅžEY SENÄ° HATIRLATIYORBERABER YÃœRÃœDÃœK BÄ°Z BU YOLLARDABERABER ISLANDIK YAÄžAN YAÄžMURDA ŞİMDÄ° DÄ°NLEDİĞİM TÃœM ÅžARKILARDABANA HER ÅžEY SENÄ° HATIRLATIYORÅžARKILARINGERÇEK HÄ°KAYESÄ°Hazırlayan:ErtuÄŸrul AKÇAYLIFax: 212 677 04035eakcaylı@hurriyet.com.trÂ
button