Aşkın Tuna nice nice Türk müziği şarkılarına, pop parçalarına şiirler, güfteler yazmış bir şairdi. O gün bir televizyon programına katılacaktı. Programın adı Çevre Aktüel’di. Program sunucusu Pınar Kalyoncuoğlu’ydu. ‘Bir fidan sizden, bir şarkı bizden’ diyordu Aşkın Tuna...
Programdan önce, heyecanı geçsin diye, Pınar Kalyoncuoğlu kendisiyle sohbet ediyordu. Çaylar yudumlanıyordu. Aşkın Tuna bir ara karşısındaki genç kıza, alıcı gözle baktı. Sarı saçlar, renkli sıcak bakışlar, mükemmel bir fizik, düşüncelerini altüst etmişti.
Yüreğinde bir kuş kanat çırpıyordu. Bir ara ‘Müzikle ilginiz var mı?’ diye sordu. Cevap olumluydu. Ardından ‘Türk müziği mi daha çok hoşunuza gider, yoksa batı müziği, yerli pop mu?’ diye ek yaptı sorusuna. Pınar, son hazırlıklarını gözden geçirirken, soruyu ‘Müziğin güzel olan her çeşidini severim. Türk müziğinden de hoşlanırım, Güney Amerika’nın latin parçalarından da’ sözleriyle yanıtladı.
Aradan bir süre geçince, Pınar Kalyoncuoğlu, bir kere daha aramıştı Aşkın Tuna’yı. Önce şiirlerini sormuştu, Aşkın yazdığı yeni dizelerinden söz etmiş, bazılarını telefonda okumuştu. Pınar, bu kez başka bir programı, ‘Tüketici Dosyası’nı sunacaktı.
Yine Aşkın Tuna’yı konuk etmek istiyordu. Aşkın Tuna, telefona gülümseyerek baktı. Hayalinde Pınar’ın gözleri, yüzü, saçları birbirini tamamlayan özellikleri mozaik parçaları gibi bir araya geliyordu. Aşkın Tuna, ‘Tabii tabii, seve seve!’ diyerek yanıtladı genç kızı.
Pınar’ın vakti vardı, birden aklına gelmiş gibi, ‘Allah aşkına bu kadar şiiri nasıl yazıyorsunuz? Bestekarın ilham perisi gibi şairlerin de ilham perisi olurmuş, hatta bazılarının perileri! Sizin de böyle bir ilham periniz var mı?’ diye sordu programdan önce...
Aşkın Tuna, dilinin ucuna kadar gelen yanıtı söyleyecekti ki, vazgeçti: ‘Şu anda öyle özel bir ilham perim yok!’ dedi. İçindeki ses ise, isyan edercesine itiraz etti:
-Koca adam yalan söylüyorsun, cesur değilmişsin, olmadı işte!
ŞİİRLİ AKŞAM YEMEĞİ Tüketici Dosyası programı daha anlamlı geçti. Tabii içerik yönünden çok, Aşkın Tuna’nın duyguları ve heyecanları yönünden.
Aşkın, programın sonunda, içerden makyajını tazelemiş olarak gelen Pınar Kalyoncuoğlu’na, ‘Siz beni iki defadır programlarınıza davet ediyorsunuz. Bu kez ben sizi davet edeceğim, ama bir televizyon programına değil. Eğer bu akşam birkaç saatlik zamanınızı bir akşam yemeğine ayırırsanız, gerçekten çok mutlu olacağım!’ dedi.
Boğaz’ın sularıyla kucak kucağa bir
balık lokantasında, çiçeklerle süslenmiş bir masanın iki tarafında oturan sarışın genç kızla, duygusal genç şair, bir taraftan yemeklerini yiyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. Konuşan, soran hep erkekti. Sorularıyla genç kızın gönül dünyasını aydınlatmaya, o dünyayı görmeye çalışıyordu.
Vakit ilerledikçe, ikisinin gözleri daha uzun süreli olarak birbirinin içinde kayboluyordu. Aşkın birden çok duygusal bir aşk şiirini söylemeye başladı.
Pınar, şiir bitince, ‘Şimdi nerden çıktı bu aşk şiiri, sanki bir mesaj gibi!’ dedi. Aşkın gülümsedi. ‘Hani’ dedi ve devam etti:
‘Sormuştun ya senin ilham perin var mı diye. O peri şimdi burada, sana baktıkça, kelimeler dudaklarının arasından döküldükçe ve ben seni dinledikçe, içimdeki ilham perisi tam şiir zamanı dedi. Yeni şiirlerimi seninle paylaşmak istedim.’
Aşkın Tuna, Pınar’ı evine bıraktığı zaman, düşünceleri altüst olmuştu. Pınar da kendisinden farklı değildi. Sevda dağının ufukları ağarıyor, tan yeri gittikçe kızıllaşıyordu.
Sonbahar yoğun çalışmalar içinde çabuk geçti. Eylül ve ekim akşamlarının bazılarını yine birlikte paylaştılar. Zaman zaman İstanbul’un doğal güzelliklerini birlikte seyrettiler. Ama ne biri, ne de diğeri, içlerinde defalarca provasını yaptıkları Seni seviyorum, sana aşığım’ sözünü söyleyememişti.
İstanbul kış mevsimine çoktan girmişti. Ocak çıkıyordu neredeyse. Tarih kokan şehir o gün bembeyaz karlara bürünmüştü. Karlar altındaki İstanbul doyumsuz bir manzaraya bürünmüştü.
Kadıköy’den hareket eden vapurun alt katı, salonlar, ön taraf tıklım tıklım doluydu. Dışarıda lapa lapa bir kar yağıyordu. Aşkın, Pınar’ı en üst güverteye çıkardı. Küpeşteye yaslandılar kollarıyla.
Savrulan kar taneleri yüzlerine minik darbeler vuruyor, uçuşuyor, sonra düştükleri yerde eriyip su oluyordu. Aşkın bir ara başını çevirdiği anda, Pınar ile göz göze geldiler.
Ellerini tuttu genç kızın, buz gibiydi, avuçlarının içine aldı, ısıtmaya çalıştı. Güvertede kimseler ama kimseler yoktu. Haydarpaşa’yı geçiyorlardı. Pınar’ın mantosunun yakalarını kaldırdı, yüzünü, yanaklarını soğuktan korumak istercesine. Avuçlarıyla, Pınar’ın al al olmuş yanaklarını, yüzünü yumuşacık, sıcacık kavradı. Sonra uzun uzun ve dalgın gözlerine baktı.
Sonra ne olduysa oldu, göğüs kafesini sarsan yürek birden dellendi, kabardı ve, ‘Pınar’ dedi, ‘Pınar seni seviyorum, aylardan beri sana bunu söylemek istiyordum, bugün, şu an kısmetmiş!’
Pınar, hiçbir şey demedi, bakışlarını öne eğdi. Böyle bir itirafı beklemesine rağmen, yüzüne ateşler bastı, yanıyordu içiyle dışıyla. Aşkın işte o an, kendini tutamadı, avuçları arasına aldığı yüzü kendine yaklaştırdı.
Nice zamandır, öpmek istediği dudaklara aşkının mührünü vurdu. Genç kız bir daha sarsıldı, şok içindeydi.
Rüya nasıl oldu bilinmez, en güzel yerinde yarım kaldı. Pınar, iş yerinde huzursuzdu. İş yerinde can sıkıcı şeyler oluyordu ve gergindi. Aşkın çok yoğun bir devreye girmişti. O da müzik dünyasının dışındaki işinde sıkıntılara girmişti. Kısacası iki taraf da gergindi. Birbirlerini istemeden kırdılar.
HER ŞEY SENİ HATIRLATIYOR
Yine bir vapur gidiyordu Kadıköy’den Karaköy’e. Bu kez gökyüzü koyu bulutlarla kaplıydı ve müthiş bir yağmur vardı.
Genç adam kendini tıpkı o kış günüde olduğu gibi yine yukarı attı. Yine en üst güverteye çıktı, bu kez yapayalnızdı o güvertede.
Kar yoktu, ama yağmur vardı. Yağmur taneleri, hayalinde kar tanelerine dönüştü. Uçan martılar, vapurun burnunun denize her dalışında, iki yanına saçtığı bembeyaz köpükler, evet evet bir şeyler hatırlatıyordu O’na. Birden ağzından kelimeler dökülmeye başladı.
‘Hay Allah’ dedi.
‘Her şey... Her şey, bu vapur, bu deniz, yağan yağmur, uçan martılar, balıkçı tekneleri, her şey ama ne varsa her şey onu hatırlatıyor...’
Elinde olmadan kanına beynine işlemiş alışkanlıkla, cümle içinde heceleri saymaya başladı. Tam 11 heceydi, eli kalemine gitti. Aceleyle cebinden çıkardığı bir kağıt parçasına yazdı. Gece oturdu duygularını şiire döktü.
Sabah Pınar’ı aradı hemen telefonla. ‘Biliyor musun sana bir şiir yazdım’ dedi. Sonra o şiiri okudu. Telin karşı ucunda Pınar hiç ses etmeden, şiiri dinliyordu. Pınar etkilenmişti, ‘Bütün bu dizeler benim için mi?’ diye sordu. Evet yanıtının ardından, ‘Neredeysen geliyorum’ sözleri çıktı ağzından heyecanla, mutlulukla.
Aşkın Tuna, ‘Bu şiirimi arkadaşım Bestekar Selçuk Tekay’a vereceğim bestelesin. Bizim şarkımız olsun’ dedi.
Selçuk Tekay’ın kemanından dökülen melodiler, unutulmaz, dillerden düşmez bir şarkı yarattı.
Aşkın Tuna ile Pınar Kalyoncuoğlu, o şarkının bestelenmesinden sonra birbirlerine, sadece elleriyle değil gönülleriyle de kenetlendiler. Bir nikah masasında yaşamlarını birleştirdiler. Sonra ne mi oldu? Şimdi bir de dünyalar tatlısı oğulları Tuna Can var. Her ikisinin, ortak yapımı, ortak yazımı bir şiir, bir şarkı gibi oğulları Tuna Can.
BANA HER ŞEY SENİ HATIRLATIYOR
MAKAM: Nihavent
BESTE: Selçuk TEKAY
USUL: Sofyan
GÜFTE: Aşkın TUNA
HATIRALAR SARMIŞ DÖRT BİR YANIMI
BAKTIĞIM HER YERDE İZİN DURUYOR
BEN SENİ HATIRLAMAK İSTEMESEM DE
BANA HER ŞEY SENİ HATIRLATIYOR
GÖKYÜZÜNDE GÜNEŞ O GÖZLERİNİ
ÇATLAYAN TOPRAKLAR BU HASRETİNİ
YAKILAN HER ATEŞ BİTMEZ SEVGİNİ
BANA HER ŞEY SENİ HATIRLATIYOR
BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA
BERABER ISLANDIK YAĞAN YAĞMURDA
ŞİMDİ DİNLEDİĞİM TÜM ŞARKILARDA
BANA HER ŞEY SENİ HATIRLATIYOR
ŞARKILARINGERÇEK HİKAYESİHazırlayan:
Ertuğrul AKÇAYLIFax: 212 677 04035
eakcaylı@hurriyet.com.tr