Güncelleme Tarihi:
Ankara’dan İstanbul’a taşınan grup üyeleri, kendileriyle ilgili merak edilenleri Trendy okurlarıyla paylaştı.
Pek bilmeyen yoktur ama yine de; “Grup üyelerini tanıyalım” desek...
Serter: Davul çalıyorum. 1982 Ankara doğumluyum.
Okan: Grubun bas gitaristiyim. 1984 doğumluyum.
Tuna: 1981 Ankara doğumluyum. Grubun solisti ve gitaristiyim.
Erdem: Grubun gitaristiyim.
Grup nasıl kuruldu?
Serter: 1999 yılında kuruldu. İlk önce Erdem’le bir projem vardı. Onun öncesinde de biz Tuna’yla farklı bir projede yer alıyorduk. 1999 yılında dört kişi bir araya geldik. Eski basçımız Avustralya’ya eğitim dolayısıyla gittiğinden, Okan da 2002’de aramıza katıldı. Grubumuz en son halini 2002’de aldı. Ama kuruluşu 98 yılının sonlarına dayanıyor.
Grubun adı neden 84?
Tuna: Grup ilk kurulduğunda biz İngilizce cover’lar yapıyorduk. 2000 yılına kadar da böyle devam ettik. Fakat kendi bestelerimizi yapmaya başladığımızda ve dönem içerisinde de büyük konserler verip kitlelere ismimizi duyurmaya başladığımızda ismimizi Türkçe’ye çevirdik. Grubun ilk ismi aslında “Sex and Dirt”tü. Ama ismimiz duyulmaya başlayınca farklı bir şekilde değiştirmek yerine, o kitleyi de kaybetmemek adına “84” olarak değiştirdik. Yani doğum yılı veya başka bir anlamı yok.
İnternet’te ses getiren “Ölürüm Hasretinle” şarkısıyla tanındınız. Bu şarkının hikayesi nedir?
Tuna: Şarkının hikayesini anlatmak belki insanları birazcık dar bir kalıba sokar. Bir ayrılık hikayesi veya bir aldatılma hikayesi var şarkıda. Ama salt hikayeyi anlattığımız zaman insanların hayal dünyasını biraz daraltmış oluruz. Herkes kendinden bir şeyler eklediği için bu kadar sevildi. Bazısı o şarkıyla beraber başka bir ayrılık hikayesi yaşadı. Bir başkası hasret acısı yaşadı. O yüzden şarkının gerçek hikayesini anlatıp da çerçeveyi daraltmak mantıklı değil.
Albüm için uğraşıp, programlara katılıp çaba sarf etmektense, internetten muhteşem bir çıkış yakaladınız. Bu daha mı avantajlı sizin için?
Erdem: Bir noktada avantajlı. Bir çok insan sizi tanıyor. Ama sizi tanıyan insanlar, rock’la alakası olmayan insanlar da olabiliyor. Zaten ünlenen şarkıydı, biz değildik. Bu güzel bir şey. Ama bu bir sektör gibi düşünülmesin.
Nerelerde sahne aldınız?
Okan: Hemen hemen Türkiye’nin tüm illerine gittik. Belki gitmediğimiz 3-4 il kalmıştır. Albüm öncesi de gidiliyordu zaten.
Bir çok yerde şarkı söylüyorsunuz, konserler veriyorsunuz. Peki hep aynı şarkıları söylemekten sıkılma durumu olmuyor mu?
Okan: Dört kişinin, oluşturduğu bir üründen sıkılması zor. Bir sıkıntı yaratmıyor. Çünkü insanın kendi yarattığı üründen sıkılacağını sanmıyorum.
Tuna: Yüz kere aynı şarkıları çalarsan sıkılırsın zaten o yüzden yeni albüm yapıyoruz. Başka renkler katıyoruz ya da şarkıların yerini değiştiriyoruz, enerjimiz daha farklı oluyor. Seyirciyle zaten birebir olan iş olduğu için seyirciden iletişim alamıyorsak sıkılırız. Bir de dışarıdan bakıldığında her şeyin rutin ilerlediği, şarkıların aynı, seyircinin aynı, ortamın aynı olduğu düşünülüyor. Ama o kadar farklı şeyler yaşıyoruz ki; hiçbiri aynı değil. Adana’da çaldığın ses sistemi, seyirci, kalabalık, sahne, şarkı listesi İzmir ya da İstanbul’la aynı değil. Şarkıları hiçbir zaman aynı şekilde çalmıyoruz. Sürekli değiştiriyoruz, arasına bölümler koyuyoruz. Ayrıca bir sonraki albümün sinyallerini vermeye başlıyoruz. O yüzden hiçbir şey rutin bir şekilde ilerlemiyor.
Önünüzdeki projelerinizden biraz bahseder misiniz?
Serter: Temmuz sonuyla başlayan bir yaz turnemiz var. Bir de sponsorumuz olmadan bir turneye çıkıyoruz. Türkiye’de şu şartlarda gerçekten zor ve riskli. Önümüzde bir klip çekimimiz olacak. İkinci videomuzu çekeceğiz ama hangisi olacağına daha karar veremedik. Yaz turnesi bitince başka projeler de çıkar.
Yeni albümünüzle ilgili aldığınız tepkiler nasıl?
Serter: Olumlu tepkiler alıyoruz. Zaten içimize sinen bir albüm oldu. Şu ana kadar ters bir tepki almadık.
Tanınmaya başladığınızı ilk nasıl anladınız?
Tuna: Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Erdem o arada DJ’lik yapıyordu. Serter okulunu bitirmişti, yüksek lisansını yapıyordu. Bir gün özel bir televizyon kanalından Okan’la benim çalıştığım stüdyoya geldiler ve bizi aradıklarını söylediler. İsmimizi de farklı biliyorlardı. “Hacettepeliler burada mı” diye geldiler. Bize; “Internet yıkılıyor, download rekorları kırılıyor. Bir numarasınız her yerde. Haberiniz var mı” dediler. Hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Bir gün internet kafe’ye gittik ve orada bizi gösterdiklerinde inandık. Ama ünlendiğimizi hiçbir zaman anlamadık. Çünkü herkes “Hacettepeliler”den bahsediyordu. 84 diye bir şey yoktu ortada. O yüzden ilk başta kavram karmaşası yaşadık. Fakat sonradan çok hoşumuza gitti. Genelde rock gruplarında insanlar kişisel özelliklerine göre değerlendirilip, müzikleri ikinci plana düşüyor. Ama bizde ilk önce müzik ön plana çıktı ve bizi daha geç tanıdılar. Bu bizim için en güzel çıkış noktasıydı.
Ankara’da mı yaşıyorsunuz hala? İşiniz burada ama iki şehir arasında mekik dokuyorsunuz. Bu sizin için bir dezavantaj değil mi?
Okan: Biz yeni yeni İstanbul’a yerleştik sayılır. Tuna, ben ve Erdem buradayız, Serter Ankara’da. İlk zamanlarda sürekli git-gel olmuyordu. Burada işimiz olduğu zaman gidip geliyorduk. Ama artık buradayız.
Rock gruplarının neden çoğu Ankara’dan çıkıyor?
Tuna: “Ankara’dan çıkıyor” diye düşünmeyelim. Çünkü bu Ankara’daki imkanlarla alakalı. İstanbul’a nazaran baktığımızda Ankara daha Anadolu ili gibi gözüküyor hala. Ama gel gör ki; Anadolu illerine nazaran teknik imkanları çok daha fazla. Kesinlikle İzmir’de, Bursa’da, Adana’da, Elazığ’da da çok iyi grup ve çok iyi şarkıcılar vardır. Ama ne kadar bu imkanları değerlendirebiliyorlar, ne kadar stüdyoya girip prova yapabiliyorlar, kendilerini ne kadar gösterebiliyorlar… Ama Ankara’nın başkent oluşu ve teknik imkanlarının fazla oluşu, müzik mağazaları, prova yapabilmek için stüdyoları yeterli sayıda mevcut. Doğu tarafına gittiğimizde bu imkanların ne kadar iyi olduğunu söyleyebiliriz ki! Ayrıca Ankara’da olanların çok fazla etüt etme şansları var. Orada barlarda amatör gruplara çok fazla şans verilir. Grupların kendilerini bulabileceği platformlar çok fazla var. Kendini gösterebileceğin imkanlar bu kadar fazla olunca, Ankara’dan çıkması çok normal.
İstanbul ve Ankara... İki şehir arasında gördüğünüz farklar neler?
Erdem: En güzel fark deniz. İstanbul daha hareketli bir yer, Ankara daha sessiz sakin. Onun haricinde burası bambaşka bir ülke gibi.
Tuna: Erdem İstanbul’a bizden daha çok gidip geliyordu. Biz özellikle uzak duruyorduk. Serter hala uzak duruyor ama Okan ve ben üçüncü albümümüzün altyapısı dolayısıyla buraya yerleştik. Erdem de bizimle birlikte geldi. Fakat uzak duruşumuzun arkasında bir baktık gerçekten bambaşka bir yer burası. Türkiye’den ayrı bir şekilde duruyor. Öncelikle çok kozmopolit. Kalabalığı, trafiği çok farklı. Denizi, ticaret merkezi olması iş alanının çok büyük olması ve bizim açımızdan en önemlisi bizim sektörümüzün burada olması, bizim burada bulunmamızı gerektiren en büyük sebeplerden birisi. Bizim daha öncesinde konuştuğumuz bir şey vardı: Sen işini düzgün yaptığın sürece Urfa’da ol, Adana’da ol, Antep’te ol fark etmez. İşin bir şekilde yürür, sen işini icra edersin diye düşünüyorduk. Fakat İstanbul şartlarında öyle olmadığını, işin aslında ikili ilişkilerin üzerinden geçtiğini, gözden ırak olanın gönülden de ırak olduğunu fark ettik. Çok hoşumuza gitmese de yaşamımızı sürdürebilmek için ve 84’ü ileriye taşıyabilmek için birilerinin kendisini yakması gerekiyordu. Biz topluca yaktık!
Hayranlarınızla aranız nasıl?
Serter: İlk albümle bu kadar geniş bir hayran kitlesine ulaştık. İkinci albümden sonra gelen tepkiler de çok iyi. Zaten biz gerek fan siteleriyle olsun, gerek konserlere gelen arkadaşlarımızla olsun sürekli iletişim halindeyiz. O yüzden güzel tepkiler alıyoruz. İyi ki varlar…
Kendi halimizde insanlarız
Birbirinizi ne şekilde ifade edersiniz?
Serter: Okan genelde sessiz kalmayı tercih eder. Uyumludur ve görev adamıdır. Tuna’nın daha toplayıcı bir hali var grup içinde, babadır. Erdem iyidir, hoştur. Ben de sessiz sedasız bir insanım. Kendi halimizde yuvarlanıyoruz!
Tuna: Herkesin bakış açısı farklı olabilir tabii. Ama ortaklıktan daha farklı bir durumda olduğumuz için herkes birbirinin kötü veya hoşuna gitmeyen yönlerini bir şekilde örtmek zorunda kalıyor. Beraber bir iş yapıyoruz ve hepimizin en büyük isteği bunu çok uzun yıllar devam ettirmek. Bunu sağlayabilmek de çok kolay değil. Özellikle de 4 tane erkek ki; siz sadece dördünü görüyorsunuz. Bunun arkasında 6-7 kişilik bir ekip daha var. Bu kadar insanın bir arada geçinebilmesi çok zor bir süreçken herkes birbirinin özelliklerine saygı duyuyor.
Aranızda çok fazla fikir çatışması oluyor mu?
Tuna: Olması lazım. Çünkü olmazsa ortaya ürün çıkmaz. Belki de grup olmanın en büyük avantajı bu. Bir iş çıkarken ortaya 4 fikir atılıyor. Böylelikle herkes kendi yanlışını, doğrusunu görebiliyor. Ortak noktada en iyi sonuca ulaşmak için ne kadar çok fikir olursa o kadar iyi. Kuru gürültü anlamında değil bu tabii ki. Ama ne kadar çok fikir, o kadar iyi sonuç diye düşünüyoruz biz.