Gözlerimle işitirim, ellerimle konuşurum

Güncelleme Tarihi:

Gözlerimle işitirim, ellerimle konuşurum
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2001 01:25

Oğuz Aral eski öğrencisi Avrupa'nın en ünlü sözsüz oyuncusu Levent Beşkardeş’le konuştu. 35 yıl önce Levent Beşkardeş'i annesi elinden tutup bana getirdiğinde daha çocuktu. Kadim dostum Lütfü Akad onu çok yetenekli bulmuş ve ilgilenmemi istemişti.

Gerçekten de müthiş bir çizgi yeteneği vardı. Bir süre resim ve desen çalıştığımızı anımsıyorum. Levent'in sağır ve dilsiz olması aramızda hiç sorun olmadı. Yüz mimiklerindeki ve ellerindeki anlatım gücü müthişti. Eh, ben de zaten pantomimciydim. Bir süre sonra ondaki bu beden yeteneğini sahnede değerlendirmesini istedim. Levent resmin yanında pantomim de çalışmaya başladı. Onu sahnede de seyrettim. O yıllar belki çok usta değil ama söğüt dalını andıran ince ve esnek bedeniyle çok çarpıcı ve etkileyiciydi. Sahnedeki arkadaşları duyabilen, konuşabilen kişilerdi. Levent'in dilsiz olduğunu hiçbir seyirci anlayamadı. Sonra da onu kaybettim. Bir iki gazete haberinden Fransa'da olduğunu öğrendim. Geçenlerde çat kapı geldi. 30 yıl sonra sarmaştık ve bülbüller gibi söyleştik. Tabii bu söyleşilerin bir kısmı yazıyla, bir kısmı dudak okuyarak ama büyük bölümü beden diliyle oldu.

Bunca yıldır nerelerdeydin?

- 1981 yılında bir otobüse binip Paris'e gittim. Bir sağır ve dilsiz olarak Türkiye'de yeteneklerimi geliştirmek için zorlanıyordum. Bizde sağır ve dilsiz birinin okuma yazma öğrenebilmesi bile başarı sayılıyor. Oysa sessiz dünyanın da büyük bir kültürü ve sanatı var. Şarlo'nun sessiz bir dünyanın büyük sanatçısı olduğunu bana sen öğretmiştin.

Fransa'da ne yaptın?

-Önceleri çok zor yaşadım. Süründüm diyebilirim. Üstelik o yıllar Fransızca da bilmiyordum.

Fransızcan şimdi nasıl?

-Yine pek iyi değil, ama az çok yazıp konuşabiliyorum.

(Konuşmamızdaki mizaha bakar mısınız?.. Bir dilsiz, yirmisinden sonra hiçbir kelimesini duymadan yabancı bir dil öğreniyor. Ama ülkemizdeki dillilerin yüzde 80'i anadilini doğru dürüst yazıp konuşamazken o, Fransızcası'ndan pek memnun değil.)

Sonra ne oldu?

-Sonra bir Fransız rejisör, beni kısa metrajlı bir filmde başrolde oynattı. Film çok tuttu. Galiba ben filmden fazla tuttum. Ondan sonra International Visuel Theatre'a (Uluslararası Görsel Tiyatro) girdim. İlk oyunda bana küçük bir rol, ikinci oyunda ise başrol verdiler. 1973 yılından bugüne kadar Molyer'in Cimri'si, Sofokles'in Antigon'u gibi 20'den fazla klasik ve modern oyunda oynadım. Hanna gibi birçok oyunu da kendim yönettim. Avrupa basınında hakkımda çarşaf gibi yazılar çıktı. Hatta kendi yazdığım şiirleri sahneye çıkıp okudum.

SAHNEDE DANS EDİYOR

Hoppalaa, bu sözsüz şiir dediğin nasıl oluyor?

-Sen bana söz dudaktan çıkan değil yürekten çıkan sestir demez miydin? Benim dudaklarım, ellerim ve bedenimdir. Onlarla her şeyi anlatabilirim. Bu anlatım bazen sözcüklerden bile daha güçlü ve anlamlı olabiliyor. Kulaklarımsa gözlerimdir. Gözlerimle işitebiliyorum. Üstelik oyunlarımda müzik de kullanıyorum, hatta dans bile ediyorum.

Levent sallamadığından eminsin değil mi?

-Nasıl sallamak, beşik ya da ip sallaması gibi mi?

Bu bir argo sözcük... Yani, atıyor musun demek istedim.

-Taş mı atıyorum, yoksa çaya şeker mi?

(Tam ağzımı yani elimi bozacaktım ki, gözlerim Levent'in hınzırca gülümseyen yüzüne takıldı. Argoyu da bal gibi biliyordu, ama sessizce beni işletiyordu. Ben de ‘‘Men çü guyem tamburem çi mizenet’’ diye cevap verdim. Bu kez bana anlamaz gözlerle baktı. Çünkü bu deyiş Acemce'dir. Ve ben ne söylüyorum tamburum ne çalıyor anlamına geliyor. Hani bizdeki ben diyorum bayram haftası o diyor mangal tahtası gibi bir şey... Çok şükür Levent daha Acemce öğrenmemişti.)

Müziği nasıl duyuyorsun?

-Duymuyorum.

Öyleyse nasıl dans edebiliyorsun?

-Tempoyu duyuyorum.

Nasıl?

-Titreşimle yerden geçen müzikteki vuruşları ben ayak tabanımda hissediyorum. Bedenimi bu vuruşların ahengine göre hareket ettiriyorum. Hatta istersen şimdi sana Orhan Veli'den bile bir şiir okuyabilirim, üstelik müziğiyle...

Anladığım kadarıyla Avrupa'da çok başarılı oldun.

-Şu anda Avrupa'nın en ünlü tiyatro ve sinema sözsüz oyuncusuyum. Pitır Bruk, Mişel Pikkoli, Pino Brauh gibi dünya çapında ünlü tiyatrocu ve sinemacı arkadaşlarım var. Hatta Kaptan Kusto'nun oğlu İv Kusto'ya bile deniz altında işaretleşmek için el işaretleri öğrettim. Oyunlarımı sağırlardan çok politikacılar, sanatçılar, öğrenciler ve basın, kısaca işitebilenler izliyor. Birçok festivalde birçok ödül aldım. Bu yıl 4 oyunda daha oynayacağım. Ayrıca bir belgesel film daha yöneteceğim. Ayrıca, Kızılderililer'in el işaretleri ile ilgili bir oyun tasarlıyorum ve çalışmalarına başladım.

Bizde başarının ölçüsü kazanılan paradır. Bunca başarıya oranla kaç para kazandın?

-Batı'da sanat işlerinde paraya bakılmaz. Ben de öyle yaptım. Hep küçük odalarda yaşayıp kıt kanaat geçindim. Ben pop şarkıcısı ya da futbolcu değilim ki... Ama sahnelediğim bir oyun çok tuttu. Avrupa'nın birçok şehrinde tam 450 kez oynadık. Ben de kazandığım parayla Paris'te 17. bölgede tarihi bir ev aldım. Kendi küçük ama bahçesi çok büyük... Orada kuş seslerini dinleyerek mutlu oluyorum.

SERÇENİN SESİ NE RENK?

Bana bak Levent, yine benimle dalga geçmeye başladın.

-Niye kuş sesini sadece siz işitebilenler mi duyarsınız?.. Söyle bakalım serçenin sesi ne renktir?

Benim serçelerim turuncu öterler.

-Benimkilerse mavi...

Gevezeliği bırak, evin kaç para ediyor?

-Aldığım zaman 295 bin Frank'tı. Şimdi 400 bin eder.

(Hemen kafadan bir hesap yapmaya kalktım ve tabii beceremedim.)

Hımm, aferin iyi paraymış...

-Orada resim de yapıyorum. Çizmeyi hiç bırakmadım.

Bunca başarıdan sonra herhalde çok mutlu olmalısın.

-Evet ama mutluluğumun bir ucu kırık.

Niye?

-Ben öğrendiklerimi ülkeme taşımak isterdim. Sessiz dünyanın kültürünü ve sanatını ülkemin sağır ve dilsizleriyle paylaşmak isterdim. Senin beni yetiştirdiğin gibi ben de onları yetiştirmek isterdim. Ama ne Kültür Bakanlığı'nın, ne devletin, ne de işadamlarının böyle bir anlayışı ya da niyeti var. Sözlü bir dünya kadar sözsüz bir dünya olduğunun farkında bile değiller. İnsanları rasistçe özürlüler ve özürsüzler diye hálá ikiye ayırıyorlar. Yürüme özürlü birkaç kişiye basketbol oynatarak yüreklerini serinletiyorlar. Körün, sağırın, yürüyemezin de bir kültürü ve sanatı vardır. Ve sizinkinden aşağı değildir. Sanat bu değişik katkılarla zenginleşir.

Sen çocukken de gevezeydin ve hálá gevezesin Levent. Ellerinle, yazınla, hatta konuşarak çektiğin bu nutku anlayabilmek için canım çıktı yahu!

-
Ne yapayım ağabey, konuşmayı çok seviyorum!

Levent'le sohbetimiz Paris'in şarapları ve kızları üstüne sürdü gitti. Onları yazmıyorum. Çünkü sizi ilgilendirmez. Ama lütfen bana söyleyin;

Bunca rezilliği ve sefilliği işitip de duymayanlar mı sağır, yoksa Levent mi?..

Bunca haksızlığı ve dangalaklığı görüp de ağzını açmayanlar mı dilsiz, yoksa Levent mi?

Levent Beşkardeş mi sağır ve dilsiz, yoksa biz mi?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!