Güncelleme Tarihi:
Mehmet Günsür yaz boyunca ailesiyle birlikte İtalya’daydı; sezon başlayalı beri de “Muhteşem Yüzyıl”ın setinde.
İtalya deyince aklımıza iyi yemek, keyif yapmak, bizdeki koşturmadan farklı ve daha yavaş bir tempoda yaşamak geliyor... Kendisi de İtalya’da yaşaya yaşaya onlara benzedi mi, onların bazı huylarını benimsedi mi?
Röportaj sırasında üzerinde yırtık bir jean ve “cool” bir tişört olan Mehmet Günsür, “Bu söylediklerinin hepsi zaten bende vardı. Boğa burcuyum, boğazıma düşkünüm. Yemek yapmayı da çok seviyorum, bu da bilinen bir şey. Yavaş tempo, tembellik desen o da var... Yani İtalya benim için mükemmel bir yer” diyor. Türkiye’de kendisini tanımayan yok, özellikle de şimdi “Muhteşem Yüzyıl”daki rolü sayesinde hayatımızın bir parçası oldu. Acaba İtalya’da yaşamak, ünlü olmaya biraz mola mı vermek demek? Roma’daki konu komşu kendisini tanıyor mu, daha doğrusu kim olduğunun farkında mı? Bu sorulara gülerek yanıt veriyor: “Konu komşu tanıyor ama orada zaten (ünlü) oyunculara farklı bir yaklaşım, farklı bir bakış açısı var. Sophia Loren’le aynı mahallede oturuyorum, kadını kimse kolundan çekip fotoğraf çektirmiyor.”
ÇOCUKLARIM, TÜRK YEMEKLERİNİ ÇOK SEVİYOR
Madem sohbete İtalya’yla başladık, evde daha çok İtalyan yemekleri mi pişiyor? “Evde her çeşit yemek pişer! Soframızda dolma da var, lazanya da. Çocuklarım daha makarnacı olsa da, Türk yemeklerini çok seviyorlar” deyince üçüncü kez baba olduğu gerçeğini hatırlıyorum.
İlk çocukla ikinci ve üçüncü çocuk arasında bir duygu farkı olup olmadığını merak ettiğimde, “Üçüncü bebekle ilgili heyecan aynı. Yine midemde bir sürü kelebek uçuşuyor. Tek fark, bu sefer biraz daha tecrübeli olmam. Onun getirdiği bir olgunluğa sahip bu heyecan. Ancak şöyle bir farkındalık da söz konusu: İlk hamilelikte yedinci aydan sonraki sancıları mutluluk sancıları sanıyorsunuz. Sonra ikinci veya üçüncü çocukta anlıyorsunuz ki, bunlar doğum sancıları...” Böyle, bir soruyu tek kelime veya tek cümleyle geçiştirmemesi ne kadar hoş... Her zaman kalabalık bir aile mi hayal etmişti? “Böyle olacağını bilmiyordum, öyle gelişti” diyor bu defa kısaca. Bu arada, aile yaşantısını, özelini bugüne kadar çok güzel korudu. Bunu nasıl başardı? Bu bir karar mıydı? “Evet, bir karardı. Zaten gösterişi sevmem. Görünmek istemiyorsan bazı ‘kurallar’ var. Gitmeyeceğin yer ve zamanlar var. Ben görünmez olabiliyorum galiba” diyor.
BEN BİLE İLGİDEN RAHATSIZ OLABİLİYORUM
Aşk, bugüne kadar Mehmet Günsür’e neler yaptırdı? Mesela hiç, yapmam dediği bir şey yaptı mı? “Hiç, yapmam dediğim bir şey olmadı. Sadece şunu söyleyebilirim ki, her zaman kalbimin sesini dinledim.”
Bu kadar çok sevilmek, bu kadar çok hayranının olması kendisini nasıl etkiliyor? Ve bu kadar “sakin”, “normal” ve “dengeli” kalmayı kime ya da neye borçlu?
Mehmet Günsür, “Meşhur olmak çok kolay... Galiba bu dediğinizi aldığım kararlara borçluyum. Böyle olsun istedik ve öyle olmasına gayret ettik” diye özetliyor. Eşinin bu dengedeki payı ne kadar? “Eşimin payı büyük tabii ki. Hayatımızla ilgili kararları ortak alıyoruz. Başlarda Türkiye’de bana olan yaklaşım onun için yeniydi. Arada sırada zorlanıyor ama ben de zorlanıyorum. Aslında çok bencil bir durum bu. Onları (hayranlarını kastediyor) ben de çok seviyorum ama istedikleri an onlar için bir yerde olmalısın gibi bir durum var, başka bir şansın olmuyor. Mesela biri, hayranı olduğu insana bir yerde rastlıyor ve fotoğraf çektirmek istiyor. Haklı, çünkü bir daha onu nerede görecek? Ama bazen, 40 yılda bir de olsa ben bile bu ilgiden rahatsız olabiliyorum” diye itiraf ediyor.
Ünlü olmadan önce o da birine böyle hayranlık duydu mu? Yani diğer tarafta oldu mu? “Gençliğimin önemli gruplarından bir tanesini ilk defa 1996’da canlı gördüğümde heyecandan ağladım” diye hatırlıyor. Eşi Caterina “Muhteşem Yüzyıl”ı izliyor mu? “Hayır; çünkü Roma’daki evimizde henüz Türk kanalları yok. Ben ara sıra ne yapmışım, ne etmişim diye internetten bakıyorum ama oturup da diziyi izlemiyoruz. Kendisine tabii ki olup bitenleri, hikayeyi anlatıyorum” diyor.
BOL GÜRÜLTÜ, BOL YEMEK, BOL KAHKAHA VE EĞLENCE
Peki “Muhteşem Yüzyıl” nasıl bir deneyim? “Harika!” yorumunu yaparak devam ediyor: “Orada oynamayı kabul etmemdeki en büyük neden, Yağmur ve Durul Taylan kardeşler (ve tabii ki Meral Okay!). Çok güzel bir iş yaptılar. Yeni, cesaretli, genç, bu işe başka bir bakış açısı getiren prodüktörlere ihtiyacımız var.” Çekimler sayesinde uzun uzun İstanbul’da kaldı. Bu kendisine iyi geldi mi? İtalya’yı özledi mi? “Buradayken Roma’yı, Roma’dayken İstanbul’u özlüyorum. Gerçi bazen özleme noktasına da gelemiyoruz; çünkü daha onu hissetmeden ya buraya geliyor ya da Roma’ya gidiyoruz. Bu durumu benim işimin dışındaki etmenler de etkiliyor. Mesela aileler torunlarını özlüyor, görmek istiyor...”
Bizler de özlüyoruz, bilsin. Ailenin İtalyan tarafı kendilerine ne kadar yetenekli, değerli bir damat verdiğimizin farkında mı? Buna çok gülüyor ve “İnşallah” diyor. Nasıl yani, buna dair bir yorum, bir “dedikodu”, bir ipucu yok mu? Nasıl bir aile İtalyan tarafı, en azından onu söylesin. Kırmayıp “Çok tatlılar. Bol gürültü, bol yemek, bol kahkaha ve eğlence... Böyle bir ortam hayal edin ve tabii ki kalabalık bir aile” diye biraz detay veriyor.
SEVİŞME SAHNELERİ ONU ZORLUYOR MU?
İster sinema, ister dizilerde olsun; aşk ve sevişme sahneleri hep çok konuşulur. İzleyiciler, hep bunların nasıl çekildiğini, zor mu, eğlenceli mi olduklarını merak eder. “Öpüşme ya da sevişme sahneleri benim için kolay. Çünkü temelde aynılar. Ona, oynadığın karaktere göre bir-iki ekleme yapıyorsun. Bence kendi halinde bir adamı ya da mesela bir ev kadınını oynamak çok daha zor. Ancak ne olursa olsun, örneğin ‘Muhteşem Yüzyıl’daki Mustafa’yı canlandırmak büyük bir sorumluluk!” diye anlatıyor.
Kendisine yan roldeki bir karakter teklif edilse ne der? Buna hiç itirazı yok: “Oynarım tabii ki. Benim için önemli olan karakter ve hikaye. Rolün büyüklüğü veya küçüklüğüne bakmam.” Karar verirken en önemli etken proje için heyecanlanmasıymış. Peki hep kalp atışlarına göre evet veya hayır diyorsa, bugüne kadar hiç yanılmadı mı? Dürüstçe “Kötü projeler olmadı mı? Oldu ama neye göre kötü, o da tartışılır. Benim çok şey öğrendiğim bir proje piyasada kötü bir iş olarak görülebilir. Ama genelde hiç yanılmadım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Her şey için iyi ki yaptım diyorum. Biraz ince eleyip sık dokuyorum ama. Gelen 50 hikayeden belki bir tanesi beni heyecanlandırıyor” cevabını veriyor.
KAMERA ARKASINA GEÇECEĞİM
Kamera arkası da Mehmet Günsür’ü cezbediyor. Kamera arkasının kendisine neden ilgi çekici geldiğini şöyle açıklıyor: “Bir aktör, oyunculuğu bildiği için farklı bir yönetmen olur. Oyunculuk yapmamış bir yönetmenden çok daha avantajlı. Bir oyuncunun sınırlarını daha iyi görebilir. Bazen yönetmenler bunu görmeyebiliyorlar.” Ancak kamera arkasına ne zaman geçeceği henüz belli değil. “Bunun da zamanı gelecek” diye ekliyor.
Müzik de Mehmet Günsür’ün bilinen en büyük tutkularından. 1997’den beri bununla ilgili hiçbir şey yapmadığını belirtiyor. “Ama evimde hâlâ bir sürü müzik aletim var. Yeniden müzik yapmak istiyorum” diyor.
Dizi çekimlerinin uzun sürdüğünü biliyoruz. Eşine ve çocuklarına arzu ettiği kadar vakit ayırabiliyor mu? “Ayırıyorum; çünkü bizim meslekte bazen çok yoğun, bazen de rahat vakitlerimiz oluyor. Çocukların okulu yoksa onlarla birlikte zaman geçiriyoruz. Okulları varsa, eve döndüklerinden uyumaya kadar geçen süreyi değerlendiriyoruz.” Çocukları kendisini ekranda görünce ne diyor? “İşimin bu olduğunu biliyorlar. Hatta sete de geldiler, kostümler giydiler... Olup bitenleri anlıyor ve algılıyorlar.”
ARIZALARIM VAR TABİİ Kİ
Onun hakkında çok sakin, çok olgun, çok eğlenceli, çok iyi bir insan diyorlar. Hiç kötü yönleri, “arızaları” yok mu? “Var tabii ki... Sabah uykusu, yemek yemeyi sevmek ve kendi bildiğini okumak!” Peki kolay küser mi? Mehmet Günsür’ü küstürmek zormuş ama imkansız da değil! “Birisine küsmem için çok hassas noktalarıma dokunması lazım” diye ipucu veriyor. Yeni tanıdığı insanlara kolay güvenip güvenmediğine gelince, bazen beş dakikada beş yıldır tanışıyormuş gibi hissettiği insanlar olduğunu anlatıyor. “Bazen de beş yıl tanısan bile hiç tanımamış oluyorsun” diye hatırlatıyor.
DOLABIM, JEAN VE TİŞÖRT MEZARLIĞI
Stili için “casual rock&roll” diyor. Mehmet Günsür, en çok jean ve tişört giyiyor. Durumu daha iyi özetleyebilmek için “Sürüsüyle tişört” eklemesi yapıyor. “Dolabım jean ve tişört ‘mezarlığı’! 13 yaşımdan beri giydiğim tişörtler var. Dağılmış, solmuş ama ayrılamıyorum.” Sadakat diye buna denir! Kıyafetlerini kendi mi seçiyor, satın mı alıyor? Bu konuda kadınların fikrini önemsiyor mu? “Kendim deneyerek, düşünerek almayı tercih ediyorum. Kadınların fikri tabii ki önemli. Bazılarınınki daha da önemli!” cümlesiyle noktayı koyuyor.
BURADA KİMSE HAYAL GÜCÜNÜ ÇALIŞTIRMIYOR
Kendisini genelde “iyi” rollerde izledik sayılır; biraz daha uçlarda bir şeyler, mesela sorunlu bir insanı, bir psikopat ya da seri katili canlandırmayı istemez miydi? “Kötü karakterler oynadım ama çok fazla da teklif gelmedi. Genelde burada kimse hayal gücünü çalıştırmıyor, oyunculara güvenmiyor ve riske girmek istemiyor... Yapımcıların ve yönetmenlerin hayal ettiği oyuncular, karaktere fiziksel olarak uygun tipler. Kimse şeytana ‘bebek yüzlü’yü uygun görmüyor. Ama bence etkisi çok daha büyük olur.”