Oluşturulma Tarihi: Mayıs 03, 2003 00:00
O ışıklar sönse de yolunu buluyor, karanlıkta kitap okuyor, hatta Windows'un görme özürlüler için olan programını kullanıp kitap yazıyor: ‘Hayata Dokunmak.’ O bir hiperaktif. Türkan Sabancı Görme Engelliler Okulu'nda İngilizce öğretmeni, özel ders de veriyor, radyoculuk da yapıyor, tasavvuf korosunda ut çalmaktan ve dernekçilik yapmaktan da geri kalmıyor. Kendisi gibi Boğaziçi mezunu gören bir karısı ve üç çocuğu var. Müthiş bir hayat öyküsü onunki. Zaman zaman aramızda görenlerin ve görmeyenlerin dünyası gibi bir ayırım olsa da, Halis Kuralay beni pek çok konuda aydınlattı. Kendisine teşekkür ediyorum...Siz bu kitabı niye yazdınız?- Boğaz Köprüsü'nden geçerken, köprünün üzerinde olduğunuzu titreşimlerinden fark etmeyi düşünmezsiniz değil mi? Şöyle demediğinize de eminim: ‘‘Otobüs birazdan sola meyil yapıp duracak. İki durak sonra ben ineceğim!’’ Siz Vakko binası ya da mavi ev gibi görsel unsurları kullanmayı tercih edersiniz. Titreşimlerden, eğimlerden size ne? Ben hayatta farklı bakış açılarının da olabileceğini anlatmak istedim. Ve tabii görmeyen insanları tanıtmak. Müthiş bir önyargı var. Gör yani. Vaziyet bu!Peki şu yok mu, kendi egonuzu okşamak: ‘‘Ben becerdim, size de göstermek istedim!’’- Muhakkak. Biri bisiklete mi biniyor? Boyuma uygun bir bisikletse, zemini de biliyorsam, sen önden yürü derim, yeğenlerimle çok yaparım, ayak seslerine kulak kesilirim ve peşlerinden giderim. Bu, bir taraftan bisiklete binme duygumu tatmin etmektir...Bir taraftan da yeğenlere küçük bir hava atmak!- Sadece yeğenlerime olsa iyi, bütün dünyaya hava atıyorum o esnada! ‘‘Aaa! Kör adam bisiklete biniyor!’’ İnsanların kafasındaki ‘‘Görmeyen adam bisiklete binemez’’ duygusunu yıkıyorsam, başardım demektir.Bu kadar komplekssiz olmayı nasıl beceriyorsunuz?- Komplekslerim var. Zaman zaman
yemek yerken mesela, ‘‘Şimdi ben, şu çatalı tekrar uzatırsam oraya, oradaki baklavalar da bitmişse, boşuna çatalı uzatmış olurum ve gülünç kaçar. Yapmasam mı acaba?’’ derim. Ama genelde açık olmayı tercih ederim.Kitabınızda olmayan tek şey, sorgulama, suçlama ve isyan. Doğuştan görme özürlüsünüz ‘‘Neden ben?’’ duygunuz hiç olmadı mı?- Yok, hayır. Kaderle açıklıyorum. Benim sükunetimin çok önemli bir kısmı buradan kaynaklanıyor. Bir kısmı da olayı rasyonelleştirmekten. Olan olmuş. Yani satranç maçı bitmiş, fili şöyle oynamasaydın demenin, şikayet etmenin kime ne faydası var? Görenler bana görmediğimi söylemeseydi ben görmediğimi bilmiyordum ki! İşin sırrı burada. Öyle bir mefhumum yok. Yani siz benim bilmediğim bir şeyden söz ediyorsunuz. Bilmediğim şeyin eksikliğini nasıl hissedebilirim ki? Babanızın hayatınızdaki önemi...- Anlatamayacağım kadar çok. 5, 6 yaşlarındaydım, ‘‘Bu sabah çayı ben demleyeceğim’’ dedim. Annem, ‘‘Oğlum sen demleyemezsin!’’ dedi. Babam lafa karıştı: ‘‘Tabii ki demler!’’ Ve ben o çayı demledim. Babamı düşününce aklıma gelen ilk şey bu. İlkokul mezunu bile değildi ama fırsat veren bir babaydı...Sizi Bayramiç'ten İstanbul'daki Görme Özürlüler Okulu'na getirip bırakmasaydı, bugün nasıl bir adam olurdunuz?- Adam bile olamayabilirdim! Eğer 7, 8 bin kişilik bir köyde yaşıyorsanız ufkunuz da o kadarla sınırla kalıyor. Ben liseyi İstanbul'da okumasaydım Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanma ihtimalim çok düşük olacaktı. Ne sosyoloji ne de psikoloji öğrenebilecektim. Sadece ailemin değil, sülalemin tek üniversite mezunuyum. Pek çok şeyi babama borçluyum.Babanızın vefatında, gömülmeden önce o çukura dokunmanızın sebebi neydi?- Merak. İnsanların babasının mezarını görmek istemesi nasıl bir şeyse, benimki de, o hesap. Diğer kardeşlerim atlamadı çünkü onlar görüyor. Ben ancak ellerim ve ayaklarımla görebiliyorum, o yüzden atladım o çukura. Ve dokundum onun gömüleceği toprağa...En çok neyi görmek isterdiniz: Çocuklarınızı mı, eşinizi mi, kendinizi mi?- Ailemden başlamak isterdim herhalde. Yakınlarımı tamamladıktan sonra da, çarşaf gibi uzanmış bir denizi, ağaçları, ormanı... Doğayı yani. Hayalimde canlandırıyorum ama gerçeğe ne kadar yakın, bilemiyorum.İnsan kendi yüzünü merak etmez mi?- Ben kendi yüzümü zaten biliyorum.O zaman yakışıklı olduğunuzu da biliyorsunuz!- Öyle söyleyenler var. Bir keresinde Kadıköy'de bir kız yolda durdurmuştu, dudaklarınız ne kadar güzel biliyor musunuz demişti...Siz ne yaptınız?- Yürüdüm gittim tabii!Size hálá en çok sorulan soru nedir?-
Rüya görüyor musunuz?Kitapta açıklaması var ama ben de çözemedim bu meseleyi. Diyorsunuz ki, ‘‘Normal hayatta gözlerim görmüyor, haliyle rüyada da görmüyor.’’ Ä°yi ama ben normal hayatta uçamıyorum ama rüyamda uçuyorum!- GetirdiÄŸiniz mantıksal gerekçe haklı ama doÄŸru deÄŸil. Rüyamda mesela sizinle röportaj yapıyoruz. Anlatıyorum ÅŸimdi rüyamı: KoltuÄŸa kolumu koydum, yumuÅŸak bir yastık hissediyorum, önümde bir puf var, arkadan rüzgar esiyor, pencere hafif hafif açılıp kapanıyor, uzaktan sesler geliyor, ortalıkta dolanan ÅŸiÅŸman bir kedi, karşımda AyÅŸe Hanım'ın sesi, elinde hışırdattığı kağıtlar, teyp... Ama görüntü yok!Nasıl yani?- Telefona bak denir ya, kimse gidip telefona bakıp gelmiyor, deÄŸil mi? Bakmak fiili, cevaplandır manasında. Bence rüya da, görmek deÄŸil, yaÅŸamak. Görmeyenlerin rüyalarında da görmüyor olmaları, rüyanın görmekle ilgisi olmadığının kanıtı. Siz hayatınızı görerek yaÅŸadığınız için görüyorsunuz, ben normal hayatta görmediÄŸim için rüyamda da göremiyorum.Benimki görüntü deÄŸil dokuntu, iÅŸilti...Gören bir eÅŸiniz ve üç çocuÄŸunuz var. Ama kitapta evliliÄŸinizi es geçmiÅŸsiniz...- Bizim evliliÄŸimiz kayınpederimin müsaade etmemesiyle oldu. Kaçtık denir ya, iÅŸte öyle. EÅŸimin ailesiyle üç yıl konuÅŸmadık. Yeni yeni iliÅŸkiler düzeldi. Büyük acılar çekildi, kimseye bu acıları tekrar yaÅŸatmak istemedim. Ayrıntılı yazmamamın tek sebebi bu.Peki nasıl tanışmıştınız?- O da BoÄŸaziçili. Kimya öğrencisiydi.AÅŸktı... DeÄŸil mi? - Derin bir sevgi diyelim. Çok sevdik birbirimizi. Hálá seviyoruz.Siz bir kadını nasıl beÄŸenirsiniz?- Benim beÄŸenilerim ÅŸimdiye kadar hiç görsel olmadığına göre, evlenirken de olmayacaktı. Dolayısıyla, konuÅŸması, bana olan ilgisi, ses tonu önemliydi. Ve paylaÅŸmak. Aynı ÅŸeyleri hissetmek. Ortak hedefler için ilerlemek...Karınız güzel mi?- Kendisi deÄŸilim diyor. Bence çok güzel.Onu görsel olarak nasıl hayal ediyorsunuz? Gözünüzün önüne bir ÅŸey geliyor mu?- Gelmiyor. Onu düşündüğüm zaman aklıma sesi geliyor.Ama siz eÅŸinize dokunuyorsunuz ve onun bedenini aslında bir biçimde görüyorsunuz. O da mı canlanmıyor beyninizde?- Canlanıyor. Ama görsel olarak deÄŸil. Ellerime gelen bir canlanma. Yanakları, yüzü. Elimin, parmaklarımın dokunduÄŸu ÅŸekilde.Onun görüyor olması sizi eziyor olabilir mi? Sizinki eÅŸit bir iliÅŸki mi?- Benim görmemem iliÅŸkimiz açısından bir dengesizlik yaratmıyor. Ãœstelik o her zaman benim kendisinden daha deÄŸerli bir insan olduÄŸumu söylüyor. Ne alakası varsa. Sen mi beni daha çok seviyorsun, ben mi seni oyunu vardır ya, her zaman kendisinin beni daha çok sevdiÄŸini söyler.O da görme özürlü olsaydı sizin için hayat daha mı kolay olurdu? - Tam tersine. Onun görüyor olması hayatımızı kolaylaÅŸtırıyor. Okunması gereken bir yazı mı var mesela. Rica ediyorum, okuyor. O da görmeseydi, ikimiz birlikte yan komÅŸunun kapısını çalmak zorunda kalacaktık!Sizin beyninizde güzelliÄŸe dair görüntü ne?- Benimkine dokuntu denilebilir, iÅŸilti denilebilir. Bir sesin güzelliÄŸi mesela. Çocuklar Duymasın'daki Pınar AltuÄŸ'un güzel bir insan olduÄŸunu hissediyorum mesela. Olaylara yumuÅŸak bakıyor, telaÅŸsız, benim güzellik kavramım bu gibi ÅŸeyler.Ses yok diyelim. EÅŸinizin size nasıl baktığını da hissedebiliyor musunuz? Åžefkatli mi, kızgın mı, acıyarak mı, anlayabiliyor musunuz?- Evet. Ya nefesinden ya bana cevap vermeyiÅŸinden. Bazen ‘‘Hayrola, üzgün görünüyorsun?’’ diyorum. Görüntüsünü gördüğümden deÄŸil tabii. Ama durgun olduÄŸunu hissediyorum, soluk alıp veriÅŸi deÄŸiÅŸiyor.Siz nasıl bir kocasınız?- Hanım, memnun galiba. Var tabii bir takım ÅŸikayetleri. Fazla meÅŸgul olmam, pek çok ÅŸeyle aynı anda ilgilenmem, eve geç gelmem, aileme fazla vakit ayıramıyor olmam. Söylüyor da bunları. Onun dışında iyiyiz, mutluyuz.Â
button