Kendisi gibi Boğaziçi mezunu gören bir karısı ve üç çocuğu var. Müthiş bir hayat öyküsü onunki. Zaman zaman aramızda görenlerin ve görmeyenlerin dünyası gibi bir ayırım olsa da, Halis Kuralay beni pek çok konuda aydınlattı. Kendisine teşekkür ediyorum...
Siz bu kitabı niye yazdınız?
- Boğaz Köprüsü'nden geçerken, köprünün üzerinde olduğunuzu titreşimlerinden fark etmeyi düşünmezsiniz değil mi? Şöyle demediğinize de eminim: ‘‘Otobüs birazdan sola meyil yapıp duracak. İki durak sonra ben ineceğim!’’ Siz Vakko binası ya da mavi ev gibi görsel unsurları kullanmayı tercih edersiniz. Titreşimlerden, eğimlerden size ne? Ben hayatta farklı bakış açılarının da olabileceğini anlatmak istedim. Ve tabii görmeyen insanları tanıtmak. Müthiş bir önyargı var. Gör yani. Vaziyet bu!
Peki şu yok mu, kendi egonuzu okşamak: ‘‘Ben becerdim, size de göstermek istedim!’’
- Muhakkak. Biri bisiklete mi biniyor? Boyuma uygun bir bisikletse, zemini de biliyorsam, sen önden yürü derim, yeğenlerimle çok yaparım, ayak seslerine kulak kesilirim ve peşlerinden giderim. Bu, bir taraftan bisiklete binme duygumu tatmin etmektir...
Bir taraftan da yeğenlere küçük bir hava atmak!
- Sadece yeğenlerime olsa iyi, bütün dünyaya hava atıyorum o esnada! ‘‘Aaa! Kör adam bisiklete biniyor!’’ İnsanların kafasındaki ‘‘Görmeyen adam bisiklete binemez’’ duygusunu yıkıyorsam, başardım demektir.
Bu kadar komplekssiz olmayı nasıl beceriyorsunuz?
- Komplekslerim var. Zaman zaman
yemek yerken mesela, ‘‘Şimdi ben, şu çatalı tekrar uzatırsam oraya, oradaki baklavalar da bitmişse, boşuna çatalı uzatmış olurum ve gülünç kaçar. Yapmasam mı acaba?’’ derim. Ama genelde açık olmayı tercih ederim.
Kitabınızda olmayan tek şey, sorgulama, suçlama ve isyan. Doğuştan görme özürlüsünüz ‘‘Neden ben?’’ duygunuz hiç olmadı mı?
- Yok, hayır. Kaderle açıklıyorum. Benim sükunetimin çok önemli bir kısmı buradan kaynaklanıyor. Bir kısmı da olayı rasyonelleştirmekten. Olan olmuş. Yani satranç maçı bitmiş, fili şöyle oynamasaydın demenin, şikayet etmenin kime ne faydası var? Görenler bana görmediğimi söylemeseydi ben görmediğimi bilmiyordum ki! İşin sırrı burada. Öyle bir mefhumum yok. Yani siz benim bilmediğim bir şeyden söz ediyorsunuz. Bilmediğim şeyin eksikliğini nasıl hissedebilirim ki?
Babanızın hayatınızdaki önemi...
- Anlatamayacağım kadar çok. 5, 6 yaşlarındaydım, ‘‘Bu sabah çayı ben demleyeceğim’’ dedim. Annem, ‘‘Oğlum sen demleyemezsin!’’ dedi. Babam lafa karıştı: ‘‘Tabii ki demler!’’ Ve ben o çayı demledim. Babamı düşününce aklıma gelen ilk şey bu. İlkokul mezunu bile değildi ama fırsat veren bir babaydı...
Sizi Bayramiç'ten İstanbul'daki Görme Özürlüler Okulu'na getirip bırakmasaydı, bugün nasıl bir adam olurdunuz?
- Adam bile olamayabilirdim! Eğer 7, 8 bin kişilik bir köyde yaşıyorsanız ufkunuz da o kadarla sınırla kalıyor. Ben liseyi İstanbul'da okumasaydım Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanma ihtimalim çok düşük olacaktı. Ne sosyoloji ne de psikoloji öğrenebilecektim. Sadece ailemin değil, sülalemin tek üniversite mezunuyum. Pek çok şeyi babama borçluyum.
Babanızın vefatında, gömülmeden önce o çukura dokunmanızın sebebi neydi?
- Merak. İnsanların babasının mezarını görmek istemesi nasıl bir şeyse, benimki de, o hesap. Diğer kardeşlerim atlamadı çünkü onlar görüyor. Ben ancak ellerim ve ayaklarımla görebiliyorum, o yüzden atladım o çukura. Ve dokundum onun gömüleceği toprağa...
En çok neyi görmek isterdiniz: Çocuklarınızı mı, eşinizi mi, kendinizi mi?
- Ailemden başlamak isterdim herhalde. Yakınlarımı tamamladıktan sonra da, çarşaf gibi uzanmış bir denizi, ağaçları, ormanı... Doğayı yani. Hayalimde canlandırıyorum ama gerçeğe ne kadar yakın, bilemiyorum.
İnsan kendi yüzünü merak etmez mi?
- Ben kendi yüzümü zaten biliyorum.
O zaman yakışıklı olduğunuzu da biliyorsunuz!
- Öyle söyleyenler var. Bir keresinde Kadıköy'de bir kız yolda durdurmuştu, dudaklarınız ne kadar güzel biliyor musunuz demişti...
Siz ne yaptınız?
- Yürüdüm gittim tabii!
Size hálá en çok sorulan soru nedir?
-
Rüya görüyor musunuz?
Kitapta açıklaması var ama ben de çözemedim bu meseleyi. Diyorsunuz ki, ‘‘Normal hayatta gözlerim görmüyor, haliyle rüyada da görmüyor.’’ İyi ama ben normal hayatta uçamıyorum ama rüyamda uçuyorum!
- Getirdiğiniz mantıksal gerekçe haklı ama doğru değil. Rüyamda mesela sizinle röportaj yapıyoruz. Anlatıyorum şimdi rüyamı: Koltuğa kolumu koydum, yumuşak bir yastık hissediyorum, önümde bir puf var, arkadan rüzgar esiyor, pencere hafif hafif açılıp kapanıyor, uzaktan sesler geliyor, ortalıkta dolanan şişman bir kedi, karşımda Ayşe Hanım'ın sesi, elinde hışırdattığı kağıtlar, teyp... Ama görüntü yok!
Nasıl yani?
- Telefona bak denir ya, kimse gidip telefona bakıp gelmiyor, değil mi? Bakmak fiili, cevaplandır manasında. Bence rüya da, görmek değil, yaşamak. Görmeyenlerin rüyalarında da görmüyor olmaları, rüyanın görmekle ilgisi olmadığının kanıtı. Siz hayatınızı görerek yaşadığınız için görüyorsunuz, ben normal hayatta görmediğim için rüyamda da göremiyorum.
Benimki görüntü değil dokuntu, işilti... Gören bir eşiniz ve üç çocuğunuz var. Ama kitapta evliliğinizi es geçmişsiniz...
- Bizim evliliğimiz kayınpederimin müsaade etmemesiyle oldu. Kaçtık denir ya, işte öyle. Eşimin ailesiyle üç yıl konuşmadık. Yeni yeni ilişkiler düzeldi. Büyük acılar çekildi, kimseye bu acıları tekrar yaşatmak istemedim. Ayrıntılı yazmamamın tek sebebi bu.
Peki nasıl tanışmıştınız?
- O da Boğaziçili. Kimya öğrencisiydi.
Aşktı... Değil mi?
- Derin bir sevgi diyelim. Çok sevdik birbirimizi. Hálá seviyoruz.
Siz bir kadını nasıl beğenirsiniz?
- Benim beğenilerim şimdiye kadar hiç görsel olmadığına göre, evlenirken de olmayacaktı. Dolayısıyla, konuşması, bana olan ilgisi, ses tonu önemliydi. Ve paylaşmak. Aynı şeyleri hissetmek. Ortak hedefler için ilerlemek...
Karınız güzel mi?
- Kendisi değilim diyor. Bence çok güzel.
Onu görsel olarak nasıl hayal ediyorsunuz? Gözünüzün önüne bir şey geliyor mu?
- Gelmiyor. Onu düşündüğüm zaman aklıma sesi geliyor.
Ama siz eşinize dokunuyorsunuz ve onun bedenini aslında bir biçimde görüyorsunuz. O da mı canlanmıyor beyninizde?
- Canlanıyor. Ama görsel olarak değil. Ellerime gelen bir canlanma. Yanakları, yüzü. Elimin, parmaklarımın dokunduğu şekilde.
Onun görüyor olması sizi eziyor olabilir mi? Sizinki eşit bir ilişki mi?
- Benim görmemem ilişkimiz açısından bir dengesizlik yaratmıyor. Üstelik o her zaman benim kendisinden daha değerli bir insan olduğumu söylüyor. Ne alakası varsa. Sen mi beni daha çok seviyorsun, ben mi seni oyunu vardır ya, her zaman kendisinin beni daha çok sevdiğini söyler.
O da görme özürlü olsaydı sizin için hayat daha mı kolay olurdu? - Tam tersine. Onun görüyor olması hayatımızı kolaylaştırıyor. Okunması gereken bir yazı mı var mesela. Rica ediyorum, okuyor. O da görmeseydi, ikimiz birlikte yan komşunun kapısını çalmak zorunda kalacaktık!
Sizin beyninizde güzelliğe dair görüntü ne?
- Benimkine dokuntu denilebilir, işilti denilebilir. Bir sesin güzelliği mesela. Çocuklar Duymasın'daki Pınar Altuğ'un güzel bir insan olduğunu hissediyorum mesela. Olaylara yumuşak bakıyor, telaşsız, benim güzellik kavramım bu gibi şeyler.
Ses yok diyelim. Eşinizin size nasıl baktığını da hissedebiliyor musunuz? Şefkatli mi, kızgın mı, acıyarak mı, anlayabiliyor musunuz?
- Evet. Ya nefesinden ya bana cevap vermeyişinden. Bazen ‘‘Hayrola, üzgün görünüyorsun?’’ diyorum. Görüntüsünü gördüğümden değil tabii. Ama durgun olduğunu hissediyorum, soluk alıp verişi değişiyor.
Siz nasıl bir kocasınız?
- Hanım, memnun galiba. Var tabii bir takım şikayetleri. Fazla meşgul olmam, pek çok şeyle aynı anda ilgilenmem, eve geç gelmem, aileme fazla vakit ayıramıyor olmam. Söylüyor da bunları. Onun dışında iyiyiz, mutluyuz.