Ama şunlar yazıyordu: "İstanbul’da başlayıp İstanbul’da devam edecek olan bir çağ masalı daha yazılıyor. Aşkın evrensel ezgisi eşliğinde, bir kez daha buluşuyor, kültürler, diller, dinler, hayatlar... Tüm dostları, nikah törenimizde yanımızda görmek istiyoruz. İmza: Pelin ve Stelyo. Beyoğlu Evlendirme Dairesi, 17 Haziran 2006..."
İkinci kartta Yunan alfabesiyle yazılmıştı adım. "Bu diğerinin Rumcası mı" diye sordum Stelyo’ya. "Hayır bu Vula’nın davetiyesi" dedi. Benim en eski arkadaşlarımdan biri olan Vula yani. Stelyo’nun sevgili ablası. İki kardeş aynı gün evleniyorlardı.
İmam nikahı ile kına gecesinde bulunamadım ama Pelin ile Stelyo’nun ve Vula ile Yorgo’nun düğününe gittim. Bir gazeteci olarak değil bir dost olarak. Düğünün en güzel saatiydi. Marmara’nın doğusundan ay yükseliyordu. Pelin’le Stelyo, ay ışığının ve arkada yükselen Sultanahmet ve Ayasofya’nın ışıklı siluetinin önünde tango yapıyordu. Düğüne hoş geldiniz...
Patrikhane avlusunda başörtülü türbanlı, ıstavrozlu davetliler papazlar ve bir de imam 17 Haziran günü hafifçe esen rüzgar, ipekten bir dalga gibi çarpıyordu insanların yüzüne. Güzel bir İstanbul günüydü. Resmi nikah saat 14.00’te Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde yapıldı. Vula ile Yorgo’nun nikahları daha önce yapıldığı için onlar törende yoktu. Ama her iki taraftan çok sayıda aile mensubu oradaydı. Nikah salonunun koridorlarında telaşlı ve neşeli Rumca ve Türkçe sözcükler uçuşuyor, farklı kültürden insanlar hiç kendilerini kasmadan birbiriyle kucaklaşıyordu.
Nikahın ardından Stelyo kulağıma eğilip, "Az sayıda arkadaşımla bizim evde damat tıraşı yapacağız. Sen de gel" dedi. Yarım saat sonra Beyoğlu’nun eski, güzel apartmanlarından birinin beşinci katındaydık.
Yunanistan’dan iki müzisyen arkadaşı, birkaç yakın akraba ile Stelyo’nun damat tıraşı için bir araya gelmiştik. Masada Yeni Rakı ile Girit’in o meşhur boğma rakısı vardı. Ádet olduğu üzere kadehlerimizi doldurup damat ve gelinin şerefine kaldırdık. Sonra buzukinin nağmeleri girdi devreye. Salonun ortasına bir sandalye koyuldu, damat oturtuldu ve tıraş başladı. Tek eksiğimiz bir berber ve usturaydı. Tabii bir de eski usul tıraş fırçası ve sabunu.
Misafirlerden biri banyodan bir tıraş köpüğü getirdi. İlk köpüğü kulak memelerine sıktı damadın. "Evlilik ciddi bir iştir, sakın unutma. Bu senin kulağına küpe olsun" dedi. Sonra ikinci köpüğü tam alnına oturtarak, "Çocuklarına ve karına her zaman sahip çıkarsan alnın böyle ak kalacak" diye sürdürdü mizanseni. "İyi bir erkek gücüne rağmen yüzü yumuşak olandır" diyerek son köpüğü yanaklarına sürdü. Ve beni işaret ederek, gel tıraşı başlat dedi.
KIVRAK HAVALARLAKİLİSE AVLUSUNA GİRDİK
Aslında Stelyo, sinek kaydı bir yüzle oturmuştu sandalyeye. Bana sadece bir bıçağın tersiyle yüzündeki köpükleri almak kaldı. Eğlence ve oyun faslı uzun sürmedi. Çünkü saat 17.00’de Patrikhane’deki dini tören başlıyordu.
Patrikhane’nin avlusu davetlilerle doluydu. Başörtülüler, türbanlılar, boynunda ıstavroz taşıyanlar, papazlar, ladini olanlar oradaydı. Pelin-Stelyo ve Vula-Yorgo çiftinin dini nikahları birlikte kıyılacaktı. Patrikhane’nin sokağından müzisyenlerin eşliğinde Yorgo ile Stelyo göründü. Sokakta kıvrak havalar çalan müzisyenler, kilisenin avlusuna girince ağır havalara geçtiler. Müzik bitti ve damatlar Aya Yorgi Kilisesi’nin hemen önünde vaziyet alarak gelinleri beklemeye koyuldu.
Birazdan kapıdan babalarının kollarına girmiş iki gelin göründü. Damatlar eğilip babaların elini öperek kızların duvağını açtı ve yanaklarına (dudaklarına değil çünkü burası bir Ortodoks kilisesi) birer buse kondurdu.
Kilise nikahı bizdeki dini nikah gibi şipşak bitmiyor. Uzun uzun ilahiler okunuyor, ritüeller birbiri peşi sıra geliyor, tam bir ayin havasında geçiyor. Nikahın sürprizlerinden biri de imam nikahını kıyan imamın orada olmasıydı. Stelyo, "Hocam arzu ederseniz, kilisedeki nikahımıza buyurun" demiş çekinerek. "Hay hay" demiş alim din adamı. "Bugüne kadar hiç Hıristiyan nikahı görmedim, benim için iyi bir tecrübe olur" diyerek kabul etmiş. Kenarda durup pür dikkat izledi töreni. Bir ara avluda karşılaşıp sohbet ettik. "Herkesin dini kendine muhterem" diyerek başladı söze ve şunları söyledi: "Tarih bize ırkların, dinlerin, dillerin sevdayı engelleyemediğini gösterdi. Şimdi bu çocuklar evlenmek istiyor.
Hayır, siz ayrı dinlerdensiniz, kavuşamazsınız dersek Ortaçağ’ın melunlarına döneriz. Allah zorlaştıranı değil, kolaylaştıranı sever..."
BU TANGO İÇİN İKİAYDIR ÇALIŞIYORLARDI
Gün batımına doğru Armada Otel’in terasında toplandık. Akordeoncu Muammer Ketencoğlu, grubuyla sahnede. 77 yaşındaki Domna Samiu, eski türküleri öğrettiği öğrencisinin düğününde o türküleri parlatmak için ta Atina’dan kalkıp gelmişti. Buzuki Orhan da oradaydı.
Önce tango çaldı orkestra. Pelin ile Stelyo, iki aydır birlikte çalışmışlar bu geceki tangonun eksiksiz olması için. Öyle de oldu. Mükemmeldi. Sonra zeybek oynadılar, sonra da sirtaki.
O gece Cankurtaran’ın semalarına birbirine kardeş şarkılar, sesler, nefesler yükseldi. Halaylar çekildi hep birlikte, amaneler, gazeller okundu, çiftetelliler oynandı. Bir barış, aşk ve güzellik masalı yaşandı...
Dans bitti kalabalığa karışıp kaybolduStelyo, Gökçeadalı Rum bir ailenin çocuğu. Yorgo ve Stella Berber çiftinin ikinci çocukları olarak 1974’te İstanbul’da doğuyor. Beyoğlu’nda Zoğrafyan’dan mezun olduktan sonra Atina’da okuyan ablası Vula’nın yanına gidiyor. Sınavlara giriyor ve Pire Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü kazanıyor. Mezun olunca tekrar memleketine, Türkiye’ye dönüyor.
Ekonomi okumuş ama aklı fikri müzikte. 7-8 yaşlarından beri de kiliselerdeki ilahi korolarında muganni olarak şarkı söylüyor. Üniversite yıllarında ise bir müzik topluluğuna katılarak bütün Yunanistan’ı geziyor. Yunanistan dönüşü, akordeoncu Muammer Ketencoğlu ile tanışıyor, grubuna giriyor. Bu arada bir şirket kurup turizm ve ticarete başlasa da müzik, hep hayatının merkezinde oluyor. Ketencoğlu ile 1999’da İstanbul’da Babylon’da verdikleri bir konserde de büyük hikaye başlıyor...
"Aşağıda dans eden gruba bakıyordum. Birden gözlerim kamaştı. Önce sahne ışıklarından sandım. Oysa ışıklar yukarıdaydı. Bir kızdan yayılıyordu. İndim ve elinden tutup sahneye çıkardım. Biraz şaşkın ve mahcup, neye uğradığını anlayamadan benimle dans etmeye başladı. Nasıl güzel dans ediyordu! Kendimi kaybettim. Dans faslı bitince aşağı indi ve kalabalığın arasından mekánı terk etti. Şarkının, son dörtlüğünü okuyordum. Bitirdim, sahneden deli gibi inip Asmalımescit’e çıktım. Aradım, aradım ama bulamadım. Üzerimde sahne kıyafetleri vardı. Bir beyaz gömlek, bir kuşak ve bir siyah pantolon. Ararken o kadar uzağa gitmişim ki, kendimi Galata’da buldum. Ansızın bir yağmur başladı. Babylon’a vardığımda gömlek üzerime yapışmıştı. Sahneye tekrar çıkıp sırılsıklam son şarkıyı söyledim. Kendi kendime söyleniyordum. Nereden çıktı şimdi bu Külkedisi hikayesi..."
Stelyo’nun o akşam gözünü alan kızın adı Pelin Suer. 1978’de İzmit’te doğuyor. Saime Hanım’la Arif Bey’in en küçük çocuğu. Liseyi İzmit’te bitirip sınavlara giriyor, Stelyo’nun kapısından döndüğü İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’na giriyor. Pera Güzel Sanatlar’da da dans dersleri alıyor. Çeşitli topluluklarda hem dans edip hem şarkı söylüyor.
Babylon’daki o akşamın ardından iki yıl geçiyor. 2001’in Şubatı’nda bir gün Muammer Ketencoğlu, Stelyo’ya "Bir kız var rebetiko söylüyor. Bir yandan da Rumca öğreniyor. Ama aksanı biraz bozuk. Sen ona yardım eder misin?" diyor. Stelyo filoloji okuyan ablası Vula’nın yardım için daha uygun olacağını düşünüyor. Ama Ketencoğlu, "Bu kız müzisyen. Önce sen de bir tanı" diye ısrar ediyor.
O günlerde başı çok sıkışık olan Stelyo, oflayıp puflayarak buluşma saatinde Ketencoğlu’nun stüdyosuna geliyor. Kızı görünce ağzından sadece uzunca bir "Aaahhh" duyuluyor. Gelen kız, iki yıldır unutamadığı Pelin çıkıyor...
BİLGE İMAM İLEPATRİK’İN KARARI
Kısa sürede "Saga poli" diye seni seviyorum mesajları atacak kadar aşık oluyorlar birbirlerine. Aradan yıllar geçiyor. Sonunda evlenmeye karar veriyorlar. Ama Stelyo bir Hıristiyan, Pelin de Müslüman. Stelyo’nun üzerinde yaşadığı cemaatin baskısı var: "Bu ülkede zaten bin küsur kişi kaldık. Bir Rum kızıyla evlenmelisin!" Pelin için durum daha da zor.
Direniyorlar. Ve dört yılın sonunda herkesi ikna etmeyi başarıyorlar. Düğün gününe bir hafta kala Pelin’in ailesi, "İyi de geleneklerimiz var. İmam nikahı, kına gecesi gibi..." diyor. "Tamam" diyor Stelyo, ne gerekiyorsa yapalım. Fakat, tüm aramalara rağmen bu nikahı kıyacak bir imam bulunmuyor.
İmamlardan biri, "Çocuk sünnet olmuş mu" diye soruyor. Öteki, "Erkek Müslüman olsaydı da kız Hıristiyan kalmakta ısrar etseydi bu nikahı kıyardım" diye geri çekiliyor. Sonunda bilge bir din adamı buluyorlar. Son imam diyor ki, "Ne olacak, Fatih Sultan Mehmed’in annesi de Hıristiyan’dı. Hıristiyan doğdu, Hıristiyan öldü. Ama bir Fatih doğurdu." Ve imam nikahı kıyılıyor. Kına gecesi yapılıyor.
İş kalıyor kilise nikahına. Episkoposlar, papazlar toplanıp günlerce tartışıyor. Patrik Bartholomeos, bütün tartışmaları oturduğu yerden sessizce dinliyor. Ve nikaha birkaç gün kala, asasını üç kez yere vurup ruhbanları susturuyor. "Gönül ferman dinlemez" diyerek, sözü bağlıyor.
Kim bilir belki de bu kararı alırken Patrik, büyük şair Hacopulos’un o çok sevdiği şiirini hatırlıyor: "Hayat serin bir nefes, ipekten bir dalgadır / Rüzgar bildiği gibi, istediği gibi sürüklesin..."