Güncelleme Tarihi:
Bu aralar kimle konuşsam; bulunduğu ortamdan uzaklaşmak, uzaklara gitmek istiyor. Çok uzaklara… İnsanın içini kaplayan bu isteğin yanı sıra ‘Gitmek mi, kalmak mı’ ikilemi kurcalıyor akıllarını.
Mevsimin tam ortasındayız, sonbaharı yaşıyoruz diye mi nedir, hazanın simgelerinden biri olan hüzün baş gösterdiği için midir yoksa hayat şartlarının zorlamasından mı bilinmez ama gitmek isteği, gün geliyor karşımıza dikiliyor.
Çoğu zaman çıkmaza sokup, bazı soruları da beraberinde getirerek...
Siz hiç gitmek istediniz mi? Çok uzaklara ya da bilmediğiniz yerlere… Yollara ya da özlemini duyduğunuz yerlere emanet etmek istediniz mi kalbinizi ve kendinizi?
Büyük çoğunluğun içten bir ‘Evet’ diyerek cevap verdiğini tahmin edebiliyorum. Tahmin edebiliyorum çünkü kiminle konuşsam bu aralar ‘Her şeyi bırakıp başka bir yere gitme isteği’nden bahsediyor. Hayatından hoşnut olan yok. Hemen hemen herkes gitmek, uzaklaşmak istiyor bulunduğu ortamdan. Mutlu olan da mutsuz olan da…
Mutsuz olanın gitmek istemesini anlıyorum da mutlu olanın (gerçi insan mutlu, her şeyin yolunda olduğu bir ortamda olsa bile hiçbir zaman tatmin olmaz) gitmek istemesini anlamıyorum. Sanırım onlar da; mutluluğun, huzurun, rahatlığın, her şeyin yolunda olmasının yarattığı monotonluk nedeniyle…
Halbuki bu saydıklarıma ulaşmak için uğraşıp, didinmez mi insan, tüm hayatı boyunca? Sonra da her şeyi bırakıp gitmek ister. Alıp başını gidecek kadar cesur başlarken, bir sebebi olsun ya da olmasın yerinde kalıp, gözüpek savaşma kalıcılığına yenilir bu istek. Kalmanın huzuruyla gidememenin burukluğu boğuşur içinizde bu kez.
Gitmek isteğine rağmen bir türlü gidilemez. Belki alışkanlık, belki güvende olmanın verdiği huzur, hayatın yolunda olmasından kaynaklanan bu monotonluk ya da sıradanlığın doğurduğu alışkanlıklar gitmeye kolaylıkla engel olabilmekte.
Aslında o an kuş olup özgürce uçmak yerine kök salıyoruz bulunduğumuz ortama; kendimize ve hayatımıza ihanet ederek. O istek içimizde filiz vermişken her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmek aşksa eğer, kalmak da kendine ihanetidir insanın.
Her şeye rağmen alıp başını gidenler yok mudur? Vardır elbette ama çok azdır gidebilenlerin sayısı. Ne mutlu o gidebilenlere!
Gitmek için bir sebebiniz olmalı. Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç, farklı arayışlar, heyecanlar, dünyayı keşfetme isteği ya da kalp atışınızı hızlandıracak, size hayatta olduğunuzu hissetmenizi sağlayacak neden ya da nedenler olmalı bulunduğunuz yerden gitmeniz için.
Uğruna savaştığınız şeylerin sonu gelmiyorsa, sevilmediğinizi hissediyorsanız, çevrenizdekiler sizi anlamıyorsa, başarılarınız gözardı ediliyorsa, güvendiğiniz dağlara karlar yağıyorsa, hayat mücadelenizde önünüze hep engeller çıkıyorsa…
Ya da değer verdiğiniz insanlardan, çok değil, aynı değerin onda birini bile göremiyorsanız, aynadaki gülümsemenize inat gözlerinizdeki hüzün o gülümsemenizi alt ediyorsa, kalabalık bir ortamdayken bile yalnızlığı ta iliklerinizde hissediyorsanız…
Her şeye rağmen mutlu olmak için çırpınırken, içinizde bir şeyler kırılıyorsa gitmelisiniz tabii.
Hem de hemen, arkanıza bile bakmadan…
Gitmek değil aslında zor olan, yaşadıklarını geride bırakmaktır insana yürek ağrısı yaşatan, insanın yüreğini burkan. Gitmeyip kaldığı vakit de kendi kalbi olacaktır burkulan, belki de bir hayat boyu. Geceleri yastığına sarılarak ağlayıp sabah uyandığında yüzünde gülümsemeyle hayata devam ederek…
Sahte bir gülüş ve mutlulukla en başta kendini kandırarak günleri tamamlamak… Nereye kadar?
Öyle bir zaman gelir ki o sahte gülüş, beklenmedik bir anda çığ büyüklüğünde bir ağlamayla yer değiştirir. Biriktirdiğiniz gözyaşlarınızın gözlerinizden değil de kalbinizden taşıp, akarsular gibi coşup, önüne çıkan her şeyi silip süpürmesine ve bu arada anıları da kendinizle beraber içine alıp sürüklemesine tanık olursunuz. Buna tanık oluşunuz ve sonrasında, sular çekildiğinde ortaya çıkar, sahte gülüş ve mutlulukla bastırmaya çalıştığınız içinizdeki o gerçek kişi.
İyi de; bir hayat boyu çekilmez, yaşanmaz ki bu ıstırap.
Gereken yapılmazsa tozunu ne kadar yutmuş olursanız olun, bu sahne ummadığınız zamanlarda birçok kez yinelenir. Bu sahnelerin her tekrarlanışının sonrasında takılıp, yere düşersiniz. Avuçlarınız, dizleriniz, kalbiniz kanar yaşamınız boyunca, perdeyi kapatana kadar.
Sorarım size, hayat boyu çekilir mi bu?
Tabii ki hayır.
İşte o yapılacak olan tek şey ne?
Çok basit!
Gitmek!
Evet kolay bir eylem deÄŸil belki.
Önemli olan da zoru başarmak değil mi?
Gitme zamanı geldiğinde cesaretinizi toplayıp gidin!
Nereye olursa olsun…
Giderseniz belki yanar kül olursunuz. Daha sonra Zümrüd-ü Anka gibi kendi küllerinizden yeniden doğarsınız. Ama gitmezseniz sürüm sürüm sürünürsünüz.
Bilin ki sürünmek ölmekten beterdir.Â
Bu konuda ilk adımı da ben atıyorum.
Kimbilir belki cesaretlendiririm birçok kişiyi.
Ama gidiÅŸim nedensiz deÄŸil.
Gidiyorum, buluttan ayrılıp da düşen yağmurun kederiyle!
Zamanında sevdayı ince bir nakış gibi kalbime iÅŸleyen kiÅŸinin, bıraktığı buruk ve yarım kalmış anılarını sarıp yaralarıma; aÄŸaçların köklerini topraÄŸa saldığı gibi sevgimi ve aÅŸkımı çok sevdiÄŸim o kalbe bırakarak...        Â
Ya siz?