Güncelleme Tarihi:
Bir gün Can Yayınları’ndan bir mesaj geldi:
“Değiştik”. Neler oldu?
- Açıkçası Gezi olayları oldu ve ben şunu fark ettim: İşimizi çok iyi yapmama lüksümüz yok. Ve bunu yapmak için bizi bekleyen ve benim çözmekten korktuğum, çekindiğim problemler vardı. Veya nasıl çözeceğimi bilmediğim...
Neydi o problemler?
- Özellikle kapaklar. Editoryal heyecan. Bütünüyle tasarım politikası. Kitaba bakış, sunuluşu, logo, yazarlarla yayınevinin kurduğu ilişki. Bunlarda geri kaldığımızı düşünüyorum. Her birini tek tek çözmeye giriştik. Bu değişikliğin dışarıdan en çarpıcı görünen tarafı haliyle kapaklardaki değişiklikler olacak. Aslında hem görsel olarak çarpıcı hem de stratejik olarak da radikal bir değişiklik. Can Yayınları denince birçok insanın aklına beyaz kapaklar gelir. Artık yayınevinde Erdal Öz’ün kitapları dışında hiçbir kitap beyaz kapakla çıkmayacak. Yayınevinin yayımlamakta olduğu tüm yazarlara, -ki yüzlerce yazardan bahsediyoruz- kendilerine özgü ayrı kurumsal tasarımlar yapılıyor.
“Gezi bana bugüne kadar cesaret edemediğim bir değişimi yaptırdı” dediniz. Neden cesaret edemiyordunuz?
- Bilmiyordum nasıl yapacağımı açıkçası, hiçbir fikrim yoktu. Gezi olaylarında Türkiye’nin ateşinden ben de nasibimi aldım. Hepimizin ateşi çıktı o dönemde. Bu tür içten gelen duygularla birtakım değişimleri nasıl yapacağınızı görüyorsunuz. Gezi olmasaydı bu değişim olmazdı.
GÜVENDE DEĞİLİZ
Neden?
- Bu ülkede güvende olmadığımızı daha fazla hissettim. Resmi kanallardan haklarımızı savunmamızın ne kadar zor olduğunu gördük. Bu da kendi yaptığımız işi en iyi şekilde yaparak en güçlü pozisyonda olmamızı gerektiriyor. Güvende değiliz. Yarınımızın ne olacağı belli değil. Bu ülkedeki herkes işini çok iyi yapmak zorunda. Özellikle düşünce tarafında olan herkes. Önümüzdeki haftalarda çok ciddi bir düşünce dizisine giriyoruz.
Gezi ruhunu yakalamaktan mı söz ediyoruz?
- Hayır. Bende bir uyanma ve ateş yaratmış olması, Gezi’nin ruhunun parçası olarak bunu yürüttüğüm anlamına gelmiyor. Gezi’yi çok önemsiyorum ama bundan ibaret kalmamak lazım. Gezi dediğinizde, Gezi’deki günlerde kilitlenip kalma riskiniz var. Gezi geride kaldı. Daha yapacak çok işimiz var. Gezi’yi tekrar yaşamak ya da devam ettirmek gibi bir psikoloji doğru değil.
Son dönemde neden Can Yayınları’nda pek fazla düşünce kitabı görmüyorduk...
- Aslında düşünce kitapları yayınevinin çok parlak olduğu bir konuydu. Özellikle 80’lerde. Bunun sebebi de 12 Eylül darbesi ve darbeci yönetim zihniyetinin yayıncılığın üzerinde kurduğu baskıydı. Hatta Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabıyla babam Erdal Öz ve Yaşar Kemal DGM’de yargılanıp ceza aldıktan hemen sonra ‘Yine Düşünce Özgürlüğü Yine Türkiye’ kitabı çıkarılmıştı. Bu kitap-otorite ilişkisinde yayınevinin hep başkaldıran bir tavrı olmuştu. Kendimizi yine aynı pozisyonda bulduk. Üzerimizde bu yüksek otoritenin haksız baskısını hissediyoruz. Bu durumda yazarları, edebiyatı, düşünceyi olabildiğince ön plana çıkarmak gerekiyor. Ve bu kolay değil.
Babanızın 30 yıl boyunca yürüttüğü mücadelenin değişmeden size devrolması yıldırmıyor mu?
- Türkiye’de çok şey değişti. Olumlu da olumsuz da. Yalnız otorite-vatandaş ilişkisi hiç değişmedi. Bu yayınevini yönetirken akşam eve gidip ne oluyor bitiyor diye düşünüyorum; annemle, kardeşimle, babamı çok seven yazarlarla konuşuyorum. Benim şunu hissetme zorunluluğum var: Bu adamdan teslim aldığım mirası hakkıyla yönetmeliyim. Otoriteyle yakın ilişki kuramam. Bunu yaptığım anda yayınevinin varoluşuna aykırı davranmış olurum. Dolayısıyla şu an yaptığımız, Erdal Öz’ün ortaya koyduğu duruşun bir devamı.
Beyaz kapaklara veda
Değişen Can Yayınları’nın ilk kitapları hangileri?
İlk kitabımız Ayfer Tunç’tan Dünya Ağrısı. Kapakları değişenler de Hayvan Çiftliği, Yüzyıllık Yalnızlık, Dönüşüm, Siddhartha ve Şeker Portakalı. İlk düşünce kitaplarıysa Büşra Ersanlı’nın cezaevi anıları, Ümit Alan’ın medya eleştirileri ve Emine Uşaklıgil’in kente dair kitapları...
Bu değişim rüzgârı yeni yazarları da getirecek mi?
Yeni yazar transferleri yayınevinin gündeminde hep var ama edebiyat yayıncılığının politikasında pek değişiklik olmayacak. O büyük boyda çıkardığımız bestseller kitapların yayınından
vazgeçtik artık.
Bu, finansal bir kaynaktan da vazgeçmek değil mi?
Hayır, işimizi iyi yaptığımız sürece değil. Yayıncılık en iyi sürekli olarak okurdan talep gören edebiyat kitaplarından geçer. Bestseller saman alevi gibidir, sürdürülebilirlik konusunda çok risklidir.
Hayalinizde ‘yeni’ Can Yayınları’nda görmek istediğiniz yazarlar var mı?
Çok var ama söylersem transfer teklifine girer. Mesela içimin sızısı olan Salinger vardır. Bir de Orhan Pamuk’u İletişim’den transfer etmek için çok uğraştım. Beni seçmedi. Çok üzüldüm, çok uykusuz kaldım. Ne manevralar, ne numaralar yaptım. Hatta Orhan Abi’nin 1982’de babamı ziyarete geldiğinde imzaladığı Cevdet Bey ve Oğulları kopyasını bile hediye ettim, buna kesin dayanamaz diye… Olmadı.
Can Yayınları’nın Türkiye’nin yeni yazarlarıyla ilişkisi nasıl olacak?
- Daha iyi olacağını umuyorum. İletişim Yayınları’nda Levent Cantek var, Ankara’dan müthiş yazarlar yakalıyor. Onları kaçırdığımıza üzülüyorum. Keşke biz de yapabilsek.
Yayıncıların cesareti düşük edebiyatta sıkıntı var
68 ruhunun yansımalarında, 12 Mart’tan ya da 12 Eylül’den etkilenmiş edebiyat çok okuduk. Ama 2000’lerin etkisini taşıyan bir edebiyatın eksikliğini ben okur olarak hissediyorum. Siz yayıncı olarak nasıl görüyorsunuz?
- Yayıncıların, özellikle baskıdan korkmamaya başlamasının çok önemi var burada. 80’lerde Türkiye’nin en büyük yayıncıları tepkisel yazılar yayımlıyorlardı. Bugün baktığımızda, yazar çok meşhur değilse dikkat çekmeyen kitaplar oluveriyorlar. Yayıncıların öne çıkması. Bugünkü yayıncıların cesareti o yıllardakinden çok daha düşük. Bir yandan da edebiyatta bir üretim sıkıntısı var. Türkiye’nin bugünkü sıkıntılarının göbeğinden çıkan romanlarla karşılaşmıyoruz. Türkiye’nin entelektüelleri Gezi’den sonra dünya çapında bir meşruiyet kazandı. Bu özgüven daha sağlam eserler çıkaracak, eminim.
Sizin yönetiminiz süresince yayımlamakta sakınca gördüğünüz bir kitap oldu mu?
- Oldu: Şeytan Ayetleri. Bir de yabancı bir yazarımızın kitabında Türkiye’yle ilgili tarihi bilgilerin hemen hepsi yanlıştı. Biz de yayımlayamayacağımızı söyledik. Çok sert ırkçı bir metinle karşılaşsak da yayımlamayız. Baskıdan korktuğumuz için değil, yanlış bulduğumuz için.
Babam görse beğenirdi
Yayınevi içinde bu değişimi sizin kadar heyecanla karşıladılar mı? Anlatmanız kolay oldu mu?
- Olmadı tabii. Bir kere 33 yaşındayım. Bu yaştaki bir çocuğun haliyle fevri davranma olasılığı var ya da kararlarını yeterince tartmama olasılığı var. Bu gerçek. İşte değil ama hayatımda fevri davrandığım da olmuştur. Bu ölçekte bir değişikliği de daha önce yapmadığım için, acaba diyen bakışlarla karşılaştım. Zaman içinde, anlattıkça, tarttıkça destekçilerim arttı.
Dışarıdan nasıl karşılanacağını düşünüyorsunuz? Tebrik edeceklerin yanında babanızın mirasını yıktığınızı söyleyenler de olacaktır...
- Bunu yanlış bir karar olarak görenler olacak, şüphem yok. Özellikle Can Yayınları’nın beyaz kapaklarına çok samimi bir bağlılık var. Bu okurlara da “Ne haliniz varsa görün” diyecek halimiz yok. 2016’da, babamın ölümünün 10’uncu, yayınevinin 35’inci yılında Erdal Öz dizisini başlatacağım. O diziden birçok kitabın beyaz kapaklı edisyonları da olacak.
Çok başarılı, çok sevilen bir babanın oğlu olmak zordur. Bu değişimin ne kadarı “Ben de varım” demenin bir yolu?
- Babam şimdi gelse, şu kapıdan girse, bir baksa ne derdi? Benim için önemli olan bu. Bence “Çok iyi” derdi. Babamın beğeneceğini düşünmeseydim
yapmazdım zaten. Bir de yalnız ben yokum burada. Sırma Köksal gibi bir yayın yönetmeniyle, Utku Lomlu gibi bir tasarımcıyla çalışıyorum. Yoksa bu kararları almak kolay değil.