Geri dönülmez noktaya gelmeden...

Güncelleme Tarihi:

Geri dönülmez noktaya gelmeden...
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2005 15:09

2004 senesinde herşey ne güzel gitmişti, 17 Aralık’ta AB’den iyi kötü bir tarih alınmış, enflasyon ve dolar düşmüş, CHP kendi kendini bitirmişti. Peki 2005’te ne oldu da Başbakan önüne gelene çakmaya başladı? Bakın, 2005 senesinin şu ilk 2.5 ayında, bu konuda basından yaptığım alıntılara...

Bugün, öyle bir noktaya geldik ki, bir Fransız diplomat bana “Erdoğan iki ana muhalifine savaş açmış durumda, biri AB diğeri medya” diye bir tespitte bulunuyor.

Halbuki, dediğim gibi 2004 senesi Başbakan için pek bir keyifli geçmiş, Erdoğan kendini tamamen memleket meselelerine yoğunlaştırabilmişti. Mesela şöyle diyordu :

İKİ TAKLAK BİR OSURUK...

Recep T.Erdoğan, eski bir belediyeci olarak, İstanbul’un AKP’li ilçe belediye başkanlarına tavsiyede bulunmuş: “Bol bol yeşil alan yapın, vatandaş oralarda uzun uzun yuvarlansın ki elektriğini atsın!” (Milliyet, 29 Aralık)

Başbakan gerçekten halka yakın bir siyasetçi!

*

Derken, ne olduysa oldu, Başbakan medyayı ve hatta herkesi düşman olarak görmeye başladı. Belki de Emine Hanım’ın Rusya’da aldığı hediyelerin basında eleştirilmesiyle bitti balayı. Şöyle yazmışım o tarihte:

ÜSTLERİNE GİTMEYİN

Başbakan’ın, Türk halkının yüzünü kızartan otomobil isteme, uçak isteme rezaletinden sonra. (...) Başbakan benim gibi bir rahatsızlık yaşamamış demek ki, şanslıymış, eşi Emine Hanım da öyle. Moskova’da kendisine iş adamlarının hediye ettiği gerdanlığı, broşu, ipek halıyı büyük bir rahatlıkla çantasına attı. Eşi de gülümseyerek seyretti...

Önce Hürriyet tepki gösterdi, sonra diğer gazeteler, muhtemelen, hâlâ yapmadıysa, Emine Hanım ya iade edecek ya da tsunami mağdurlarına filan bağışlayacak. Ama tabii ki iş işten geçti, öyle bir tepki aldı ki, Fatih Altaylı bile ‘Olmadı Sayın Erdoğan’ diye yazdı, gerisini siz düşünün artık... (Gazeteler, 12-15 Ocak)

Ben bu kadar acımasız olunması taraftarı değilim, kimi Erdoğan takıntılı köşe yazarlarının yaptığı gibi ‘takke düştü kel göründü’ diye bu hadisenin üstüne atlanması, ‘Erdoğanlar’ın paraya olan zaafının bir ispatı’ gibi gösterilmesi... yanlış.

Bence, kötü niyet söz konusu değil, bilemediklerindendir...

*

Böyle yazmışım o tarihte. Ama Başbakan kızmıştı bir kere, ve maalesef, (çokça) konuşmak gibi bir huyu vardı:

HUYLU HUYUNDAN...

Bu arada, gerdanlık rezaletinde bile Kasımpaşalılığı elden bırakmadı Erdoğan. Yanlış yaptık, diyeceğine, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştı. “30-35-45 bin dolar dediler. Toplam perakende 10.600 küsur dolar. Resmi olarak aldırdığımız rakamlardır bunlar. Tabii onlar (GAZETECİLER) sabırlı hareket etmediler. Acele ettiler, attılar, tuttular... Bu rakamı vereceksiniz ha (!), biz de size armağanları teslim edeceğiz. Bunu da Başbakanlık hazinesine teslim edeceğiz. Samimiyseniz, dürüstseniz, bu kadar açık...” DB Tercüman, 15 Ocak

*

Başbakan hediye konusunda hatasını kabul edip işi yumuşatacağına, medyayla inatlaşmayı, ipleri germeyi tercih etmişti.

İMAJ BÜTÜNLÜĞÜ

Çarşambalılar, Kasımpaşalı Başbakanımıza bir çift “yumurta topuk” (herhalde burnu da sivridir) iskarpin hediye etmişler. 43 numara ayağına olmamış ama, Başbakan hediyeyi yine de almış (!), Samsun’a gelince ayağıma göre bir tane daha isterim demiş. (Hürriyet, 16 Ocak)

İmajı tamamlamak için bir siyah yelekle bir 33’lük tespih kaldı! J

*

Ardından, Kurban vahşeti haberlerine içerledi. Hediye meselesinin üzerine bir de kurban haberleri geldi...

KÜLTÜR KÜLTÜR...

Kaçamasın diye bacağı kesilen boğalar, ağaçlara asılı kanlı karkaslar, sokaklardan akan kan nehirleri... Bu ilkelliğe, bu vahşete basında çıkan tepkilere Başbakan kızdı (kendisi Kasımpaşalı refleksiyle önce tepki sonra hak verir...) ve dedi ki, “Bunları yazarken Müslümanların değer yargılarıyla oynamamak lazım. Bu bir kültürdür!” (Milliyet, 24 Ocak)

KÜLTÜR! Hayvan boğazlama, kan akıtma, sokakta dana kovalama, koca boğanın arka bacaklarını kesme KÜLTÜRÜ...

Çok KÜLTÜRLÜ bir milletiz, elhamdüllillah!

*

Derken, ok yaydan çıkmıştı artık, Erdoğan gelene gidene, medyaya, muhalefete, memura... çakmaya başlamıştı:

KASIMPAŞALI BİR BÜTÜNDÜR

CHP Hükümet’i “Kendi atadıkları adamlar yolsuzluktan yargılanıyor” diye eleştirince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sert çıkmış:

- Muhafelet ilk günden beri adımızı lekeleme gayreti içinde, çünkü kendi geçmişleri, tarihleri lekeli. (CHP’den bahsediyor!)

- Geçmişleri lekeli olmasaydı, bu millet onları çoktan iktidara getirirdi.

- Kendi atadığımız adam yolsuzluk yapıyorsa kafasını kopartırız.

- Ama medya yazdı diye kimseyi (görevden) almayız. Varsa belge getirin, biz arkasını kovalarız.

- (Bazı medya kuruluşları) Özel işleri için gelip bizimle görüşmeyi biliyorlar ama...

Vatan “En sert sözler” diye manşet yapmış.

Ertesi gün de Posta ‘Memur kızacak’ diye Başbakan’ın şu sözlerini eleştiriyor:

- Günümüzde herkes özel sektör yerine kamuyu tercih ediyor. (Kimileri de hem Ülker Bayii hem Başbakan olup ikisinin nimetlerini birlikte yiyor!) Bunun sebebi yan gelip yatmak. Makarna yemeyen, iş beğenmeyenler illaki memur olmak istiyor... (Vatan, 19 Şubat - Posta, 20 Şubat)

Eee, düne kadar Kasımpaşalı diye alkış tutuyordunuz, Kasımpaşalı üslubunun böyle “yan etkileri” de vardır, işler biraz kötü gitsin, daha neler görecek, neler duyacaksınız...

*

Şubat’ın sonlarına gelindiğinde, artık iş, geri dönülmez noktaya gelmişti. Ben de şöyle bir iddiada bulunmaya cesaret etmiştim:

ERDOĞAN’IN VE AKP’NİN KIRILMA NOKTASI

Başbakan’ın son zamandaki sertleşmesine, medyayla sık sık çatışmaya girmesine, medyadan (en yalakalar da dahil) giderek artan dozda eleştiri almasına bakıyorum da... AKP Hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan ‘kırılma noktası’na ulaştı galiba. Cicim ayları bitti...

*

Ama konuşmayı sürdürdü Erdoğan, bu kez de doktorlara, okumuşlara yüklendi:

BIRAKIN ŞİİR SÖYLESİN

Başbakan “Ben doktora iğne yaptırmam ama hemşireye yaptırırım çünkü hemşirenin pratiği yoğun. Bir yoklar damarı bulur ama doktor bulamaz, icabında felç de edebilir” dedi.

Ekledi, sadece okumak yetmiyor “Benim okulda nice bir numaralı arkadaşlarım şu anda sefilleri oynuyor. (!) Karneleri baştan sona on ama hayata gelince çok başarısız oluyorlar.” (Hürriyet, 25 Şubat)

Biliyor musunuz, düşündüm de... Başbakan illa konuşacaksa, bari bırakın şiir okusun eskisi gibi!

*

Bitmedi, AKP’den istifa edenlere de hakarete varan sözlerle yüklendi, CHP’den seçilmiş iki milletvekilinin partisine geçtiğini, geçtikten iki gün sonra da Botaş’tan ihale kazandığını (!) unutmuştu demek ki:

(AKP’den ayrılan Erkan Mumcu ve arkadaşları) "Çuvaldaki çürükler gitti.. Bunların hepsi çuvalın içindeki çürükler.. Bunları ona sayın.." (Vatan, 14 Mart)

*

O HORTUMUN UCU ŞİMDİ NEREDE DERSİNİZ?

Başbakan medya düşmanlığında artık kendini bile aşıyor: “Kesilen hortumları yeniden çalışmadığı için çılgına dönüyorlar, tekzipleri yayımlamıyorlar.” (Birgün, 14 Mart)

Hortumları kestikleri doğrudur, ama ucunu ‘kimin cebine’ bağladıkları çok yakında ortaya çıkacaktır!

*

Derken Başbakan hızını alamadı, diplomatik ilişkilerde de Kasımpaşa üslubuna rücu etti:

Rauf Denktaş ‘AKP ile ters düştüğü için’ siyaseti bıraktığını açıklayınca, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan cevap verdi:

- Torunları Güney Kıbrıs’ta pasaport alıp Rumlarla geziyor! (Hürriyet, 24 Mart)

*

Son olarak da, baş destekçilerinden iş dünyasını karşısına aldı, TÜSİAD Hükümet’e bazı eleştirilerde bulununca, Başbakan, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı’yı kastederek kürsüden cevap verdi:

- Amcasını vuran katiller orada (Brüksel) duruyor, ama hâlâ onların istediği şekilde demeç veriyor. (Gazeteler, 24 Mart)

*

Başbakan ‘Birileri düğmeye bastı’ diye düşünüyor. ABD yönetimi, AB, medya, memurlar, iş dünyası, muhalefet partileri, doktorlar, Denktaş... herkes birlik olmuş, Erdoğan’ı ve AKP’yi yıpratmaya karar vermiş...

Bu sağlıklı bir düşünce değil, böyle bir baskı altında karar vermek kolay değil.

Erdoğan yorgun belli ki...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!