Güncelleme Tarihi:
Begüm Hanım, galayı Bursa’da yaptınız. İlgi de çok iyiymiş duyduğum kadarıyla…
- Evet, ben Bursa’da oynamaktan ötürü mutluyum açıkçası. Çok bilinçli bir seyirciye oynuyoruz. Facebook’tan, Twitter’dan gelen mesajlar o kadar güzel ki! Hatta geçen gün çok duygulandım.
Joy karakterini daha önce Lale Mansur canlandırmıştı. Siz izleyebilmiş miydiniz o zaman oyunu?
- Ben maalesef ne Lale Hanım döneminde izleyebilmiştim ne de kitabı okuyabilmiştim. Kubilay benim çok uzun zamandır tanıdığım, sevdiğim bir arkadaşım. Oyunu yeniden sahneye koyacaklarını söylediğinde çok heyecanlandım. Bana teklif geldiğinde heyecanım daha da arttı. Kader birliği yapıp oyuna başladık. Ama gerçekten zor, performans gerektiren bir oyun. O yüzden Lale Hanım’ın performansına çok saygı duyuyorum. Kendisi bu oyunu Edinburgh’de İngilizce oynamış. Londra’da bu oyunu oynamak yürek ister.
Lale Hanım ile kıyaslanıp eleştirilmekten korkmadınız mı?
- Çok korktum. Bunu da Kubilay’la açık açık konuştum. O da “inanmadığım hiçbir şeyin altına bugüne kadar imzamı atmadım. Benim yazıp oynadığım bir oyun, kendimi riske atmam öncelikle” diyerek cesaret verdi. İkinci okumamızda da yanaklarımdan öpüp “Biz buradan yürürüz” dedi.
BUNU SOĞUK BİLİRDİK
NE TATLI BİR ŞEYMİŞ
Daha önce hep dizi oyunculuğu yaptınız. Tiyatroya “Olağan Mucizeler”le başlamanızın özel bir nedeni var mı?
- Daha önce de pek çok tiyatro teklifi geldi ama hep fiziksel özellikleri ön planda olan ve popülist karakterler teklif edildi. Benim içime sinmedi hiçbiri.
Siz çoğunlukla soğuk karakterleri canlandırıyorsunuz. Peki Joy nasıl biri?
- Joy’a şu ana kadar canlandırdığım soğuk, snob, burjuva karakterlerden bağımsız. Çok içten, enerjisi yüksek ve sıcakkanlı. Seyirci bunun da şaşkınlığını yaşıyor. “Bu kızı soğuk biliyorduk, ne tatlı bir şeymiş” diyorlar.
“Olağan Mucizeler” sizin ilk tiyatro deneyiminiz oldu. Nasıl bir şeymiş sahne tozu yutmak?
- Tiyatro sahnesinden çok keyif aldım çünkü enerjimi birebir gösterebildiğim bir alan. İçimdeki sonsuz enerjiyi orada 400 kişi önünde paylaşmak çok keyifli.
AĞLA HADİ ANNEN
ÖLDÜ, ÇEKİYORUZ!
Dizilerde ya da sinemada olmadı mı baştan çekme şansınız var. Tiyatro ise böyle bir şans tanımıyor. Bu durum sizi korkutmadı mı?
- Ben dizi, sinema ve tiyatro oyuncusu diye bir ayrım yapmayı hiç anlamıyorum. Oyunculuk yapıyor, orada bir karaktere bürünüyorsunuz üç alanda da. Televizyonda da yapılan şey çok farklı değil. Aslında bana göre televizyon çok daha zor. Çünkü televizyonda iki dakikada “Ağla hadi, annen öldü çekiyoruz” diyorlar. Tiyatroda yüzde yüz konsantre oluyorsun rolüne, bir prova süreci oluyor. Tabii tiyatro da zor, asla kolay değil. Ben ilk oyunda “Yapamayacağım, çıkamayacağım” dedim. Kubilay bana çok destek oldu. Hâlâ her oyunda heyecanlanıyorum.
Oyun esnasında ilginç bir olay yaşadınız mı?
- Oyunun başında bir tiradım var. Oyun başlıyor, ışık yanıyor ve ben anlatmaya başlıyorum. Ama bir keresinde bir izleyici “Safiye değil mi bu ya ‘Kurtlar Vadisi’ndeki, ölmedi mi bu kız?” dedi. Komik bir andı.
Joy, âşık bir kadın. Bunun dışında nasıl bir karakter?
- Saturno, bir illüzyonist. Joy, izlemeye gittiğinde ondan çok etkileniyor. Gösterinin ardından kulise girip tanışıyor. Bu etkileşimin ardından muhteşem bir aşk hikâyesi başlıyor. Bu oyunda aşkın iki yüzünü de görüyor izleyici. Joy, hayattan keyif alan, iyi eğitimli, maddi durumu iyi, hırslı, maceracı, aşk peşinde koşan bir kadın. Oyunun sonu da biraz sürprizli.
ERDİL’İ DÜŞÜNEREK
“SENİ SEVİYORUM” DİYORUM
Siz gördüğümüz kadarıyla eşiniz Erdil Yaşaroğlu’na sırılsıklam âşıksınız. Gerçek hayatta âşık olmak, âşık bir karakteri canlandırırken avantaj sağlıyor mu?
- Evet, Erdil’e aşığım. Benim oyunda “Seni Seviyorum” dediğim bir sahne var Saturno’ya. Kubilay da hep “O sahnede Erdil’i hayal et, o zaman çok güzel söylüyorsun” diyor.
Erdil Bey nasıl buldu sizi tiyatro sahnesinde?
- Erdil, beni baştan beri çok yüreklendirdi. Bu tekst bana ilk teklif edildiğinde Erdil’e açık açık şunu söyledim: “Ben utangaç bir kızım, herkes beni cabbar sanıyor ama yapabilir miyim bilmiyorum.” O da bana “Ben sana sonsuz inanıyorum ve güveniyorum, bugüne kadar neyi başaramadın ki?” dedi. Bu söz beni çok yüreklendirdi. İlk provamızı da gelip izledi, oyunun sonrasında kulise gelip alnımdan öptü. “Karım olduğunu unuttum, ağlamaya başladım” dedi.
İzleyici bu oyunda aşk dışında ne görecek?
- Bir illüzyonistin canlı şovuna tanık olacaklar. Bunun ötesinde bu şovların içyüzünü de gözlemleyebilecekler. Hayatta her şey çok iyi değildir ya, onu da görecekler. Gelsinler çünkü illüzyon herkesin ilgisini çeken bir şey ya, biz oyunda gerçek sihir hayattırı anlatıyoruz. Hayatın aslında ne kadar sihirli ve mucizevî olduğunu anlatıyoruz.
Kubilay Bey, bu oyunu yazarken, aşkın, yaşamın, nefes almanın sıradanlığını düşünmüşsünüz. Çevrenizde yaşanan bir olay mı neden oldu “Olağan Mucizeler”i yazmanıza?
- Hayır, birebir yaşadığım bir şey değil; hayat hakkındaki genel fikrim bu. Hayatta olmanın zaten bir mucize olduğunu söylüyorum ben. Nefes almak mucize ama aşık olmak en büyük mucize. Bu mucizelerin de günlük hayatta önemini unutuyoruz. Ancak kaybettiğimiz zaman anlıyor kıymetini. Ben de bu tema üzerinde yazmıştım oyunu.
Sizin için tüm bu saydıklarınızı mucizevî kılan nedir?
- Bunlar evrensel dramanın temel konularıdır aslında. Bütün oyun yazarları bu temalar üzerinde çeşitlemeler yapar. Çok sevdiğiniz biri ölünce veya çok aşık olduğunuz biri sizi terk edince, onlarla yaşadığınız şeyin ne kadar özel ve olağanüstü olduğunu anlarsınız. Oysa onları kaybetmeden anlarsanız bunu, yaşadıklarınıza özel bir anlam katabilirsiniz. Benim yazar olarak derdim buydu.
Canlandırdığınız Saturno, kendi halinde, içine kapanık, ama Joy’a âşık olunca tamamen değişen bir karakter. Bunun dışında nasıl biri Saturno?
- Birçok insan gibi kendi işini yaparken yetkin, cazip ve keskin bir adam. Ama o çerçevenin dışına çıktığında hayat repertuvarı sınırlı. Hayat hakkında haklı endişeleri olan bir insan. İşlerimizi yaparken büründüğümüz kimliklerden sıyrılınca gerçek kişiliğimiz ortaya çıkar ya, Saturno’da bunu göstermeye çalışıyorum.
BEGUM ASLANLAR
GİBİ OYNUYOR
Olağan Mucizeler’i hem yazdınız, hem yönettiniz hem de oynuyorsunuz. Hepsini neden siz yapıyorsunuz? Saturno’yu başka birisine oynatmayı düşünmediniz mi?
- Bu işler kısmet işi. Biz bunu 2002’de Lale Mansur’la yaptık. O zaman Ahmet Mümtaz Taylan yönetti. Benim şimdiki yönetmenliğim aslında onun ilk rejisinin bir adaptasyonu. Tam sıfırdan bir reji değil, o yüzden işim kolaydı. Başka oyuncu da oynardı ama benim canım oynamak istiyordu.
Begüm Hanım’ı seçerken endişeniz oldu mu? Sonuçta bir tiyatro deneyimi yoktu öncesinde...
- Begüm zaten kaç senedir tanıdığım ve çok sevdiğim bir arkadaşım. Sadece bu değil, aynı zamanda çok çalışkan ve kabiliyetli bir oyuncu. Begüm’ün altından kalkamayacağı bir şey olsa teklif etmezdim. O da aslanlar gibi çalıştı, aslanlar gibi de oynuyor.
Siz bu oyunla bir de Afife Ödülü aldınız.
- Ayıptır söylemesi aldık. 2005’di sanırım. “En iyi oyun yazarı” dalında aldım. Hayatımda aldığım en özel ve önemli ödüldür.
SEYİRCİYİ RÜYA GİBİ
BİR YOLCULUK BEKLİYOR
Sizin bir de Merlin ödülünüz var ve oyunda da sihirbazı canlandırıyorsunuz.
- Merlin, bir onur ödülüdür. Uluslararası Sihirbazlar Derneği, 2009 yılında bana “Yılın en iyi kabare sihirbazı” ödülünü verdir. Sihirbazlık Oscar’ı gibi bir şey. Ben severim sihirbazlığı. Bu oyunda da var zaten.
Oyuncu “Olağan Mucizeler”e geldiği zaman bir sihirbaz izleyecek, bir aşk hikâyesi görecek. Ya bunların dışında?
- Rüya gibi bir yolculuk bekliyor seyirciyi. Orada büyülü bir atmosfer var, her şeyden önce onu görecekler. Sağlam bir aşk hikâyesi ve hayat hakkında da hakiki, namuslu sorularla karşılaşacaklar.