Güncelleme Tarihi:
SANATÇI BİR AİLEDE BÜYÜDÜM
İş anlamında şanslıyım. Oyuncu bir anne-babanın çocuğu olarak mesleğin mutfağında doğdum ve çok erken yaşlarda mesleğin gerektirdiği hüneri edindim. Memur çocuğu olduğum için maddi açıdan refah içinde değildik ama soframızda ressamlar, müzisyenler, yazarlar, sanatçılar olurdu hep. Sohbetler hep zengin ve derindi, bu sebeple çok genç yaşta Shakespeare’i, Yunus Emre’yi, Yahya Kemal’i öğrendim.
İNANDIĞIM BİLİNMEZİ SEÇTİM
Kızılderililerin çok sevdiğim bir sözü var: “Gözünle değil, yüreğinle hüküm ver.” Üç yıl önce Türkiye’de bir oyuncu olarak yaşamımı sürdürmek için televizyon dizilerinde oyunculuk yapmam gerektiğini düşünüyordum. Setten sete koştururken sinema ve tiyatroya dair hayallerimi bu uğurda ertelediğimi fark ettim ve ani kararla önce bir sosyal sorumluluk projesi için Berlin’e, ardından New York’tan gelen teklif üzerine Broadway’e müzikal yapmaya gittim. Sonra Los Angeles’ta ‘Edgemar Center of the Arts’ tiyatrosunun teklifiyle Los Angeles’ın yolunu tuttum. Kısacası her hafta nefsimi maddi anlamda sınayan dizi teklifleri alırken garanti kazancı değil yüreğimle inandığım bilinmezi seçtim.
CATE BLANCHETT DA SİNEMA ELÇİSİ
Yurtdışındaki ilk sinema deneyimim İtalyan yönetmen Don Gianelli’nin ‘Cyber Surfer’ adlı kısa filmiydi. Ardından Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve devlet tiyatrolarının görevlendirilmesi üzerine Bulgaristan Devlet Tiyatrosu’nda Carmen rolünü oynamak için bir yıla yakın turnedeydim. Ukrayna’daki Türk Film Festivali’ni sundum. New York’ta rahmetli babamla ABD’deki ilk resmi Türk tiyatrosunun kurulmasını sağlayıp ‘Kanlı Nigar’ı Broadway’de oynadık. İki yıl sonra ‘Keşanlı Ali Destanı’ müzikalinde Zilha rolüyle sahneye çıktım. Ödüllü bir oyuncu olmam, yabancı dildeki yeterliliğim, akademik kariyerim, Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ın dikkatini çekmiş. Hollywood’da bakanlığımıza danışmanlık yapmam için temsilen altı aylık bir süre için görevlendirdiler beni. Şu anda görevim ‘sinema elçiliği’. Tıpkı İskoçya’dan Gerard Butler, Avustralya’dan Cate Blanchett’in ülkelerini temsil ettiği gibi. Türk-ABD ortak yapım projeleri Los Angeles’taki kültür ve turizm müşavirliğimize geliyor. UCLA ve USC’nin film okullarıyla görüştüm. Türkiye’de eğitim seminerleri düzenlenmesi konusunda sözlü bir protokol yaptık.
ADIMIN TINISINI SEVİYORLAR
Fadik ismini babam yazdığı bir radyo oyunundan esinlenip koymuş. Dolayısıyla daha doğmadan bir sahne adım olmuş. Fadik ismini çok seviyorum. Amerikalilar da kolay telaffuz ediyor. Tınısını da seviyorlar. Oyuncu olmasaydım buz pateni şampiyonu, parfüm üreten bir kimyacı veya sirkte trapezci olmak isterdim.
AŞKIN HÜKÜMDARI YOK
Aşk üzerine ne söylense eksik kalır. Üstelik her aşk kendi tarafları için ayrı bir anlam taşır. Lakin edebiyatta sonu mutlu biten hiçbir aşkın yazılmamış olması beni şaşırtıyor. Aşkın her şeyden bağımsız, başına buyruk bir gezegen olduğuna inanıyorum. Hükümdarı yok. Tercümanı bile herkese göre bambaşka çeviriler yapıyor. “Hayatım ben yazdıkça gerçeğe dönüşen güzel bir masal” der bir kadın yazar. Aşkı yaşamaktan öte şu an yazmanın peşindeyim. Kim bilir belki yazdıkça gerçeğe dönüşür, bu yüzden mutlaka sonu mutlu olmalı. Audrey Hepburn’un güzellik üzerine bir sözü var: “Saçlarınızın parlaması için en pahalı şampuanı kullanmaya ihtiyacınız yok. Her gün bir çocuğun saçınıza dokunmasına izin verin yeter.” Gözlerin güzelliği içinse sevgiyle yumuşamış kalbe ihtiyaç var. İnsanın içi neyse dışı da o. En büyük güzellik içini ve dışını dengeleyebilmiş kişilerde.
BABAMIN HİKÂYELERİYLE YAŞIYORUM
Babam Sönmez Atasoy’la ilgili konuşmak çok zor. Onun içime ektiği hikâyelerle yaşıyorum. Vefatından önce bu göreve getirildiğimi öğrenip büyük mutluluk duymuştu. ABD’ye ilk yolculuğumu da babamla yapmıştım. 11 saatlik yolculuk boyunca birlikte hayaller kurmuştuk. Onun en büyük arzusu Türkiye’yi dünyaya hak ettiği biçimde anlatmamdı. “Ne olursan ol hep kendin ol” derdi. Ben de Atasoy soyadının ve hayallerinin mirasını yüreğimde kıymetli bir mücevher gibi taşıyorum.
BURADA HERKES GÖBEKLİTEPE’Yİ KONUŞUYOR
Türkiye’nin ABD’deki imaji Avrupa’dan farkılı. İstanbul ve özellikle Göbeklitepe başta olmak üzere Türkiye çok gözde bir ülke. Gerard Butler’a geçen gün Santa Monica’da rastladım. Ona bir tespih hediye etmiştim, hâlâ o tespihi çektiğini ve bir gün Türkiye’ye gitmek istediğini söyledi.