Güncelleme Tarihi:
İnsan ünlü olduğunu nasıl anlar? Bir anda mı? Zamanla mı? Herkesin hikayesi farklıdır herhalde. Beyaz, kendi hikayesini çok net hatırlıyor: ‘‘Number One TV'de televizyon programı yapıyordum. O aralar tanınmaya başlamışım. Ama haberim yok, çünkü Halkalı'da oturuyorum, çok fazla gezip tozmuyorum. Tropicana diye bir yer vardı. Oranın işletmecisi benim programımı çok seviyormuş. Kaydedip barda kocaman ekranda gösteriyormuş. Bir akşam dört arkadaş gittik, ama damsız almadıkları için içeri giremedik. Daha sonraları Ankara'da bir konserde sunuculuk yaptım. Ben çıkıyorum alkışlıyorlar, sanatçı çıkınca yuhalıyorlar. Üç şarkı söyleyecek olan adam, tek şarkı söyleyip inmek zorunda kalıyor. O zaman çok mahcup oldum, ama ünlü olduğumu da anladım.’’ Damsız ve ünsüz olduğu için bar kapılarından çevrilen genç, şimdi televizyonun, şovların yıldızı, genç kızların Beyaz adlı Prensi.
Prens Bolu’da doğuyor. Vakti zamanında İsmet İnönü'nün, Adnan Menderes'in koruma polisliğini yapan Ali Rıza Bey ile dikiş-nakış öğretmeni Nurten Hanım'ın ikinci çocuğu. Çocukluğu kendinden sekiz yaş büyük ağabeyi Korkut'un eskilerini giyerek, onun dinlediği müzikleri dinleyerek geçiyor. Bir de abi-ablası olanların çok iyi bilecekleri gibi, arkadaşlarıyla birlikte odaya kapanıp saatlerce çıkmayan abisinin neler yaptığını merak ederek. Aslında neşeli bir çocuk, ama babasının hastalığı neşesinin üzerinde hep biraz gölge. Ali Rıza Bey, 1978 yılından, vefat ettiği 1994'e kadar felçli olarak evde yatıyor. Baba hem var, hem yok gibi. Hastalığı kanıksasa da babanın ölümüyle sarsılıyor: ‘‘Çok yakın üç arkadaştık, üçümüzün babası üç ay aralıkla öldü. Biz acayip bunalıma girdik. Hepimizde obsesyonlar başladı. Ben terlikleri yanyana koyuyordum mesela. Sonra bir doktor ağabeyimize anlattık. Meğer o bizden betermiş, neyse dedik o kadar da anormal değiliz.’’
Baba öldüğünde Beyaz Eskişehir'de Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Seramik Bölümü öğrencisi. Şehir değiştirirsem belki rahatlarım diye düşünüp İstanbul'a geliyor. Radyo, televizyon, stand up şovlar vs. vs. Bir de bakıyor ki, hayatı baştan aşağı değişmiş.
ÇOK YORGUNUM
Beyaz'ı zaman zaman mutsuz görürseniz, nedeni yorgunluğudur. Az uyuyor, çok çalışıyor. Mutlu olabilmek için alışveriş yapan doyumsuz insanlara benzetiyor kendini: ‘‘Bilgisayar aldım, artık onunla uğraşırım diyorum. Bir köpek alacağım, beni sakinleştirir diye düşünüyorum. Böyle bir arayış içindeyim. İş bu hale geldi.’’ Ünden başkaca bir şikayeti yok. Ünün yaptırım gücünü seviyor, insanların ilgisinden bunalmıyor, ‘‘tam tersine, eğer ilgilenmezlerse bunalıma girerim’’ diyor. Kızlar da onu bunalıma sokmamak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Nurten Hanım anlatıyor: ‘‘Bir kız vardı, bir kaç kere telefonda konuşmuşuz, ben hatırlamıyorum. İstanbul dışından gelmiş, sora sora bizim evi bulmuş. Evde olmadığımıza inanmamış, gece kapıcıda kalmış. Ben olsam kabul etmezdim tabii, kapıcıya da çok kızdım. Bir de telefon açıp beni gezdirmek isteyenler oluyor.’’ Kızlar onun peşinde, o hayatının kadınının: ‘‘Hayatımın kadınını bulamamaktan çok korkuyorum. Benimle beraber olmak isteyen kadınlar, senin için herşeye katlanırım diyorlar. Ama öyle olmuyor. Üçüncü günün sonunda su koyuveriyorlar. Güzel, entellektüel, beni güldürebilen bir kadınle beraber olmayı acayip istiyorum. Çünkü çok doldum, paylaşmak istediğim bir sürü şey var.’’
Yine de şimdilerde yaşadığı hercai hayattan şikayetçi değil. ‘‘Herşeyiniz var, ama sevdiğiniz biri yok, ne kötü’’ deyince, programındaki gibi serin serin gülüp ‘‘yoo, o kadar da kötü değil’’ demesinden anlaşılıyor. Programına çıkan herkesle aşk yaşadığı söylense de, o hala kendine sakladığı sırları olduğu konusunda iddialı: ‘‘Yiyip bitirilmeyen çok yanım var aslında. Annemle aramızda bir sürü sır var. Onlar sayesinde ayakta duruyorum belki de. Onları düşünüp mutlu oluyorum.’’
EVYEŞE YOLLAYI DAY!
Nurten Hanım oğlunun evlenmesini istediğini söylüyor. Ama Beyaz'a göre bu çok doğru değil: ‘‘Açık açık söylemiyor, ama aslında paraları birlikte yiyelim istiyor. Öyle paraya düşkün olduğundan filan değil. Annem, geçmişteki parasız günlerden kalma bir alışkanlıkla hala şampuan şişelerine ucuz elmalı şampuan dolduruyor.’’
‘‘R’’ konusunu açmayı hiç mi hiç düşünmüyordum. R'leri söyleyememesi ile ilgili tek bir soru bile sormadım. Hatta laf arasında bu konu geçtiğinde hiç duymamış gibi yaptım. Ama ne oldu? Sakınan göze çöp battı. Annesi Nurten Hanım, çocukluğunda Beyaz'ın türkülere ne kadar meraklı olduğunu anlatıyordu: ‘‘Banyoya girer, evyeşe yollayı day, bana bakma benim yayim vay diye şarkı söylerdi.’’ Ben de dedim ki, ‘‘daha r'leri söyleyemeden şarkı söylemeye başlamış demek. Beyaz yine serin serin güldü. Kahkahanın içinde ‘‘r’’ harfi yoktu, ama hepimiz biliyoruz ki, o r'leri hala söyleyemiyov! Nasıl söyleyemediğini, bu ay çıkacak türkü kasetinde bir kez daha göreceğiz.
Ona Beyazıt deyin!
İsterseniz Beyaz da diyebilirsiniz, ama en yakınları ona Beyazıt diyor, haberiniz olsun. Annesi Nurten Hanım da bir ara rüzgara kapılıp Beyaz demeye kalkmış, becerememiş. Tabii Beyazıt demekle de iş bitmiyor. Bakınız, aldığı hayran mektupları: ‘‘Merhaba Beyazıt, dikkat edersen sana Beyaz demiyorum. Çünkü ben Beyaz'la değil, Beyazıt'la ilgileniyorum...’’ Kısa zamanda o kadar çok hayran tipiyle karşılaşmış ki, artık bu numaraları yutmuyor. Kaleyi içten fethetmeye çalışanlara karşı da efsunlu: ‘‘Diyelim eve geliyorlar, kapıyı ben açıyorum. Karşımdaki genç kız, en ciddi yüz ifadesini takınıp azarlar gibi bir sesle, ‘Nurten Teyze evde mi? Ben ona gelmiştim' diyor.’’ Annesini arayıp gezdirmek isteyenlerin ve geceyi kapıcıda geçirenlerin hikayeleri yazıda...