Faruk ZABCI
Oluşturulma Tarihi: Kasım 19, 2006 00:00
İngiliz donanmasından 1961’de emekli olan ve 1988’de ölen Amiral Sir Dymock Watson’ın günlüğü, Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutuyor. Watson’ın 18 yaşındayken İstanbul’da tuttuğu 250 sayfalık günlük ve çektiği 23 siyah-beyaz fotoğraf, oğlu Robin Watson tarafından babasının ölümünden sonra bulundu.
Eğer Robin Watson, bugün Galler’de bir dil okulu işletmiyor olsa, bu belgelerden haberimiz olmayacaktı. Eczacı Birsen Sözen, okulda geçirdiği 10 günde bu belgelerden haberdar oldu, Emin Çölaşan’a bir mektup yazdı. Biz de Galler’e giderek Robin Watson ile görüştük, fotoğrafları ve günlüğü inceledik. Watson’ın İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetlerinin bir parçası olan HMS Marlborough gemisindeyken tuttuğu günlükte, eliyle çizdiği haritalar, torpido şemaları da yer alıyor. Günlüğün ilk sayfasında fiyatı yazılı: 6 şilin 6 pens. Bu, o dönem için bir çiftçinin bir aylık gelirine eşit. King’s College’a bağlı Liddell Hart Askeri Arşivler Merkezi, Amiral Watson’ın özel belgelerinin ailesinin elinde olduğunu kaydediyor. Ancak günlük yayınlanmış değil.
Robert Dymock Watson, 14 yaşında, I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1918 yılında İngiliz donanmasına girmişti. 1 Eylül 1922’de HMS Marlborough gemisine bir midshipman (deniz subayı adayı, asteğmen) olarak atandı. Marlborough gemisi, 12 Temmuz 1922’de, Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli günlerinde, İngiliz işgal kuvvetlerine katılarak İstanbul’a gelmişti.
Genç subay adayı, kocaman bir deftere her şeyi yazıyor, haritalar çiziyor ve Leica makinesiyle durmadan fotoğraf çekiyordu. Aksi halde çıldırabilirdi, çünkü İngiliz denizcilerin yapacak işleri yoktu. Meşhur Orient Express’le İngiltere’den gelen mektuplar sık sık gecikiyordu. Dolmabahçe’de kralın doğum günü gibi vesilelerle ikide bir tören düzenleniyordu. Deniz subayları Asya kıyısına ancak iki kişilik gruplar halinde inebiliyordu. İngilizler, kendi üstünlüklerinden çok emindiler. Marmara’da bir Fransız savaş gemisi gördüklerinde "aaa bak, kumarhane açılmış"
diye gülüşüyorlardı.
Spor, genç subayların en önemli meşgalesiydi. Örneğin 3 Eylül 1922’de Rum futbol takımıyla bir maç oynadı İngilizler: "Geminin futbol takımı, Yunan takımı ile Haydarpaşa sahasında maç yaptı. Onları 5-1 yendik. Seyirciler taç çizgisini umursamadı, maçı daha iyi görebilmek için sahada oturdular." Başka bir İngiliz gemisi olan Ajax 16 Haziran 1923’te gelip Marlborough’nun yanına demir attığında iki takım bayraklarla donattıkları Moda’daki sahada futbol oynadılar. 23 Haziran’da bu defa Beykoz Çayırı, değişik bir spora sahne oldu: İngiliz subaylar burada kriket oynadılar.
Spor İngilizler arasında öyle bir meraktı ki, Watson İstanbul’da geçirdiği Noel’de, bir fıçı birayı ve romu gövdeye indirdikten, arkadaşlarıyla bando mızıka eşliğinde dans ettikten sonra, bir de üstüne 11 set tenis oynadığını yazmıştı.
KAYIKÇILAR ARASINDA KAVGAİzin alırlarsa subaylar İstanbul dışına da çıkıyordu. Bir keresinde ta Gelibolu’ya gittiler, piknik yapıp denize girdiler. Dymock Watson, İstanbul çevresinde turist gibi dolaşıyordu. Çektiği fotoğraflardan Pamukkale’ye, Efes’e gittiği anlaşılıyordu.
Genç Watson’u en çok kayıklar etkilemişti. Pekçok kayıkhane fotoğrafı çekmiş ve günlüğüne tanık olduğu bir kayıkçı kavgasını kaydetmişti: "Öğleden sonra, iki kayık çarpıştı. Türklerden biri kendini kaybederek tabancasına sarıldı ve hasmının işini bitirmeye kalkıştı. Attığı mermilerden ikisi boşa gitti. Üçüncüsü adamın ayağına isabet etti. Saldırgan süratle sahile kaçtı. Destroyerin botundaki astsubaylar peşinden gidip yakaladılar."
Bir subay adayı olduğu için, askerlik dersi gibi tuttuğu günlüğünü her hafta kaptanı okuyordu. Bu nedenle Watson, özel hayatına girmiyor, askeri, siyasi yorumlar yapıyordu. Yazdıklarından zeki ve çalışkan olduğu anlaşılıyordu. Zaten sonra donanmada hızla ilerleyecek, asalet unvanı alacak, Deniz Lordu olacak ve 1961’de Güney Atlantik ve Güney Amerika Kuvvetleri Başkomutanı’yken emekliye ayrılacaktı.
OĞLU ROBIN WATSON ANLATIYOR
Babam bir Türk iki Yunanlıya bedeldir derdi
Babamın günlüğünü o öldükten sonra buldum. Bir de fotoğraf albümü bırakmış. Leica ile çekilmiş bu fotoğraflar, kullandığı makinenin üstünlüğünü de gösteriyor. O dönemde İstanbul’da nüfus çok seyrekmiş, fotoğraflardan bunu anlıyorum. Ama ne yazık ki bunları nerelerde çektiğini öğrenemedik. Türkiye’de yaptıklarından hiç bahsetmezdi ama ’Bir Türk iki Yunanlıya bedeldir’ derdi. Çok ağzı sıkıydı. II. Dünya Savaşı’nda Romanya’da casusluk yaptığını bile öldükten sonra gazetede çıkan ölüm yazısından öğrendim.
İZMİR’İ YA ERMENİLER YA RUMLAR YAKTI9 Eylül 1922’de Türk ordusu İzmir’e girdiğinde Watson, İstanbul’da gemisindeydi. Ertesi gün günlüğüne şunları yazdı: "İzmir’in düşüşü ile ilgili ayrıntılı
haberler geldi. Türkler, birkaç küçük yağma dışında çok iyi hareket ettiler. Yunanlılar ise çekilirken geçtikleri köylerde berbat vahşet sergilediler. İstanbul halkı çok heyecanlıydı ama ciddi bir ayaklanma henüz meydana gelmedi."
14 Eylül’de İzmir yangını haberi İstanbul’a ulaşıyor: "Öğleden sonra HMS Iron Duke Savaş Gemisi’nden İzmir’in alevler içinde olduğu sinyali geldi. Yangın, Ermeni semtinde ya Ermenilerin kendileri ya da şehirde hálá avlanan bazı Yunanlılar tarafından başlatıldı. Yangın tüm şehre, tüm depolara yayıldı. En değerli binalar yandı. Tek kalan fakir Türk semtleriydi."
İSTANBUL’DA İZMİR PANİĞİİzmir’in Türkler tarafından alınması üzerine İstanbul’daki Rumlar arasında çıkan paniği, 19 Eylül 1922’de günlüğüne geçiriyor Watson: "Büyük St.Grey çok sayıda Yunanlıyı Selanik’e taşıdı. İstanbul’daki tüm Rumlar şehri terk etmek istedi. Tophane Rıhtımı’nda gemiye binmek için kuyruklar oluşturdular. Türkler bazı yerlerden bunu engellemek istediler. Yunanlılar gitmeden önce evlerini yok ettiler."
GÜNLÜĞÜ 60 KURUŞA ÇALIŞAN HAİN TÜRKLERİngiliz işgal kuvvetleri de Ege’den gelen bu haberler karşısında son kez harekete geçti. Watson 17 Eylül’de günlüğüne "Mustafa Kemal’in Çanakkale’ye asker çıkartacağı istihbaratı alınınca buranın ne pahasına olursa olsun tutulması gerektiğine karar verildi" diye yazıyor. Ertesi gün Türk ordusuna karşı Çanakkale’de siper kazmaya karar veriliyor.
"Kendi kazıcılarımız dışında çok sayıda Türk ve Yunanlı işçi de vardı. Günlüğüne 60 kuruş veriyorduk. Yunanlıların kazmasını anlarım da Türklerin kendi uluslarına karşı bize yardımcı olmalarına anlam veremedim." Watson, tam ters davranan Türklerle de karşılaşıyor: "Ellerinde tüfekleriyle iki Türk bir kayanın arkasından çıktı ve bize Türkçe ’haydi’ diyerek oradan gitmemizi istediler."
Ama az sonra direnme kararından vazgeçiliyor: "İzmir’de Yunanlıların başına geldiği gibi silahlı kişiler tarafından arkadan vurulmak istemediğimizden Çanakkale’yi boşaltmaya başladık." 26 Eylül’de Çanakkale tamamen boşaltılıyor: "Son kişi sahili saat 17.05’te terk etti. Tüm asker barakaları Türklere 30 bin sterline satıldı."
BU GÜCÜN KARŞISINDA DURAMAZDIKİstanbul’un Türklere bırakılacağı anlaşıldığında genç Watson’un son yorumu: "Elimizde istihkam olmadığı için şehri tutmamıza olanak yoktu. Tüm Türk halkı bir Türk için ayağa kalkmıştı. Bu gücün karşısında duramazdık."