Güncelleme Tarihi:
Deli misiniz dahi mi?
- Kesinlikle deliyim.
Keçileri nasıl kaçırdınız?
- Kaçırmak için önce orada olmaları gerekiyor. Bence bana hiç uğramadılar.
Size neden tasarım dünyasının yaramaz çocuğu diyorlar?
- Belki de statükoyu seçenek gibi görmediğim için. Tasarım dünyasında doğruluğuna katılmadığım çok şeyle savaşıyorum.
Ama hadi yaramaz olduğunuzu itiraf edin...
- Hayır değilim. Bu algı sadece tasarım dünyasının ne kadar eski kafalı olduğunu gösteriyor.
Peki ‘tasarım dünyasının Lady Gaga’sı yakıştırmasını seviyor musunuz?
- Lady Gaga’yla hiç tanışmadım, bilemiyorum. Benimle ilgi çok daha korkunç şeyler söyleyebileceklerini düşünüyorum. Bence bir sorun yok.
Derler ki bu kadar yaratıcı adamların hayatında hep bir trajedi vardır. Sizinki neydi?
- Kız arkadaşımın hastalığı. Sabah tekrar uyanıp uyanmayacağını bilemediğim kadar hastalanmıştı. Başka bir dünyaya daldım. Alternatif tıp tedavileri ve hayat hakkında acayip fikirler… Ve mantık ve matematik dünyasının dışına çıktığımda daha cevabını bulamadığım birçok soruma cevaplar buldum. Hayatımın dönüm noktası budur işte.
Bu sırada kendi tasarım ofisinizi açmış mıydınız?
- Hayır. Genç bir tasarımcıydım ve başka şirketler için çalışıyordum. O güne kadar tasarım hakkında kafam çok karışıktı. Ama birden bire tasarım hakkında öğrenmekte olduğum her şeyin bir nedeni olduğunu keşfettim. Bütün bu edindiğim sezgileri bir kitapta toparladım. Bu felsefeyi takip ederek yaptığım ilk proje dünya çapında bir tasarım ikonu olarak tanınan Knotted Chair oldu.
BİZ ONU DEĞİL, AŞK BİZİ SEÇİYOR
Değişmeyen gömlek ceket konbinasyonunuz, renkli komik spor ayakkabılarınız, enteresan takılarınız var. Siz kendinizi de tasarlıyor musunuz?
- Evet. Komik olduğunu düşünüyorum çünkü tanıdığım birçok insan her gün aynı kıyafetleri giymeme şaşırıyor. Ama her gün ne giyeceğimi bilerek uyandığım için başka şeyler düşünmeye vaktim kalıyor.
Nasıl bir patronsunuz?
- Benimle çalışanlarım arasında bir kapı yok o yüzden bu soru kolay.
Mobilya tasarımından otel dizaynına müthiş yapıtlara imza attınız. Neyi farklı yapıyorsunuz da bunlar oluyor?
- Öncelikle, tasarladığım her şey çok iyi satmıyor. Ama ben, insanlar için gerçekten anlamlı olan şeyler yapmak istiyorum. Yaptığım şeyler, insanların kim olduğuna bir gönderme yapıyor. Birçok işim eski referansları ve yeni referansları ve bir araya getiriyor. İnsanlar modern olmak için yapılmadılar. İnsanlar, gerçek olmak için yapıldılar. İnsanların sadece bir geleceği yok, bir geçmişleri de var. Bu yüzden işimde her zaman daha önceden de sevdiğiniz şeylere referanslar bulursunuz. İnsanların bu yüzden sevdiklerini düşünüyorum.
Bana şu anda sizinle ilgili beni çok şaşırtacak bir şey söyler misiniz?
- İç çamaşırsız uyuyorum. Bu bilgiyi ne yapacağın hakkında hiçbir fikrim yok. Ama tamamen dürüst olmaya çalışıyorum. Kalbimden konuşmaya çalıyorum.
Çıplaklıkla ne alıp veremediğiniz var?
- İşimde kilit unsur. Tasarım markam Moooi’yi ilk kurduğumda anladım ki bir katalog dolusu mobilya ve aydınlatma kimseye ilham verecek bir şey değil. Pek çok insan o katoloğun kapağını bile açmayacak. Ve bu yüzden 10 yıldır katalog hazırlarken insanları çıplak fotoğraflıyoruz. Fotoğrafları bu işin üstadlarından Erwin Olaf çekiyor. Bilinçli olarak tipik güzel insanların resimlerini çekmiyoruz. Yaşlı insanların, şişko insanların, sakatlanmış insanların, herkesin fotoğraflarını çekiyoruz. Bu kataloga bakan insanların çoğu kendilerine bir kanepe almak için ya da bir lamba almak için bakmıyorlar. Sadece zevk alıyorlar. Kültürden zevk alıyorlar, markadan zevk alıyorlar, tasarımcıların vizyonundan zevk alıyorlar. Ve bu harika.
Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Türkiye’nin muhteşem bir ülke olduğunu düşünüyorum. İstanbul’da yağmurlu, gri bir günde yürümek yaptığımı düşünebildiğim en harika şey.
Sizce neden Türkiye’den sizin gibi bir yıldız tasarımcı çıkmıyor?
- Nasıl çıkmaz? Bir hata olmalı! Çıkmamış olduğu çıkmayacak olduğunu göstermez. Yakındır.
Tasarım yapmak için neye ihtiyacınız oluyor?
- Hiçbir şeye. Beni bir sandalyeye bağlayın, karanlık bir odaya tıkın, gözlerimi bağlayın, yine de harika fikirler üretirim.
Dürbünle bulduğu sevgili
Marcel Wanders ve üç yıllık aşkının enteresan bir tanışma hikayesi var: Marcel iş için Paris’tedir. Kaldığı otelin camından dürbünle Eiffel Kulesi’ne bakar. Gördüğü kıza aşık olur. Onu bulmak için 10 dakika içinde kuleye ışınlanır. Ama kız gitmiştir. Hayat onları, aynı günün akşamı
tamamen tesadüfen aynı restoranda akşam yemeği yerken tekrar karşılaştırır. Sonrası aşk aşk aşk.