Şermin TERZİ sterzi@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Ocak 01, 2006 00:00
Rıfat Ababay (48), gazeteci camiasında atipik bıyıkları, VIP, FAME, KLİPS gibi çıkardığı sosyete dergileri ve 10 yıldır Posta’nın genel yayın yönetmeni olmasıyla tanınır. Herkes, hem sosyete dergisi hem de halk gazetesini aynı başarıyla yapmanın her babayiğidin harcı olmadığını bildiği için, Rıfat Ababay’a şaşar durur. Meğer onun bu sırlarını anlamamız için, gerçek paşazade ve şeyhülislam torunu olduğunu ama aynı zamanda argolu, çıplak hayatı çocukluğunun Balıkesir sokaklarında öğrendiğini bilmemiz gerekiyormuş.
Sosyete dergileri çıkarıyordunuz, sonra Posta gibi bir halk gazetesi çıkarmaya başladınız. İki farklı ucun da nabzını tutmayı nasıl başardınız?
- Çünkü ben iki farklı kültürün ortasında yetiştim. Büyük dedem, 2. Abdülhamid’in şeyhülislamı Ahmet Esad Efendi’ydi. Padişah onu o kadar sevmiş ki, ölünce Eyüp Sultan’a komşu bir türbe yaptırmış. Şeyhülislam dedemin torunu, Cemil Molla Efendi de adliye nazırıymış.
Kemal Sunal’ın Tosun Paşa’sı gibi değil yani aileniz. Hakiki paşa torunusunuz.
- Valla hepsinin resimleri var ama benimkiler sahte değil. Saraybosnalı babamın dedelerinin de hepsi paşaymış. Babam tıp doktoruydu. Annemin ailesi de Balıkesir eşrafındandı. Babamın tayini Balıkesir’e çıktığı için orada doğdum, büyüdüm. Yani taşrayı da bilirim. Balıkesir’de mahalleye oynamaya çıkardım, ‘sosyete piçi’ derlerdi. Sonra İstanbul’a Saint Joseph’e okumaya geldim orada da taşralı, dediler. Üst kültürün de alt kültürün de ne istediğini çok iyi bilirim.
Nasıl gazeteci oldunuz?
- Tesadüf değildi. İlkokuldan beri gazeteci olacağım diyordum. Balıkesir’de Ateş Gazetesi vardı. 11 yaşımda matbaasında çalıştım. Turizm işletmesi okudum ama hiç yapmadım. Haftasonu Gazetesi’nde Kubilay Çelik, beni Çetin Emeç’e götürdü. Çetin Emeç baktı baktı, ‘Sen bu işe uygun değilsin’ dedi. Beni fazla steril buldu. Daha sonra Haftasonu’nun rakibi, Şey Gazetesi’ne girdim. 1991’de Ercan Arıklı beni fark edince Gelişim Yayınları’nda çalışmaya başladım. Sonra ilk sosyete dergisi VIP’i çıkardım, 1991’de Hürriyet Dergi Grubu’na geçince yine sosyete dergileri FAME ve Klips’i yaptım. 23 Ocak 1995’te de Mehmet Yılmaz’la birlikte Posta’ya başladım. Mehmet Yılmaz 1996’da Radikal’i çıkarmak için Posta’yı bırakınca genel yayın müdürü oldum. Promosyonların bittiği bir dönemde 112.929 tirajla gazeteyi aldım. Şimdi tirajımız 640 bin.
FARKLI KULVAR LAFI BENİ ÇILDIRTIYOR
Posta için hep ‘Kulvarı farklı’ derler. Niye?
- Bu beni çıldırtma raddesine getiren bir şey, çok yanlış bir tanımlama. A grubu, B grubu meselesine fena halde takığım. Evinde çamaşır makinesi olana A grubu diyorlar, evinde makine olmayan mı kaldı? Herkes mi A grubu o zaman. Eğitim değil, çamaşır makinesi mi gösterge? Posta’nın fiyatı düşük, o yüzden tiraj alıyor diyorlar. Akşam, Takvim ve Star gazeteleri de bizimle aynı fiyat. Bunların üçünün toplam tirajı 550 bin, Posta’nın 640 bin. İşine gelmeyen bize kulp takmaya çalışıyor.
ÜÇ AYDA 75 BİN ŞİİR GELDİ
Siz sürekli yeni tipler icat ediyorsunuz. Aşk Doktoru, Romantik İsyankar. Posta konseptini nasıl oluşturdunuz?
- Aşk Doktoru yani Mehmet Coşkundeniz, resim altı yazarken baktım çok duygusal şeyler yazabiliyor. ‘Mehmet sen haftada bir yazı yazsana, sana bir isim buldum Aşk Doktoru’ dedim. O da ‘Patron beni maskara etme’ diye itiraz etti. Ama Mehmet, Aşk Doktoru olarak bu sene 500 bin kitap sattı. Halim Bahadır, siyasi yazılar yazıyordu. Senin isyankar ve romantik bir tarafın var, sana Romantik İsyankar diyelim, bırak şu siyasi yazıları dedim. Halim şimdi, imza günü gezmekten gazeteye uğrayamıyor. Gazeteye o kadar çok şiir gönderiyorlardı ki, madem bu kadar meraklısı var şiir köşesi açalım dedik. Üç ayda 75 bin şiir geldi. Şaşırtıcı olan ise şiir yollayanların büyük çoğunluğunun erkek olması.
Siz Posta konusunda biraz fanatiksiniz galiba. - Yaptığım her işte fanatiğim. Çevremdeki yakın arkadaşlarımı Posta’da çıkan haberlerle ilgili imtihan ederim. Birkaç kez imtihandan çakanı da defterden silerim. Çok ciddiyim. Benim hayatım Posta. Arabamın plakası AP (Ababay, Posta). Bizim evde hiç kimse gazetenin üstünde fasulye ayıklayamaz, kenarını koparıp üstüne bir şey yazamaz. Okunduktan sonra katlanır, gazete toplayıcılarına verilir. Asla atılmaz.
Babam bana ‘Gazeteci olma Özkök ol’ derdi
Ertuğrul Özkök’ü hem insan, hem gazeteci olarak çok seviyorum. Babam bana ‘Gazeteci olma, Özkök ol’ derdi. En beğendiğim köşe yazarı Ertuğrul Abi. Düşünenlerin düşüncesini değil, haber yazıyor ve yazarken çok yalın bir dil kullanıyor. Ben Hürriyet Gazetesi’nde Ertuğrul Abi’nin olmadığı günü anlıyorum. Çünkü o kişiliğini gazete yansıtıyor. Ayrıca Erkut Can ve Mehmet Yılmaz olmasaydı belki bugün ben de olmayacaktım. Onlar gazetecilik hayatımda değil, hayatımda yer eden çok önemli iki insandır. Coşan delilerden değilim
Parfüm yerine Rebul kolonyasından başka bir şey kullanmamak, diz üstü çorap giymek, apartman aralarına girip mendille papuçlarınızı silmekten başka takıntılarınız var mı?
- Rebul’un sahipleri iyi arkadaşlarım olduğu için öyle zannediliyor ama ben Bermuda Şeytan Üçgeni’nde üretilen bir amber kokulu kolonya kullanıyorum. Çoraplarım uzundur, bacak bacak üstüne atarken ten görününce sinir olurum. Çamurlu ayakkabıdan nefret ederim.
İkitelli’deki bir büfe sahibi sizin çikolatalı tost merakınız sayesinde artık market sahibi olmuş. Yeme içmeye çok mu meraklısınız?
- Yeni yılda Alaaddin’in lambasından bir cin çıksa, 30 kilo fazlamı almasını isterim. Kilolarım yüzünden çikolatalı tost yiyemiyorum artık. En sinir olduğum şey bu kilom. Yapmak istediğim her şeyi başardım, bir tek şu kilolarımı veremedim.
Kadınlara ‘baağyan’, engelliye ‘özürlü’, blue jean’e ‘kot’ demek yasaklansın. Rögar yerine ‘logar’ diyen, ‘direkman’ diye adres tarif eden cezalandırılsın. Okuduğunu anlamayan okur-yazar kabul edilmesin demişsiniz. Bunları hangi hırsla söylemiştiniz?
- Öyle laflar kullanılıyor ki iğne vurdurtuluyor, serum yeniliyor. İyi afiyet olsun! İğne yapılır, serum verilir. İnsanların konuşmaları nereye ait olduklarının göstergesidir. Şimdi herkes bir örnek giyindiği ve herkes birbirine benzediği için kültür ayrışmaları da çok alt düzeye düştü. Direkman, çok korkunç bir kelime. Bay Vitali, Bayan Estella diyorlar da, niye bayan Şermin demiyorlar. Vitali Bey’in, Estella Hanım’ın nesi varmış. Bu bir takıklık meselesi.
Kontrollü biri misiniz, hesapsız mı?
- Coşan delilerden değilim. Ama hiçbir şeyi içime atmam. Hemen söylerim. Bazen sert de söyleyebilirim ama hemen arkasından üzülür, gönül almaya çalışırım.
Had safhada çocuğum Had safhada çocuğumdur. Her şeyi saklama hastalığım var. Oğlum Sinan’ın 18 yaşındaki doğum gününde şişirilen balonları, oğlumun ilk oyuncağını saklarım.
Eşimin adada bir köşkü vardı, orayı temizliyorlardı. Bir derece buldular çöpe attılar. O eşimin bebekliğinde küvetine koydukları dereceymiş. Çöpten alıp hemen sakladım.
Kızım Serra’nın bebeklik dişlerini saklıyorum, büyüyünce aralarına pırlanta koydurup yüzük yapacağım.
Çocukken kız kardeşimle birlikte yumurta yediğimiz iki tane yumurtalık vardı, kırılmıştı. Onları tamir ettirdim birini kız kardeşime verdim, diğerini ben aldım.
Bir arkadaşım Ağrı Dağı’na çıktı. Oraya çıktığı zincirin son kancasını ve oradan bana getirdiği taşı saklarım.
Eşimle aramızdaki en büyük sorun bu. Çok toz oluyor. Babam gibi gazete yaparım Babam gibi gazete yaparım. Babam müspet ilimle meşguldü, doktordu. Ramazan geldiğinde 30 gün oruç tutardı ama iftar masasında başkalarının içki içmesine karışmazdı. Bayram olduğunda içkisine başlardı. Her cuma camiye giderdi ama en güzel de babam dans ederdi. Anneme bir gün elbisenin göğsünü kapat, demedi. Biz de her şeyi Türk insanının dengesine göre ayar ediyoruz. Posta Türkiye gibidir. Türkiye’de Ramazan’ın ilk 10 günü yoğun yaşanır. Posta da o ilk günü çok yoğun yaşar, çıplak kadın resmi koymaz. 11. gün insanların mide sıkıntıları başlar, orucu biraz gevşetirler. O sırada Posta da gevşer. Bayram yaklaşırken ‘Ramazan artık bitiyor, oruç tutamadık, ya ben ne yaptım’ hissine kapılır, tekrar sıkışırlar, biz de tekrar sıkışırız, onlarla birlikte.
Posta’da ABD, TBMM yazmaz. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi yazar. Bush ya da Paris yazmaz. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, Fransa’nın başkenti Paris yazar. Posta’yı okuyup da anlamayacak yoktur. Anlamayana da parasını iade ediyoruz.
Bütün haberlerin evveliyatını yazıyoruz. Başka gazetelerde bir gün önce o gazeteyi okumadıysanız o haberi anlayamazsınız. Belki Amerika’dan bugün geldim, dünkü gazetede ne olduğunu nereden bileceğim?
Sarı bıyıklar aile geleneğiSARI BIYIKLI BİR KAHRAMAN
Saraybosna doğumlu büyük dedem İsmail Ababay Osmanlı ordusunda paşaymış. Ruslar ile 1858’de yapılan Karadağ Muharebesi sırasında ciğerine bir kurşun alıp gazi olmuş. Vücudunda kalan bu Rus kurşunu yaşlılık yıllarında sorun çıkarmış ve 1930’ların başında da akciğer apsesinden ölmüş. Kahramanlık alanlarımız farklı olsa da bıyıklarımın rengi ve şekli en çok ona benziyor.
BIYIKLAR İÇİN PARİS’TEN APARAT
Benim gibi ortaokulu Saint Joseph’te okumuş olan dedem Rıfat Ababay askeri hakimdi. Gençlik yıllarında bıyıklarının uçları dik dursun diye Paris’ten getirttiği aparatı geceleri yatarken takarmış. Bıyık uçlarından kulaklara bağlanan bu aparatın kulaklarını kepçe yaptığını söyleyip dert yanardı!
ATKİNSON LAVANTA KOKARDI
Kalp hastalıkları uzmanı babam Meşhut Ababay‘ı ben hiç bıyıksız görmedim. Bıyıklara sürmek için İngiltere’den Atkinson marka lavanta getirtirdi. Bıyık makasım ondan yadigar. Ama babam bıyıklarımın bu halini göremedi! Görse kesin çok kıskanırdı. Çünkü onun bıyıklarının ucu yukarı dönmezdi. Spreyi de yoktu!
BIYIK ŞEKLİMİ SIK DEĞİŞTİRİRİM
Bıyıklarımı ilk çıktığı günden beri hep uzatmayı denedim. Dedem ve babam da bu girişimimi bir aile geleneği olması nedeniyle hep destekledi. İlk uzattığımda o kadar çok uğraşıyordum ki, eşim ‘sen kafayı yiyeceksin’ diyordu. Fransa’da Olimpia Müzikholü’nde Mireille Mathieu için bilet alıyorduk. Bir adam gördüm. Aman Allah’ım bıyıkları müthiş! Eşime dedim ki, adama bıyıklarınız ne güzel diyeceğim. Sakın yapma, seni eşcinsel zanneder, dedi. Gittim, adama, bıyıklarınızı nasıl böyle yapıyorsunuz, dedim. Furterer marka, çok sert bir bıyık sabitleştirici var, sadece eczanelerde satılır dedi. Hemen alıp, otele gidip sürdüm. Baktım aslanlar gibi duruyor. Artık sıra oğlum Sinan’da. Şimdilik renk vermese de sanki o da ileride bıyık bırakacak!