Güncelleme Tarihi:
Havada inanılmaz bir nem! Taksime zorla binen rehber amca, başka yerde görülmeyecek bir trafik sıkışıklığı ve kulak zarı patlatan kornalar eşliğinde kalacağım otele kendimi atıyorum. Rehber amca yol boyunca yılmadan konuşuyor. Beni ertesi sabah şafak sökerken Ganj Nehri’ne bot turuna çıkaracağını, raconun böyle olduğunu, ardından Maymun Tapınağı ve Sarnath’ı gezdireceğini söylüyor. Fiyat vermiyor. Memnuniyetim doğrultusunda ben karar verecekmişim. Reddedildiğinde bir yüzüme tükürmediği kalıyor! İşte bu Hindistan’a gitmeden önce bilinmesi gereken bir konu: Israrlar, pazarlıklar. Günler geçtikçe insanın sabır taşı çatlıyor ve etrafa saldırmak istiyor adeta!
SERSEMLETİCİ KOKULAR, SESLER
Ganj’la tanışmam, günün diğer saatlerine göre nispeten daha sakin bir dilimindeydi. Akşamüstü... İlk anda gördüğüm manzara karşısında büyüleniyorum. Uçsuz bucaksız bir nehir, suya inen uzun merdivenler, etrafta oturan yarı çıplak adamlar, Hindular, nehre girenler, dua edenler, yıkananlar ve arkadan duyulan ince bir müzik. Gatlara (Ganj’a inen merdivenler) ulaşana kadar daracık sokaklardan, kalabalık, keşmekeşten geçiyorum. Ağır kokular ve bitmek bilmeyen bir gürültüyle ambale oluyorum. Daha önce sokakta yaşayanların bu kadar çok olduğu bir şehir görmemiştim. Alışık olmayan bünyenin kaldıramayacağı zorlu yürüyüşten sonra nehrin dinginliği içime huzur veriyor. Öyle büyülü bir atmosfer ki, “Ben bu suya dizlerime kadar girerim, kollarımı, bacaklarımı kutsal suyla ıslatırım” diye düşünüyorum. Ama erken karar vermemek lazım tabii. Zira bu nehre her gün yaklaşık bir milyar litre lağım dökülüyor. Her ne kadar Hindular, Ganj suyunun asla pislenmeyeceğine inansalar da, gördüklerim ışığında bu mümkün değil!
SARSILDIM, DEĞİŞTİM
Bir yanda açlık, sefalet, fakirlik, çaresizlik, yokluk, hastalık, pislik... Diğer yanda kapı gibi duran inanç, umut, sevgi, saygı ve en önemlisi sabır! İşte gatlara giden ara sokaklarda dolaşırken kafamda savaşan duygulardı bunlar.Hindistan’a her giden ülkesine farklı döner, deneyimlerini, meditasyonu, yogayı anlata anlata bitiremez ya... Bütün mesele bu değil. Ben de Hindistan’dan döndüğümde farklı bir Irmak’tım. Ama nedeni meditasyon değildi. Bunca yokluğa rağmen hayata bağlılıklarıydı. Bizler gelecek korkusuyla bunalımdan bunalıma sürüklenirken, onların bizlerden daha umutlu ve mutlu olmasıydı. Bu hayata bakışımı değiştirdi.
Bütün bu düşünceler kafamda uçuşurken sokakta tanıştığım Pablo ve Baba bana üç gün boyunca her yerde eşlik etti. Birlikte nehir yolculuğuna çıktığımızda bana bir bebek cesedi gösterdiler. Kutsal sulara bırakılmış. Bu görüntü ve Manikarnika ve Harishchandra gatlarında yanı başımda yanan kafatasları günlerce gözümün önünden gitmedi. Ağır tütsü, idrar ve tezek kokuları bünyemi terk etmedi. Ayinler, zikirler, garip müzikler, maymunlar ve fil tanrılar rüyalarımda peşimi bırakmadı…
40 EURO’YA BABA FALI
Dostlarım nami değer Pablo ve Baba; bütün gezi boyunca peşimden bir dakika bile ayrılmayarak hem seyahatime ayrı bir neşe kattı, hem de kendilerince beni koruyup, kolladı “Hindistan’ın en iyi falcısı” olduğunu söyledikleri Baba’ya gitmeye beni ikna ettiler. Fala pek inanmasam da kendimi bir tapınakta buldum. Baba, dev gibiydi: İri yarı, göbekli, kel, top sakallı korkulabilecek tipte. Çıplak ayakları ve beline bağladığı peştemaliyle, önceden aldığı 40 Euro’m ve doğum bilgilerimle birkaç saat araştırma yaptıktan sonra bana bir saat boyunca fal baktı. Ama seanstan önce yemin ettirdi. Kendisine fal baktırmaya gittiğimi, bana vereceği bilgileri anneme bile söylemeyecektim. Her şeyi bildi mi? Hayır. Ama inanılmaz bir hikâye kaldı geriye. Güya faldan aldığı paraları hayır işlerine yatırıyormuş, zaten faldan kazandığı paralara ihtiyacı yokmuş, fal işi dışında bir sürü işi varmış. İnanıp inanmamak bana kalmış tabii, ama ben pek de sözümde duramayıp Baba’yı herkese anlattım!
MASON’IN TUHAF ÖYKÜSÜ
Hayatımda gittiğim en enteresan yerdeki, yaşadığım en garip anda yanımda yeni tanıştığım Avustralya’lı Mason vardı. Hindistan’a gelmeden Vosvos’unu sattığını, parasını hâlâ alamadığını anlatıyordu. “Beş ayı 800 rupiyle geçireceğim” diyordu. Yani 26 TL! Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hindistan her ne kadar ucuz olsa da yeri geliyor bir öğün yemeğe bu para veriliyor! Mason’ın üzerinde bir pantolon, uzun kollu bir bluz, sıcağa göre aşırı kaçacak bir bot var. Yanındaki tek kıyafeti de bu! Küçücük bir sırt çantası ve parklarda yatacak bir mattan başka hiçbir şeyi yok yanında. Yani “Bir çanta ve anılar koyulmuş yola, cebinde de ucu ucuna yetecek bir para”. Tek farkı” Akdeniz merhaba” demiyor! Bu enteresan çocuğa bir bira ısmarlamak istiyorum ve bir gece düzgün uyuyabilmek için kaldığı misafirhanesine gidiyoruz. Bira içerken derin bir sohbete koyuluyoruz. Mason; Avustralya’da hapishanede çalışıyormuş tutuklulardan biri bir tarafını kestiğinde, intihar ettiğinde ya da ortalık yere tuvaletini yaptığında etrafı temizliyormuş. Ve bunun için iş başına 200 dolar alıyormuş. Hayatımda duyduğum en saçma iş. “Ama pis bir iş olduğu için kimse yapmak istemiyor, o nedenle parası iyi, benim için de önemli olan bu” diyor. Cebinde üç kuruş parasıyla, hesap gelince parayı bölüşmek isteyecek kadar gururlu olan Mason; bir ibret tablosu olarak tatilime adını altın harflerle yazdırıyor! Hayatımda tanıştığım en orijinal adamlardan biri. Yolu açık olur inşallah…
Sağlığınız için önlem alın
Varanasi’den yola çıkıp tüm Hindistan adına söyleyebilirim ki sokaklarda yemek yemek pek akıl kârı değil. Ben denedim, cezasını çektim! Yemekler hem ağır bir yağda yapılıyor, hem de koşullar hiç hijyenik değil. Bunları yemek yürek ve mide gerektiriyor! Kesinlikle şişelenmiş su içmek, dişleri de bununla fırçalamak, buzdan, salata ve çiğ gıdadan uzak durmak diğer tavsiyelerim.
Hindistan ucuz olduğundan iyi bir otelde konaklamakta yarar var. Geceliği 5 dolarlık misafirhanelerde bir şiltenin üzerinde, banyo yapmadan yatmak, duvardaki kertenkelelerle selamlaşmak da bir başka seçenek. Eski kıyafetlerle gitmenizi, çıkardığınızı çöpe atmanızı öneririm.
Açlık ve sefalete karşın Varanasi tehlikeli bir yer değil. Arka sokaklarda dolaşırken yakılmaya götürülen bedenler, ağır kokular insanı ürpertse de herkes birbirine yardımcı, iyiliksever, mutlu ve umutlu.