Galata’da kadeh sesleri

Güncelleme Tarihi:

Galata’da kadeh sesleri
Oluşturulma Tarihi: Nisan 18, 2011 00:00

Bir de baktım ki uzaklara bakmaktan gözümün önündeki güzellikleri görmez olmuşum. Örneğin uzun bir süreden beri İstanbul hakkında hiç kalem oynatmamışım. Bu İstanbul ki, kitaplar dolusu anlatıma karşılık hâlâ anlatılması bitmemiş bir masal kent. Onun için bu hafta sizi kentin en eski semtlerinden Galata’ya götürmek, geçmiş ve bugününde dolaştırmak istiyorum.

Yazıya başlarken, konuyla pek ilgisi olmayan bir açıklama yapmalıyım ki, anlatacağım Galata semtinin kıymeti daha iyi bilinsin. Isaac Rousseau adı size her hangi bir çağrışımda bulunuyor mu? Aslında önemli bir zat. Bay Isaac, tarihin tozlu sayfalarına girecek her hangi bir eylemde bulunmamıştır. Ama öyle bir çocuğun doğmasına neden olmuştur ki, bu çocuk Fransa’nın geleceğini şekillendirmiştir. Fransa’nın en önemli yazarı, filozofu, düşünür ve siyaset kuramcısı Jean-Jacques Rousseau’nun babasıdır. Hayırsız bir baba olan saatçi Isaac, tutucu Cenevre hiyararşisiyle ters düşüp, hapse girme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve çareyi kentten kaçıp, İstanbul’a sığınmakta bulmuştur. Küçücük oğlunu akrabalarına terk edip Galata’yı mesken tutmuş ve Osmanlı Sarayı’nda saatçi olarak iş bulmuştur. Yani Fransa’nın geleceğinin biçimlenmesinde çok önemli rol oynayan adamın doğmasına neden olan Bay Isaac, yedi yıl kadar Galata sokaklarında oturmuş, yemiş, içmiş, alemlere katılmıştır.
Başta da söylediğim gibi, konumuzun bu öyküyle pek ilgisi yok... Bu hafta sizlere, yeniden hayat bulmaya başlayan Galata semtini anlatmaya çalışacağım. Yolculuğumuz Tünel Meydanı’ndan başlayacak. Meydana ister Karaköy’den Tünel ile, ister Taksim’den tramvayla ya da İstiklal Caddesi’ndeki rengarenk kalabalığın arasında sürüklenerek gelebilirsiniz. Bana sorarsanız, yürümenizi öneririm. Çünkü Beyoğlu gibi renkli bir mekan, dünyada çok az bulunur. İnsan orada yürürken kendini bir filmin içindeymiş gibi hisseder.

SANKİ ÇALGI MÜZESİ

Tünel’den Galata’ya iki ana yoldan gidilebilir. İlki, Yüksek Kaldırım’a doğru inen Galip Dede Caddesi’dir. Caddenin başlangıcında, sol tarafta Galata Mevlevihanesi yer alır ki, burada bir gün sema gösterisi izlemek gerekir. İki yanda, müzik aletleri satan dükkanlar sıralanır. Yani bu caddede notalar uçuşur. Dünyada kulanılan tüm enstrümanları bulabilirsiniz. Bir çeşit çalgı müzesidir. Dükkanlarda ayrıca nota satılır, tamirat yapılır. Aralara sıkışmış bir kaç pulcu, koleksiyonerleri bekler. Vitrinlerinden ne zaman baksam, içerdekileri hep derin bir pul sohbetinde görürüm. Yaklaşık 300 metre sonra sağa doğru sapınca, Galata Kulesi tüm haşmetiyle görünür. Sapmayı unutursanız, Karaköy’e doğru karşınıza çıkacak Zürefa Sokağı’nda (yeni adıyla Alageyik) başınıza neler gelir bilemem!.. 18 yaşına gelmiş hemen bütün İstanbul delikanlılarının göbeğinin burada kesildiğini belirtmekle yetinirim. Şair İlhan Berk, Galata’yı bu sokaksız düşünmenin imkansız olduğunu belirterek, “Galata demek biraz da Alageyik Sokağı demektir” der.
Tünel’den Galata’ya inen ikinci yol, İlkbelediye Caddesi’dir. Tünel’e yüzünüzü döndüğünüzde hemen sağınızda kalır. Bu caddeyi dünya yüzünde en güzel İlhan Berk anlatmıştır: “İlkbelediye Caddesi, Metro Han’ın sağ duvarını izlersek, Erkanıharp, Şahdeğirmeni, Otçu, Müellif, Küçükhendek sokaklarını koluna takarak Büyükhendek Caddesi’ne gelip takılır. Bu sokakların içinde yalnız Müellif Sokak onun koluna girmez, o Müellif Sokağı’nın koluna girer; sonra da ordan Şahdeğirmeni’nin elinden tutup Voyvoda Caddesi’ne bir çığ gibi iner kalır. Ama Müellif Sokak’la akrabalığı öyle az buz da değildir. Bilir ki o küçük sokaktır ama, bir bulmanın alçakgönüllülüğünü de hiç elden bırakmamıştır. Bu yüzden de o tarih kokan sokaklardandır. Bu tarih kokusu da nereden mi geliyor? M. Corpi’nin evinin burada olmasından elbet. M. Corpi çünkü İstanbul’a ilk buharlı cendereyi sokmuştur...”

IŞIK SELİNİN İÇİNDEN

İlhan Berk, meydana açılan diğer cadde ve sokaklar için de şu yorumlarda bulunur: “Galata Kulesi Alanı’nı bir baştan bir başa kesen Büyükhendek Caddesi dün gibi, bugün de buranın en büyük caddesi değil midir? Sonra da Galata Kulesi en iyi buradan görülmez mi?
Bunlar İlkbelediye ve Şair Ziya Paşa Caddeleri: Tanzimat ruhuyla uyur, uyanırlar... Bu Küçükhendek Caddesi: Başı hep önüne eğiktir ve güneş yüzü görmez... Bunlar Lakerda, Galata Kulesi, Hacı Ali, Portakal Sokakları: Süryanice konuşurlar... Bu Şişhane önlerinde Büyükhendek Caddesi’ni kesen Voyvoda Caddesi: Yahudi ulusunundur...”
Galip Dede Caddesi’nde nasıl notalar uçuşursa, Büyükhendek’te de insan ışık seline kapılır. Çünkü İstanbul’un avizeci takımı burayı mekan tutmuştur. Onun için her yer ışıl ışıldır. Caddenin başlangıcındaki Neve Şalom Sinagogu da başka bir ışıltı katar. Artık meydana girip, kadeh seslerine kulak vermenin zamanı gelmiştir. Aslında Galata yeme-içme konusunda henüz geçmişini anımsatacak duruma tam olarak gelmemiştir. Ama çevreye tohumlar saçılmıştır. Onlar açıldıkça Galata eski kıvamını bulacaktır. Galata eskiden nasıl bir yermiş? Bunun yanıtını o zamanları yaşayanların vermesi gerekir. Örneğin Evliya Çelebi bu konuda bakalım neler yazmıştır:
“Galata’daki yiyecek ve içeceğin metholunmuşları evvela has ve beyaz fırancala ekmeği, Şekerciler Çarşusu’nda şişeler içinde nice bin renkte miski amberli hünkarlara layık şekerleri vardır ki eşi bir diyarda yoktur. Münakkaş varaklı bahar helvası, baharlı simidi, sanayiden pusula saatçileri, cam, billur, kum saati satan kefere attarları vardır. İçkilerini metheden harabatiler arasında meşhur olan Taşmerdiven Meyhanesi’nde, Kefeli’de, Manyeli’de, Mihalaki’de, Kaşkaval’da, Sünbüllü’de, Kostantin’de, Saran’da nam meyhanecilerdeki lal renkli, damlası haram, türlü türlü misket şarapları, Ankona, Sakız, Mudanya, Edremit, Bozcaada şarapları vardır ki yoldan geçtiğimizde başı açık, yalınayak nice yüz meyhane esirlerinin ayak altında kalup, yattıklarını görürüz...”

BAŞTAN AŞAĞI MEYHANE

Galata demek meyhane demektir. Bu benim demem değildir. Örneğin Reşat Ekrem Koçu da böyle söyler: “Türkler İstanbul’u ve Galata’yı aldıkları zaman, büyük şehrin meyhaneleri dünya ölçüsünde bir şöhretti...” 16’ıncı yüzyıl yazarlarından Kastamonulu Latifi ise “Tarifnamei İstanbul” adındaki eserinde, İstanbul meyhanelerinin bilhassa Tahtakale’de toplandığını, Galata’nın ise “baştan aşağı meyhane” olduğunu söyler.
Ahmed Midhat Efendi de “Dürdane Hanım” romanında Galata meyhanelerini şöyle anlatır: “Galata’dan geçerken bir takım geniş meyhaneler görürsünüz ki, 25 arşın eninde ve 40 - 50 arşın boyundadır. Bu meyhanelerin sokak cihetine yakın tarafında süslüce bir tezgah görüp de onun ön tarafında da Eski Yunanların işret mabudu olan Baküs’ün sarhoşluk halini gösteren tasvirine bakarak bunları zamanımızın ileri medeniyetinin vücuda getirmiş olduğunu zannetmeyiniz...”
Sahaflardaki tozlu raflar karıştırılsa, Galata meyhanelerini anlatan kimbilir kaç satır daha bulunabilir. Ama gerçek şudur ki, burası İstanbul’un (ve o zaman ki dünyanın) zevk-ü sefa merkezidir. Semt bu işlevine uzun süre ara verdikten sonra tekrar kıpırdanmalar başlamıştır. Bir-iki-üç derken açılan meyhane sayısı giderek artmakta. Benden size ayın tavsiyesi: Bir akşamüstü güneş batmadan Galata’nın tarih kokan sokaklarına kendinizi vurun. Gördüklerinizin peşine takılıp, geçmişe doğru yolculuk yapın. Sonra buradaki mekanlardan birine oturup, bir kaç kadeh eşliğinde Galata’nın eski meyhanelerini düşleyin.

KULENİN YANI BAŞINDAN GÖZALICI HALİÇ MANZARASI
/images/100/0x0/55eb4211f018fbb8f8b586b7


Galata’yı tanımak için dar sokakları tırmana ine dilim iki karış sarkınca, Galata Kulesi’nin hemen yanındaki Anemon Oteli’nin teras barına attım kendimi. Buraya ilk defa geliyordum ve karşıma çıkan muhteşem manzara karşısında donup kaldım. Barın üstü cam kaplıydı ve gökyüzüne baktığınızda Galata Kulesi’ni tüm haşmetiyle görüyordunuz.
Bir kadeh kırmızı şarap istedim. Yudumlarken pencerenin önünden akıp giden manzarayı seyretmeye koyuldum. İlhan Berk, Galata kitabını yazarken bu otel, bar ortalıkta yoktu. Ama şairin anlattığı yedi tepe oturduğum iskemleden ayan beyan görünüyordu:
“Birinci tepe Saint İrene’dir, her yerden görünür. İkinci tepe -ki Nuru Osmaniye Camisi’dir- iki şerefeli, iki minarelidir. Ve Barok... Barok çünkü 3’üncü Osman birden bilmediği şeyleri sever olmuştur. Üçüncü tepe Beyazit Camisi’dir, öyle de geçer. Dördüncü tepe -ki Sultan Selim Camisi’dir- şiri pençeden ölen Yavuz Selim, Haliç’e oradan bakardı. Beşinci tepe Fatih Camisi’dir. Altıncı tepe Balat’tır. Yedinci tepe -ki Yedikule’dir- hâlâ da öyledir...”
Gerçekten de Anemon Oteli’nin tepesindeki bardan İstanbul’un geçmişini düşleyip, bugününü seyredebilirsiniz. Mayısta günler uzarken burada oturup, gün batımını, İstanbul’un ünlü siluetini, Haliç’in sularının altın sarısına boyanışını izleyerek bir-iki kadeh bir şeyler içmek sanırım insanın ömrüne ömür katar.

EĞLENCENİN MERKEZİ

Kulenin çevresi tarih boyu meyhaneleri, gazinolarıyla İstanbul’da eğlencenin merkezi olmuş. İşte bunu kanıtlayan paragraflardan biri. Sermet Muhtar Alus, 13 Aralık 1938’de yazmmış: “Kuledibi’ndeyiz. Pirinççi’nin adlı sanlı gazinosu oracıkta. Yani Küçükhendek Sokağı’nın başlangıcındaymış. Kaç kere bahsettiğimiz veçhile 60 yıl evvelki İstanbul’un en yüksek kırat eğlence yerlerinden biri. Mabeyincilerin, hünkar yaverlerinin, mirasyedilerin ve namlı babayiğitlerin de mekanı.
Dilber hanendelerin yüzünden aşka gelen gelene; para saçan saçana; soyulup soğana dönen dönene... Öyle bir boğuntu yeri ki nice akarlar, hanlar, hamamlar yemiş, nice kimseleri fulus-ı ahmere muhtaç etmiş. Pirinççi, Karamanlı bir Rum’muş. İstanbul’a yarım pabuçla gelmiş. Asmaaltı’nda zahire simsarlığı, Balıkpazarı’nda pastırmacılık etmiş. Taal zaman, ruh zaman Kuledibi’ndeki bir kahveci ile ortak oluyor. Hin oğlu hin, işi kavrayınca ortağını atlatıp aksatayı da büyütüyor.
Kemani Ağa, lavtacı Şair Serkis’in oğlu, Kanuni Oseb, Kör Civan gibi devrin en meşhur sazendeleri; Beşiktaşlı Sofi, Yahudi Sara ve Roza gibi güzel sesli, yakıp yıkar nağmeli hanendeler hep orada... Gazino ağzına kadar hıncahınç; kayış kayış liralar, şakır şukur mecidiyeler yağmada...”

İSMİ NEREDEN GELİYOR

Galata adının nerden geldiği konusunda değişik görüşler öne sürülür. Bizanslı Dionysios’a ve Strabon’a göre bu semtin eski adı Sykai, Sykodis ya da Sykaena’dır. Tarihçi Çaças’a göre Rumlar’ın Galat diye adlandırdığı Galayalılar, başkanları Brennos ile buradan geçerken konakladıkları yere kendi adlarını vermiştir. Galos, Galat denen Latin Hıristiyanları’nın oturdukları yerler anlamına gelen Galata, Galatia adını almıştır. Başka bir görüşe göre Galata adı Rumca “süt” anlamına gelen Galaktos sözünden türetilmiştir. Bölgede eskiden sığır ahırları bulunduğu için bu adın verildiği ileri sürülmektedir. Dördüncü bir görüşe göre de bu sözcüğün Cenova dilinde bayır, yokuş, yamaç anlamına gelen Caladdo-Galdda- sözcüğünden türediğini öne sürer...

KİM, NE YAZMIŞ

“Kentin öteki parçasının adı Galata olup, ırmağın batı kıyılarını kaplar ve nehre açılan kapılarıyla Ribat el-fetih’i andırır. Bu bölgede Frenk tayifesi yerleşmiştir. Hepsi tüccar olup, Cenovalılar, Venedikliler, Latinler ve Fransızlar’dan ibarettir. Sahip oldukları liman en işlek limanlardan biri sayılır. Çarşılar zengin olmakla birlikte tarif edilmeyecek kadar pisti. Şehri bir dere ayırsa da buradan çirkef ve lağım suları akar...”
(İbn Batuta - 14’üncü yüzyıl)

***

“Galata sokakları yaşayış, hareket, davranış, insanlar ve insanların kılıkları bakımından birbirinden çok değişik görüntülerle dolu. Işıklar sönük, yollar pis. Arka avlulara bakan pencerelerden kulakları tırmalayan keman ve gitar sesleri geliyor. Pencerelerde ve kapı eşiklerinde, Avrupalılar gibi giyinmiş, saç biçimleri eski Yunanlar’ınkine benzeyen kirli suratlı fahişeler boy gösteriyor. Eloise ve Abelard’ın kötü taklitleri...”

(Gustave Flaubert - 19’uncu yüzyıl)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!