Güncelleme Tarihi:
Fuzûlî her daim ulvi lüzum yoktur beyane
Anın dek şuara-i dahi gelmez hiç cihâne
Cumartesi sabahı arabayı Kuruçeşme’de bırakıp, Arnuvutköy, Bebek, Rumelihisarı yürüyoruz.
Arnavutköy’de - dönüşte almak üzere - balık siparişi.
Bebek’te, küçük bir tekneyi çay ocağına çevirmiş iki geçimsiz kardeşin yaptığı sade kahve.
Rumelihisarı’nın önünden geçerken, başını Hisar’a vermiş yatan Nur Amcam’a bir dua.
Ya Rumelihisarı’nda peynirli pide, ya Bebek’te cızbız köfte.
Bu iki, bilemedin iki buçuk saat, Allah uzun ömür versin, ana babayla birlikte olunca gani gani keyif...
*
Bu cumartesi hava da pek bir güzeldi Allah için. Denizden esen ılık bir rüzgar, ısıtan ama daha bezdirmeyen bir güneş, Bebek Parkı sanki daha bir taze yeşil.
İki yaz önce tedavi gören asırlık çamların altında, cephesi Boğaz’a, yüzü Gündoğu’ya dönük, Fuzulî.
Koca Fuzulî’nin heybetli bir heykeli.
Ne yazık ki adıyla doğum ve ölüm tarihleri silinmiş.
Bir buçuk, iki yaşlarında dünya güzeli bir çocuk. Heykelin dibine kadar girmiş, kaidenin altındaki tek basamağı tırmanmış, başını göğe kaldırmış, Fuzulî’ye bakıyor.
Biz de parkta durmuş, Fuzulî ile onu seyreden bebeği seyrediyoruz.
*
Düşünüyorum.
Neredeyse 450 sene olmuş Türkçe’nin bu koca şairi öleli.
Doğduğu, yaşadığı, öldüğü Kerbelâ’dan şu kadar bin kilometre uzakta, onun muhtemelen Konstantiniye diye bildiği bir kentte dikilmiş bir heykeli.
Büyük ustalıkla kullandığı ana dilini konuşacak küçük bir çocuk, durmuş, başını kaldırmış onu seyrediyor.
Az ötede biz, üç dört kişi.
Hepimizin aklından o an, aynı şey geçiyor.
Dilin gücüne, şiirin gücüne bakar mısınız!
Fuzulî’nin büyüklüğüne bakar mısınız!
Beş yüz sene önce Kerbelâ’da yaşamış, beş yüz sene sonra hemen bütün şiirlerini ezbere bildiğimiz şairin heykeli önündeyiz.
Hafızası en kuvvetli olan anam önce davranıyor, birlikte mırıldanıyoruz:
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
... mi acaba?
Ne dersiniz?