Güncelleme Tarihi:
“Fransız mutfağını merak edenlere de bu meraklarından hemen vazgeçmelerini öneriyorum. Olur olmaz her şeyin üzerine krema döşeyip (sümüklü böcekler dahil) bunun yemek olduğunu düşünürseniz sorun yok. Bunun dışında Paris’te yiyebileceğiniz üç şey: Japonların ‘suşi’si, Meksikalıların gyros’u (ya da Yunanlıların ya da bizim... Çünkü dönere gyros da deniyor. Bu yemek kime aittir vallahi anlayamadım), İtalyanların pizası ve makarnası...”
EL İNSAF!
Geri dönüp yazıyı bir kere daha okudum, Mine yanlışlıkla Londra’ya filan mı gitmiş diye.
Hayır, anlattığı, Japon suşi’si, Meksika gyros’u ve İtalyan pizza’sı dışında yiyecek bulamadığı şehir, gerçekten de ... Paris!
Yapma Mine, etme Mine...
Fransa’nın hemen her şeyini eleştiririm ben de, ama mutfağına laf söyletmem.
Haa, Paris’te lokanta sayısı çok, şehir rehberleri yetersiz, insan gidecek yer bulmakta zorlanıyor filan diyorsan, amenna, diyeceğim yok.
Bence daha doğrusu, Paris’in (hemen bütün Fransa gibi) ağustos tatili boyunca felç hale gelmesinde. Fransızlar, biliyorsunuz, öleceklerini bilseler ağustosta çalışmazlar, dükkanlarını açmazlar. Almanlar onun için hep ağustosta işgal etmiştir Fransa’yı... (Kötü bir şakaydı, tarihi biraz çarpıtmaydı, ama dayanamadım. Asteriks’te, Sezar, İngiltere’yi ‘five o’oclock tea’ esnasında saldırıp ele geçirirler ya...)
Bir de tabii Paris ağustosta boşalır, Parisliler kaçar, sadece yabancılar kalır. Onun için Fransızlar’ın gittiği lokantalar da tatile girer, işte böyle Japon, Alman, Amerikalı (yani ağzının tadını bilmeyen) turistlere hitap eden yerler kalır bir tek.
*
BENDENSIN !
Ammaaaa... Fransız mutfağı muhteşemdir.
1981 yılında, Fransa’nın (domalanlı fuagrası, ördek konfisi, terinleri vs ile meşhur) Dordogne bölgesinde şerefime verilen bir yemeği hatırlıyorum. Bir köydeki meşhur bir şefin sofrasında.
Şimdi yediklerimizi içtiklerimizi saysam çok vaktinizi alırım. Ayrıca hakkımda “Vay ... vay!” diye düşünmenizi istemem.
Ama 20’li yaşlar, ben de oturdum mu biraz yiyorum üstünüze afiyet. Benden bir hafta önce aynı lokantaya davetli olan bizim Hollandalı damat, normal bir insanı çatlatacak sayıda ve miktarda yemekten sonra, oturup 4 parça da keklik yemiş. Parça dediğim ½ keklik...
Lokantanın sahibi kadın, bu sahneyi görünce, “Kahveler benden!” diye ikramda bulunmuş.
Bir hafta sonra bu sefer ben. Aynı (Fransızların Gargantua’ya layık dediği türden) mönü ve bu sefer ... 6 parça keklik.
Kadın koşa koşa geldi mutfaktan, “Aperitifler, dijestifler ve çocukların yemeği müessesemizin ikramı” dedi, bir de benimle fotoğraf çektirdi üstelik.
Hâlâ Périgueux’de beni hatırlarlar, yirmi küsur sene sonra...
Namımız yürümüş yani... Bana bir de sıfat (!) taktıklarını duydum ama ne olduğunu öğrenemedim...
Bu gittiğimde de benzer bir yemek yedim ama, ı-ıh, ihtiyarlamışız, çaptan düşmüşüz. Zorlandım biraz.
Bu seferki mönüyü sayayım bari:
Köy çorbası (Chabrot da yaptırdılar bana inanır mısınız, yani sonunda, çorbanın içine biraz kırmızı şarap koyup kafama dikmem gerekti!)
Şarkütöri tabağı
Mantarlı (Ölüm trompeti, derler Türkçesini bulamadım) omlet
Tereyağında pişmiş bademli alabalık
“Trou normand” (Yemek ortasında hazmı hızlandırmak, ferahlık hissi vermek – daha doğrusu fenalık hissini gidermek – için yenilen, buz gibi limonlu dondurma)
Ördek magreli (sırt eti) ve kızarmış ekmekli kıvırcık salatası
Maydonoz ve sarımsakta kavrulmuş patates garnili karaca yahnisi
Peynir tabağı
Pastisli (rakı gibi, Güney’e has bir tür anasonlu içki) turta
Efendim?
Gider gider...
Yani Mine, Allah iyiliğini versin!
İnsan Fransa’ya gider de ... “Fransız mutfağını merak edenlere de bu meraklarından hemen vazgeçmelerini öneriyorum. Olur olmaz her şeyin üzerine krema döşeyip (sümüklü böcekler dahil) bunun yemek olduğunu düşünürseniz sorun yok.” der mi!