Güncelleme Tarihi:
LA PASSERELLE
, Fransız-Türk (karma) çiftleri bir araya getiren bir dernek. Şu veya bu sebepten dolayı Türkiye’de yaşayan Fransızlara da eli uzatıyor. Hani alışılmış ‘Bir araya geliyoruz, aman da ne eğleniyoruz’ türü, kermesler, piknikler düzenleyen, böylece evde boş oturup kocasının kafasını ütüleyen kadınları - bu arada tarot falı bakmaya vesile de yaratarak - meşgul eden derneklerden değil.Karma çiftlerin, çocuklarının, bir Türkle evliyken dul kalmış Fransızların, hukuki, mali, adli sorunlarıyla filan ilgilenen... uzun lafın kısası, pratikte çok faydalı bir dernek.
La Passerelle onuncu yılını kutladı 95 başında. Bu vesileyle bir broşür çıkardılar. İşte ‘Cadaloz’ imzalı yazıyı, burada buldum. Sahibinden izin almam mümkün değil, kimdir bilmiyorum. La Passerelle’in hoşgörüsüne sığınarak, aynen arak...
Buyrun:
*
CADALOZ
Cadaloz sekiz yıl önce ‘her an valizimi yapıp gitmeye hazırım’ diyordu. Bugün (hâlâ) dediğini yapmadığı için mutlu. Yeni ve tecrübesiz kadınlar için, buyrun size (arkadaşlarımın yaşadıklarından da faydalanarak) Türkiye’de yaşayacaklarınız hakkında bir iki ipucu...
14 Temmuz 1996 : Yeni evli bir kadının saflığı ve otuz yaşın kendini beğenmişliğiyle Fransız Sarayı’nda milli bayram kutlamasına katılıyorum.
Güm! Benim gibi, bir ‘yerliyle’ evlenmiş (Vallahi birini kocasından böyle bahsederken duydum) bu güleryüzlü, sempatik ve mutlu Fransız kadınları da nereden çıktı?
İlk çatlak: Demek ki ben bir istisna değilmişim! Gitti bizim ‘Şark Prensesi’ hayalleri...
Sevgili ve tatlı eşimi görünce kollarını açıp koşan bu tipler de nereden çıktı? Birbirine sarılmalar, sırtına pat pak vurmalar... gelsin yatakhane anıları!
İkinci çatlak: Bir Türkle evlenmemişim ben, bütün Galatasaray Lisesi artı GS takımı ile evlenmişim. Bir balayı seyahati için çok değil mi!
Tamam, hepimizin kocası Galata’daki Saray’dan çıkma değil, ama diğerleri de ne demek istediğimi anlayacaklardır.
Ve sonunda La Passerelle ile tanıştım. Kimseyi tanımadan Türkiye’ye yerleşenler için bir can simidi. Ama, Passerelle’deki hanımlar, bana bütün gerçekleri açık açık söylemedeniz. Mesela...
A- Türkçe: Çabuk ve iyi öğrenin ama öğrendiğinizi belli etmeyin. Bazı şeyleri iyi anlamadığınız zannedilsin, böylece:
1) Çatışmalar azalır: ‘Niye hayır dedin?’ - İyi anlamamıştım da!..
2) Angaryadan sıyırırsınız: ‘Niye tesisatçıyı aramadın?’ - Nasıl anlatacağımı bilemedim!..
3) Güzel şeyler alabilirsiniz: ‘Buna kaç para verdin?’ - Bilemiyorum ki, şimdi kafam karıştı...
Ancak dikkat, saflık iyi de, adınız aptala çıkmasın. Tadında bırakın...
B- Kayın-aileniz: Yüzünüzde geniş bir gülümseme, mümkün olan en iyi intibaı vermek ve kayınvalidenizi mutlu etmek için her şeye razı, yeni ailenize katıldınız. Eh, sizi ailenin gerçek bir kızı gibi görmelerine şaşmayın. Demek ki kayınvalidenizin (teyzenizin, kızkardeşinizin...) kanapenizin kolluğuna tığla işlenmiş küçük örtüler koymasına, arkadaşlarını sizin eve çaya davet etmesine, ve bu vesileyle de misafirlerine sizin evinizin ne kadar güzel ve zevkli (yanin onun zevkine uygun) olduğunu göstermesine de şaşmamalısınız.
Herkes yerini öğrendikten sonra, şu prensibi baştan kabul edin: Kayın-aileniz önce oğullarını (kocanızı) sevmekte ve onun mutluluğunu istemektedir. Eğer onun mutluluğunu siz temin ediyorsanız, size eyvallah diyeceklerdir.
Kocanızdan bir tercih yapmasını sakın istemeyin, kazansanız bile çok acı olur. Araya mesafe koyun ve bırakın meseleyi o halletsin. Artık çocuk değil, siz de onu olgun bir erkek olduğu için seçtiniz.
Ayrıca, Türk-kayın ailelerin, Fransız kayın-ailelerden daha kötü niyetli olmadığını da unutmayın. Burada bize ‘gelin’ derler, orada Fransızla evli erkekler ‘yabancı’ olarak kalır.
C- Çocuklar: Kocanızın çocuklara Türkçe öğretmek için gayret göstermesini beklemeyin. ‘Servis’ bu işi halleder. Bu arada, çocukların iki dili de iyi konuşmasıyla övünecektir, elbet ‘onun sayesinde’’
D- Sünnet: Tamam, bu erkek işidir de, önceden konuşmakta yarar var. Kocanızın arkadaşlarına danışırsanız, hepsinin - hediyelere rağmen - kötü hatıraları olduğunu göreceksiniz. Demek ki ‘bu işi doğar doğmaz halletmek’ iyi olur.
Gün gelip de eşinizle oğlunuz duvara karşı ‘kim daha yukarıya nişan alacak’ yarışması yaptığında, eşit şartlarda olmalarında fayda var. Bilmem anlatabildim mi?
Ve diğer hafif zarif konular...
E- Güzellik uzmanları: Eğer, ‘sadece mayo giyecek kadar epilasyon istiyorum’ dediğinizde, size hayretle bakmayan bir ‘güzellik uzmanı’ biliyorsanız, bana hemen adresini verin... Tabii beyler siz ne dediğimi anlayamazsınız... Ama ‘her tarafına ağda yaptırmadı’ diye, sanki uzaydan gelmiş gibi bakılmak, insanın sinirini bozuyor...
D- Ustalar: Kaynatmaya koyduğunuz süt gibi, gözünüz hep üzerinde olmalı.
‘Duvarları kirli beyaz istiyorum dedim, sarı mı dedim sana?’
‘Evet ama Abla beyaz çabuk kirlenir, sarı daha iyi...’
‘Ben sana ne renk olsun diye sormuyorum, ne diyorsam onu yap!’
‘Nasıl istersen Abla, ama güzel olmaz’ ...
Ve arkanızı döner dönmez, salonunuz sarıya boyanacaktır. Hayır, sevmediniz...
‘Merak etme Abla, zaten güneş vurunca rengi açılır!..’
Niye prizler asla olması gereken yerde (elektrik düğmesinin yanında, mutfakta evyenin arkasında...) değildir? Niye asla düzgün durmaz? Salonun tavanına üç tane duy istiyorum dediğinizde, niye üç elektrik kablosunun üç ayrı renkte, biri mavi, biri yeşil, biri kırmızı izole bantla sarılması gerekir? Üçü de mesela beyaz olamaz mı?
Niye her şey yamuktur? Bu memlekette şakûl yok mudur?
Niye, marangoza ‘53 santim’ dediğimde, ya 52 santim keser ya 54?
Niye, Fransa’da bir tesisatçı çağırdığınızda, üç hafta beklemeniz ve 4 saatlik iş için bir aylık maaş ödemeniz gerekir? (Fransa’da bir Fransız arkadaşımın başına geldi.)
Tek başına bir ustaya ne istediğinizi anlatırsanız, sonuç alma ümidiniz vardır. Eğer karşınızda iki usta varsa, işler karışır, çünkü biri diğerinin anlamadığını varsayarak anlatmaya başlar. İşe kocanız da karışırsa, yandınız, üç Türk’ün anlaşması mümkün değildir. Bu bir tabiat kanunudur. Her biri dediğinde ısrar eder ve sizin de (kadın olarak) lafa karışmamanız gerekir, çünkü nasılsa ‘bu işlerden anlamazsınız!’
Daha böyle anlatacak çok şey var ama, Fransa’da durum pek mi farklı acaba? Bu küçük uyuşmazlıklar Türkiye’ye mi has, yoksa acaba ‘ilk evinden’ uzakta olunca, insan daha mı kolay fark ediyor bunları?
Neticede, sekiz yıl önce benim için bir ‘tercih’ olan Türkiye, bugün artık bir ‘gerçek’ !
(Les Dix Ans de la Passerelle - Nisan 2005)