Nihat Odabaşı Elle için yazdı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 12, 2006 22:32
Nil, ’Hadi bize gel’ diyor. Yeni evine adres özürlü olduğum için ancak 10 telefonla varabiliyorum. Haksızlık bu, yine en güzel evi bulmuş... Yine Nil gibi yapmış; renkli, çocuksu, yaratıcı...
Kendime gelmek için bir kahveye ihtiyacım var, galiba biraz da birşeyler atıştırmalıyım... ’Hadi mutfakta oturalım’ diyorum yemeklere yakın olmak için. Nil şeker bir ev sahibi olarak bana kahve hazırlıyor. Ama kahve, kahve değil; tarifsiz öldürücü yoğun bir sıvı adeta. Moraran yüzümden bir terslik olduğunu sezen akıllı Nil, ’A bir bakayım, çok uzun zamandır kullanılmıyordu o kahve, belki de...’ diyor. Hayati tehlikeyi engellemek için süratle son kullanma tarihine bakıyoruz kahvenin... Tıpkı bir zaman makinesi gibi iki yıl öncesine götürüyor o kahve bizi. Süt? Galiba o da... Tamam, sorun yok, iyiyim. Bari bir şeyler atıştırayım diyorum... Dolapta biraz leblebi var, biraz da bisküvi. Son kullanma tarihleri benim üniversiteyi bitirdiğim zamanlara denk. ’Başka birşey ister misin?’ diyor iyi niyetle... Yok teşekkürler, belki bir ağrı kesici... Kutunun üzerindeki yazıyı okumakta zorlanıyoruz hepimiz... Ve anlıyoruz ki, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma... Nil, gülmekle ölmek arası meşhur kahkahasından dolayı konuşamıyor, ben ise şaşkınlıktan... Şermin giriyor devreye; meğer Nil epeydir evinde kalmıyormuş, annesinin yanındaymış... İşte tamamen bu yüzden evdeki her şey bayatmış, normalde Nil’in mutfağında kendi elleriyle yaptığı baklavadan, Nil mantısına kadar herşey bulunurmuş...
VE ALBÜM İÇİN START VERİLİR
Kapak çekimi tam planladığımız gibi geçiyor... Sade bir Nil çekiyoruz. Sade ve sadece 26 elbise, 6 ayakkabı, 9 çizgili çorap, 12 yüzük, 46 bilezik kullanıyoruz. Kıyafetlerde konuştuklarımızı ıskalasak da, albüm kapağımızın fotoğrafı çok belli: Çok yakın plan yüz... Yine kararlıyız. Değişmez, değişemez, değiştirmek isteyenler başaramaz... İşte, bu yüzden Kemal Doğulu’nun Nil’e ruj sürerkenki karesi bana mail olarak geldiğinde internetin hala ülkemizde yeteri kadar güvenilir çalışmadığını farkediyorum. Bizim yakın plan yüz karemiz, uzaydaki uydudan bana gelirken hasar görmüş, genişlemiş ve parazitten dolayı içine Kemal Doğulu’ya benzeyen bir uzaylı eklenmişti.
Ya da ben mi fazla iyimserdim? Evet, acı gerçek çabucak ulaşıyordu bana: Mailime düşen uzaylı kare, kapak fotoğrafı olarak seçilmişti.
’Asla! Kariyerim biter. Ya o kare ya ben’ diyorum çaresizce. Bilimum itiraz, tehdit, sömürü uygulayıp, acı gerçeği değiştirmeye çalışıyorum. Yok, biz bu kareyi istiyoruz diyorlar... Küsüm ben artık Nil’le... Bu ilişki böyle gitmez, yollarımızı tek celsede ayırmak istiyorum... Müteakip veda konuşmaları, bağrışmalar sonunda elim elim bir gazete haberinde o fotoğrafı görüyorum... Güzel mi ne... Günlerden Cuma... Nil’imin gönlünü almaya gidiyorum. Babylon’da ’tek taş’ ilk konseri...
Nil sahnede bambaşka biri. Dansediyor, espriler yapıyor, interaktif güçlü bir performans sergiliyor. Evet ben o sahnede devleşen kızın arkadaşıyım, şarkılarının yüzünü çeken adamım... Yeniden hayran oluyorum evdeki şirin, sahnedeki dev kıza...
Tam o sırada görüp beni çağırıyor sahneye, dinleyenleriyle tanıştırıyor. Kıs kıs gülüyorum içimden. ’Biraz evvel bana yer vermemiştiniz, atmıştınız beni en arkalara... Gördünüz mü ben kimim’ diye bakıyorum dinleyicilere.
Konser bitiyor ama dışardakilere yetmiyor ’daha daha’ diyorlar. Biz içeride her birimiz birer Nil vaziyetinde kendi yorumumuzla şarkıları katlediyoruz... Nil bir şarkı için tekrar sahneye çıkarken halimizi görüp kulis kalabalığından en iyi iki kötüye - ben ve Kemal Doğulu’ya dönüp’ hadi siz de gelin benle’ diyor. Arkadaşımızı kırar mıyız, elimizde boş kola şişe mikrofonlar, gayet ciddi, vokalist-dansçı modeli bir tavır takınıp fırlıyoruz sahneye. Sanki evde defalarca prova yapmış gibi Pırlanta’ya, kendimize hiç pırlanta almamış olmamıza rağmen, her kelimesini içimizde ve figürlerimizde hissederek birer Madonna dansçısı edasında Nil’e eşlik ediyoruz. Şov süper tutuyor... Teklifler, tebrikler, kulise hediyeler... Şermin her ne kadar sahnede Kemal’e oranla biraz beli kalın durduğumu söylese de kulak tıkıyorum bu cılız eleştriye...
Fotoğraflar çok sade olacakAlbüm fotoğrafları için bu kez çok kararlıyız, çok yalın, çok sade olacağız... Hiç ama hiçbir şekilde ’Nil dolaplarına’ gömülüp ’Bu mu, bu mu, yoksa bu mu?’ yapmayacağız; hatta ’Yaa bu mu acaba’yı hiç ama hiç yapmayacağız. Dedim ya, kararlıyız; ’konseptimiz’i seviyoruz... Toplantımız sağ salim bitiyor. Tam kapıdan çıkarken, kim bilmiyorum ama içimizden biri olduğuna eminim, ’ihtiyacımız olmasa da bir stylist kullansak mı çekimde... Yardım falan eder. Belki, bir iki de kostüm bulur...’ diyor.
Garip, güzel bir kızNil’le tanışmam 2002’ye rastlar. Ne soğuk bir kış günü, ne de ateşten gömlek bir sıcak... Normal. Hem de çok normal bir gün. Garip olan tek şey kaset kapağı için tanıştığım o kız... Dediklerine göre şanslıymışım; en doğal haline rastlamışım... İyi ki de rastlamışım bu garip, çok güzel kıza... Herkesin hayatına olduğu gibi benim de hayatıma müthiş renk kattı.