Güncelleme Tarihi:
Fikret Kuşkan’ın bir fotoğraf markasının yüzü olma hikâyesi nedir?
- Bu zamana kadar fotoğrafla ilgili çok teklif aldım. Gençlik yıllarımda “Gizli Yüz” filmini çektikten sonra profesyonel bir Fransız fotoğrafçı, benimle 2-2,5 aylığına Türkiye’yi dolaşıp gittiğimiz her şehirde bir fotoğrafımı çekmek ve bu fotoğrafları sergisinde kullanmak istediğini söylemişti. O zaman hayır demiştim. Oysa bu projeyi bana getirdikleri zaman konsept çok doğruydu. Beğendim ve kabul ettim.
Fransız fotoğrafçıya neden hayır dediniz?
- Bir nedeni yoktu. Bilinçsiz bir “hayır”dı. Ben fotoğraf çektirmekten nefret ederim. Makinesini, fotoğrafı çeken adamın kafasında parçalayabilirim. Çünkü benim “an”ımı çalıyor. Zamanımı değil, anımı... Bana ait olan bir an o. Bunu ben sinemada, tiyatroda kullanırım. Televizyonda bile kullanmamaya özen gösteriyorum. Aptal kutusu çünkü ve değmez. Her eline fotoğraf makinesini alana da bu anımı vermek istemiyorum. Bu yüzden bazen domuza bakar gibi bakıyorum objektife.
MESLEĞİME KARŞI ALERJİM VAR
Eskiden vesikalık çektireceğiniz zaman ne yapıyordunuz?
- Ondan da nefret ediyordum. Hani poz verdirme vardır ya, “Kafanız aşağı, biraz sola, biraz sağa, gülümseyin”, Türkiye’deki poz oyunculuk buradan gelir...
İlk çektirdiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz?
- Benim elimde kocaman bir eşek vardı. Elime tutuşturup “dur oğlum, bak oğlum, gül oğlum” derken eşeği fotoğrafçının kafasına bir fırlattım, makinesi yerle bir oldu! Güzel oldu. Çocukluğumda da alerjim vardı fotoğraf makinesine. Mesleğime karşı da alerjim var. Neden bu mesleği yaptığımı hâlâ soruyorum kendime...
Neden yapıyorsunuz?
- Keşke yapmaz olaydım... Annemin dediği gibi bilim adamı olsaydım, bunlarla uğraşmayacaktım. 28 sene saç sakal birbirine karışmış, National Geographic’e bir şeyler çekmeye çalışan bir biyolog olmayı tercih ederdim. Saçma sapan bir işe girdim. Kendi bedenime, beynime, var oluşuma, hayatıma ve dünyaya bakışıma ters bir işe girdim. Bebekliğimden beri asosyal bir hayat yaşarken neden gidip kendime en ters, vitrin işi bir meslek seçtim, anlamadım... Bir büyü anına kapıldım. 16 yaşında serpilmek üzereyken sahneye çıktım ve “çok mutluyum” dedim.
BEN GURMEYİM BABAM AŞÇI
Şimdi mutlu musunuz?
- Evet. Mesleğimi yaparken çok mutluyum. Mesleğimi de çok severek yapıyorum. Başka türlü başarılı olamazsınız zaten. Oyunculuk deli işi. Günde 18 saat çalışmak pek akıllıca değil. Cem Kamoğlu’nun çekeceği fotoğraftaki ifadeyi çıkarabilmek için yüzlerce surat düşündüm. Biraz sert bir fotoğraf, iyi de oldu.
Kesilmiş dana dillerinin kullanıldığı o kare biraz irite edici. Orada durup poz vermek nasıldı sizin için?
- Güzeldi. Zaten ben alışkınım. Sütlüce’de, mezbaha kenarında büyüdüm ben.
Aranız iyidir sakatatlarla o zaman
- Çok iyidir. Ben gurmeyim, babam aşçı. Sülalede iki tane büyük aşçı var.
Sütlüce’de en iyi uykuluk nerede yenir peki?
- Yenmez artık. Mezbaha kaldırılmadan önce yenirdi, şimdi yerseniz zehirlenirsiniz.
5 YAŞINDA SOKAĞA SALDI ANNEM BENİ
“Düzenli bir hayat” lafı size neyi çağrıştırıyor?
- Tavuklar, karıncalar, arıları... ınsana ait değildir düzen. Size anneniz, babanız “Hadi artık düzenli bir hayat kur” dese, “Yazık, bir de bunlarla uğraşacak” diye düşünürüm. Ben 16 yaşındaydım, çıktım gittim. Nereye gittiğimi haber vermem yeterliydi onlar için.
Biraz şanslıydınız o zaman...
- Şanslı değil... Annem beni 5 yaşındayken sokağa saldı! 1970’lerden bahsediyorum. Tipi yağıyordu İstinye’de. Elimde sapan, cebime de misketleri doldurdum, sığırcık avlamaya gideceğim. “Nereye gidiyorsun oğlum” diye sordu annem. Saat sabahın 5’i, yerde iki metre kar var. “Ava gideceğim ben” dedim. “Ooo, benim oğlum büyümüş de ava gidecekmiş. Boynuna atkını bağlayıp, ağzını kapatalım yoksa soğuk alırsın. Hava kararmadan da evde ol, beni peşine düşürme” dedi. “Tamam anne” deyip gittim ve üç sığırcık vurup geri geldim. “Aferin benim oğluma, gitmiş avlanmış. Evin erkeğine bakar mısınız” dedi. Hangi anne bunu yapabilecek güçte? 16 yaşında çantamı alıp giderken de hiçbir şey demedi. Sadece “Gittiğin yerden beni ara olur mu” dedi. ılkokul mezunu olmasına rağmen tapıyorum kadına.
Nereli anneniz?
- Annem Bulgar kızı. Kökenleri Deliorman Türkleri’ne dayanır. Sertler bir kere. Toprak insanları. Hayvanı, doğayı iyi bilirler. Bana mahallede “Mehmet annen geliyor” dedikleri zaman ben donum dahil her şeyi bırakıp vınnn, eve koşardım.
SÜLALEYİ BİR ARAYA GETİREMİYORUM
Annenizden hiç dayak yediniz mi?
- Yok, kıyamazdı ama bir, iki tane kıçıma yemişimdir tabii. Onu da yemesem kim bilir şimdi nasıl olurdum! ıstersen akşam saat 8’de evde olma! Sofraya birlikte otururduk. 24 kişilik masa açılır, biz çocuklar bir uca, büyükler diğer tarafa, hep beraber yemek yerdik. Eğer Arnavutça konuşuluyor ve biz hâlâ gevezelik ediyorsak, “Yeter moşgret” derdi.
Ne demek o?
- Sı...mayın ağzınıza! (Gülüyor)
Özlüyor musunuz o zamanları?
- İtalyan aileleri gibiydik. Herkesin bir araya geldiği, bayramlarda seyranlarda tepsilerce baklavaların açıldığı güzel dönemlerdi.
16 yaşınızdayken, onlara da kapıyı çektiniz o halde...
- Tabii ama onları hiçbir zaman bırakmadım. Sadece sülaleyi bir araya getiremiyorum.
Siz oğlunuz, Kuzgun’u nasıl büyüteceksiniz?
- Annemin beni büyüttüğü gibi.
Oğlunuzun annesi ne diyor bu duruma?
- O biraz daha temkinli. Günümüz anneleri gibi.
ANNEME KIZDIM ODAMI YAKTIM
Fotoğraf çektirmeyi neden sevmiyorsunuz?
- 2000’li yıllara doğru Kültür Bakanlığı beş ciltlik bir sinema tarihi projesi yapıyordu. Beni sekreterlikten aradılar, durumla ilgili bilgilendirip fotoğrafımı istediler. “Hanımefendi ben o ansiklopedide olmak istemiyorum” dedim. “Nasıl olur Fikret Bey! Siz birçok başarılı filmde rol aldınız” deyince, “Tam da bu yüzden istemiyorum. Benim oradakilerle bir ilgim olmadığını düşünüyorum. Fotoğraf da göndermiyorum. Sadece benim olduğum sayfaya siyah, boş bir sayfa bırakırsanız mutlu olurum” dedim. Birilerinin beni belgelemesinden, bir yerlerde belge olarak kalmaktan çok hoşnut değilim açıkçası. 1992 yılında bana ait her türlü belgeyi imha ettim. O gün Berlin’de yaktığım tüm çocukluk fotoğraflarım, yaptığım resimler, yazdığım oyun için hâlâ ağlıyorum.
Neden böyle bir şey yaptınız?
- Yapıyorum öyle. Küçükken de annem Tommiks’lerimi yaktı diye bütün yatak odamı bahçeye götürüp yaktım. Evde de yoktular, donuma kadar her şeyimi yaktım. İtfaiye gelip söndürdü.
Ruber Lux Photos nedir?
Cem Kamoğlu: Fotoğraf sanatçıları tarafından kaydedilmiş, sınırlı sayıda baskısı yapılan fotoğrafların olduğu bir web sitesi. Yakında belirli noktalarda sergi ve showroom’lar da olacak. Herkes evini dekore ederken duvarına mutlaka poster, resim gibi bir şeyler asıyor. Biz de farklı bir alternatifi, özel bir baskı tekniğiyle kaliteli olarak sunuyoruz. Bunlar gerçek fotoğraflar, poster baskılar değil...